Yıldıray Oğur
(Taraf - 19 Mart 2013)
Yolda kalan Mezopotamya Ekspresi
Bütün ömrünü ibadetle, Allah yolunda çalışarak geçirip son nefeste şeytana uyarak imansız giden âlim kıssaları vardır. İmanı muhafazanın zorlukları bahsinde ibreti âlem için anlatılır. Galiba bir gün gelecek ve bir ömür “Kürt sorununa çözüm” diye yazıp, konuşup tam sorun çözülecekken şeytana uyanların kıssaları da siyasi basiretsizlik bahislerinde ibreti âlem için anlatılacak.
Neredeyse 21 Mart oldu. Köprüden önceki son pişmanlık çıkışını da geçtik. Tarih, Şehit Aileleri Dernekleri’nin, Türk Ocakları Başkanı’nın destek verdiği barışa, liberallerin mırın kırın ettiğini yazacak. Gerçekten hem çok yazık hem de çok ayıp olacak.
Ve daha kötüsü Türkiye demokrasisinin bugünkü düzeyine gelmesine, sivilleşmeye, Kürt sorununun çözümüne bugüne kadar büyük katkıları olmuş liberal-sol aydınların bir kısmı son düzlükte önyargılarına, sosyolojik kibirlerine ve aktör olma heveslerine bütün bu birikimi kurban edip, kendilerini tarihten tasfiye etmekteler.
Ülkenin demokrasinin boyu, onların demokratlığının boyunu geçiyor.
Kürt sorununda çözümün geldiği aşama, Kürt sorunu uzmanlığının boyunu geçmiş Cengiz Çandar da aralarında benim de olduğum bir grup insana zekâ yoksunu hakaretler ettiği bir yazı yazdı.
Bir Kürt sorunu uzmanının sorun çözülürken “hayır çözülmüyor” yazıları yazıp harakiri yapmasının kibarca eleştirildiği yazıların karşılığı bu değildi kuşkusuz. En azından son süreçle yanılma rekorları kırmış birinin, aylar önce bu süreci şimdilerde copy-paste rekorları kıran çözüm planına kadar yazmış birine karşı daha mahcup olmasını beklerdim.
Yine de uzman gazeteci bulunmayan Türkiye medyasında Çandar’ın zaman zaman çok şey öğrendiğimiz uzmanlığının hakkını yemek istemem. Elinde silah gençliğini Ortadoğu’da militancılık oynayarak geçiren birinden iyi bir Ortadoğu uzmanı çıkması bölgemiz için mutlaka büyük bir şanstır. Dağlarda hâlâ silahlarıyla oturan akranlarını düşününce özellikle. Ama uzmanlığın kurdu da herhalde aktör olma hevesi olsa gerek.
Öcalan’la Özal arasında arabuluculuk yapma fikrinin kendisinden geldiğini kitabından öğrenmiştik. Bir gazeteci için tehlikeli bir heveskârlık. Ve galiba Kürt meselesi çözülürken aylardır “bu iş çözülmez”,“Erdoğan milliyetçi”, “PKK ikna olmaz” yazılarının sırrı da bu heveskârlıkta gizli.
Yoksa tam Erdoğan Kürt sorununu çözerken çıkan kitabında “Erdoğan’da Özal gibi sorunu çözme ufku ve cesareti olmadığını” yazması ancak kötü bir tesadüf olabilir. Endişeli barışseverlik pozisyonu için şahsi kötümserlik depoları tükenince, kendisi gibi bu süreçte uzmanlığını önyargılarına kurban etmiş Aliza Marcus’tan “Öcalan’la görüşmek yetmez”, Lübnanlı bir uzmandan “PKK silah bırakmaz”, Amerika’daki bir doktora öğrencisinden “Sorun kolay çözülmez” alıntıları da belki “isabetsiz” denerek açıklanabilir.
Ama artık apaçık PKK silahsız mücadeleye geçiş kararına doğru yürürken, bir zamanlar Genelkurmay’dan PKK’nın ABD ile görüştüğüne delil olarak sahte fotoğraflar servis edilmiş bir isimden “PKK silah bırakırsa yerini Hizbullah alır” gibi gerçeklikle tendon bağları kopmuş, barışın önüne atılmış provokatif malzemeye abanmayı iyi niyetle tevil ve tesvir etmek artık bir hayli zordur. Militan heval ağzıyla JİTEM’in vurduğu bir Kürt aydınına “Cahş” demek, devletle PKK arasındaki kalmış bağımsız Kürtleri “İyi Kürtler” diye hedef göstermek ise kötücülükten başka tevil-tesvir edilemez.
Bundan daha yumuşak eleştiriler yaptığım asla bel altından vurmayan, belki kibarca dalga geçen ama isim geçmeyen yazılara “lümpenlik ve zevzeklik” diyerek cevap eden Çandar, herhalde Türkiye basın tarihinde lümpenlik ve zevzeklik konusunda zirvenin tartışılmaz biçimde kendisine ait olduğunu herkesin unuttuğunu zannediyor. En azından ben, patronu Zafer Mutlu’ya yaranmak için ansiklopedi savaşları yıllarında rakip gazeteden yakın arkadaşı Turhan Yavuz’u telefonda gazetesi aleyhine konuşturup, kaydettiği sesi de ertesi gün Sabah’a manşet yaptırdığını unutmadım. Herhalde basın tarihinin bırakın lümpenleşmeyi, esfeli safilin noktası budur, bundan aşağısı da yoktur, boşuna aramasın.
Ortadoğu’nun yakın tarihin neredeyse ekseni etrafında geçtiğini anlattığı kitabından kendisini ne kadar mühim hissettiğini öğrenmiştik ama bu görkemli kişilik bozukluğunun kendisine dönük eleştiri yazılarının bir “operasyonun” parçası olduğunu, andıç imaları yaparak iddia ettirecek paranoyak bir düzeye ulaştığını tahmin edemezdik yine de. Sıkıştığı anda andıç yara izlerini göstererek, kimseyi Çevik Bir olduğumuza ikna edemez. Hele de andıçlandığı gazetede yazacak kadar meşrebi geniş biri olarak.
İktidar çevrelerinde bir zamanlar “bir bilen”, “ağabey” olarak dolaşmış, ABD neo-conlarının evlerinde yatıp kalkmış birinin dünya üzerinde dikili ağacı olan bile çok az arkadaşı olan bana iktidara yakın derken iki kere düşünmesinde fayda var. Ayrıca 40 bin insanı öldüren bir savaşı bitirmeye çalışan iktidara bir karşılık beklemeden ve hakikatlerine ihanet etmeden yakın durmak ancak bir onur olabilir.
Ama iktidara yakın olamadığı için kendi hakikatlerine küsmeye ne denir onu artık yazmayacağım.
İşte bu yazı da ibreti âlem için ileride anlatılacak bir kıssa olsun.
Hasan Cemal için not
Bu arada Hasan Cemal yazmadan da barış olur ama demokrasi olmaz. Hasan Cemal patronların iki dudağı arasına değil, barışa emanettir, gün gelir bugünleri de onun yazdığı kitaplardan okuruz, sonra kimse kızmasın sadece kendisini yazdığında...