Türkiye'de ekonominin odağındaki en önemli kurumlardan biri olan Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, "Yoruldum artkı, köyüme dönmek istiyorum" dedi. Yılmaz, Akşam yazarlarından İsmail Küçükkaya ile yaptığı sohbette, 2006 yılında göreve geldiğinde çekilen ve gazetelere haber konusu olan fotoğraftaki ayakkabıların da öyküsünü anlattı.
Durmuş Yılmaz, göreve getirildiğinde, tebrik ziyaretine gelenleri karşılayan eşi Duriye Yılmaz'ın evinin kapısında fotoğrafları çekilmiş, girişteki ayakkabılar da uzun süre haber konusu olmuştu. Durmuş Yılmaz o ayakkabıların kimlere ait olduğunu önceki gün İsmail Küçükkaya'ya anlattı. O ayakkabılar Yılmaz ailesinin eğitimleri için destek olduğu üç gence aitti. Yılmaz'ın gurur kaynağı olan o üç gençten biri hakim, biri savcı ve diğeri de Maliye'de vergi uzmanı olmuşlardı.
İsmail Küçükkaya'nın "Sakin Güç' başlıklı köşe yazısı şöyle:
Pazartesi akşamı Yapı Kredi Bankası Genel Müdürü Tayfun Bayazıt ve Genel Müdür Yardımcısı Murat Ermert’le yemekteydik. Söz döndü dolaştı Merkez Bankası’nın politikalarına geldi. Tamamı tanınmış gazeteciler, çoğu ekonomiye hâkimiyeti ile bilinen konuklar ve YKB Yönetimi, Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’la ilgili çok olumlu yorum ve değerlendirmelerde bulundular. O sohbet sırasında iki gün önce Brüksel yolunda Dışişleri Bakanı Babacan’ın “Merkez Bankası çok iyi iş çıkardı” sözleri aklıma geldi. Başbakan Erdoğan da geçen haftaki bütçe konuşmasında hükümetinin krizle mücadele politikasını anlatırken Merkez Bankası’nı övmüştü. Yılmaz’ın atama sürecini ve görevi boyunca yaşadıklarını hatırlayınca gelinen noktanın ne kadar olağanüstü olduğunu düşündüm.
O, sakin durdu, bazen direndi ama asla politize olmadı, kurumunun bağımsızlığını korudu, sık sık hükümetin eleştiri oklarının hedefi haline geldi. MB’nin İstanbul’a taşınmasına karşı çıktı, faizleri indirmediği için eleştirildi ama polemiğe girmedi. Sonunda krizle mücadelede bugün en aktif, en güvenilen bürokrat... Alınması gereken tüm tedbirleri sessiz sedasız hayata geçirmeyi bildi. Hem de hiç şov yapmadan. Türkiye onun mütevazılığını sevdi.
Yılmaz’ı uzaktan izlerken aklım ve dilim onu tanımlamak için “sakin güç” ifadesinden daha uygun bir benzetme bulamıyor.
Bir süredir, “Yılmaz’la görüşmek, sohbet etmek ne güzel olurdu” diye düşünüyordum. Yılmaz basına çıkan, röportaj veren bir bürokrat değil. Görüşmek için başvurduk, bizi davet etti.
Takip etmişsinizdir, birkaç gündür büyük bir gürültü patırtı ve heyecanın ortasındayız. Dün 24 saatliğine Ankara’ya geldim. Böyle bir iklimde, ekonomi muhabiri arkadaşım Deniz Çiçek’le birlikte Merkez Bankası Başkanı’na nezaket ziyaretinde bulunduk. Sağ olsunlar, uzun uzun bize vakit de ayırdı ve Yılmaz’ın gözünden ekonominin son durumunu dinleme fırsatı bulduk.
Anlattıklarının büyük bölümü off the record (kayıt dışı) oldu. Buna saygı duyuyorum, böylesine hassas bir dönemde polemik konusu olmak istemiyor. Ama izlenim olarak bazı gözlemlerimi ve kendisinin kimi değerlendirmelerini yazma konusunda iznini aldım. Kamuoyunun belli konularda bilgilenmesinin çok da yararlı olacağına inanıyorum. Hele Merkez Bankası Başkanı gibi toplumun her kesimine güven veren bir bürokratın bakış açısı kriz günlerinde çok değerlidir.
O ayakkabıların sahipleri şimdi devlet memuru
Yılmaz’ın gazetemiz AKŞAM için özel bir anlamı var. Çünkü arka planda güzel ve değerli bir hikâye yatıyor.
Deniz Güçer ve Ümit Turpçu çok başarılı bir gazetecilik sergileyerek, AKŞAM’a ödül getiren tarihi bir işe imza atmışlardı. Başkan’ın eşi, göreve ilk atandığı günlerde arkadaşlarımıza evlerinin kapısını açtığında kapının önünde yer alan ayakkabılar unutulmaz bir enstantane oluşturmuştu.
“Biz fikri takibe inanırız.”
Yılmaz, sonradan yine bize yaptığı açıklamada kapıdaki ayakkabıların üç gence ait olduğunu söylemişti. O ayakkabıların sahipleri Yılmaz ailesinin burslu olarak okuttukları üç gence ait. O gençler, Yılmaz’ların evinin alt katında kalıyorlarmış. Dünkü görüşmemizde öğrendik ki, şu anda onlardan birisi hâkim, diğeri savcı, üçüncüsü de Maliye’de vergi uzmanı olmuş. Ne kadar güzel. Hafta sonunda “Anadolu’nun dört bir yanında durumu daha iyi olan aileler okumak isteyen dar gelirli çocuklara destek olurlar” diye yazmıştım. Bunun en canlı örneği Durmuş Yılmaz’ın destek olduğu genç ve başarılı çocuklar. Bundan daha büyük bir gurur var mıdır, bilmem.
Faiz kararları ekonominin gereği
Yılmaz’a, Yapı Kredi Bankası yemeğinden, Ali Babacan’ın sözlerinden bahsettim ve Başbakan Erdoğan’ın bütçe konuşmasını anımsattım. “Her yerden övgü alıyorsunuz” dedim. Hafif tebessüm etti, övgüleri önemsemiyor. “Bize eleştiri lazım” diyor. “Keşke Özel Kalem Müdürüm her sabah ‘mağrur olma padişahım senden büyük Allah var’ gibi beni uyarsa” diye iç geçiriyor.
Geçmişte faizleri artırırken acımasızca eleştirildiğini unutmuyor, onu da doğal karşılıyor bugünü de. Ekonominin gereği olarak ileride tekrar faiz artışına gidilmesine ihtiyaç olursa yeniden eleştirileceğinin farkında. 2007 yılında bir Dünya Bankası toplantısında FED (ABD Merkez Bankası) eski Başkanı Alan Greenspan’ın siyaset-Merkez Bankası ilişkisi konuşulurken “faizleri indirirken hükümetler sizi över, umursamayın, bunun ekonomik açıdan alınması gereken bir karar olduğunu düşünmezler ama faizler tekrar yükselirken bu kez sizi eleştirirler. Onu da umursamayın. Siyasetçiler asla eğitilemezler” sözlerini hiç aklından çıkarmıyor.
Başkan, kurmaylarıyla birlikte ekonomik gelişmeleri anbean takip ediyor. Piyasaların finans ayağında sorun olmadığını ve birinci dalganın atlatıldığını düşünüyor. Belli rakamlar ve örnekler veriyor, onları yazamıyoruz. Ancak 2009’un ilk çeyreğinde finans sektöründeki dalgalanmanın reel sektöre etkisinin belli olacağını belirtiyor. Bunu önemsiyor.
“Hükümet bazı tedbirleri almakta gecikti mi?” diye sordum. İlginç ve önemli bir değerlendirmede bulundu.
“Batılı ülkelerin finans sektöründe şimdi yaptığını biz 2001’de yaptık. Bankalara o tarihte güçlü destek vermiştik. Banka sayısı da buna göre konsolide edildi. Bizim bankaların sermaye yeterlilik rasyoları ortalaması yüzde 17, Basel kriterleri yüzde 9 istiyor. BDDK 12’nin altına inilmesine izin vermiyor.”
Gelişmiş ülkelerdeki sıfır faiz politikasını sordum. “Merkez Bankaları geleceğin enflasyonunun tohumlarını ekiyor” dedi.
Başkan’ın yanından ayrılırken, O’nun “yoruldum, köyüme dönmek istiyorum” sözleri aklımdan çıkmıyordu.