Son olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı kast ederek dile getirdiği "Ben bir liderin peşinden gidiyorum. Kim kovarsa kovsun IMF'yi kovan kişi benim ‘Atam'dır" sözleriyle tartışılan 24 TV Genel Yayın Yönetmeni ve Star gazetesi yazarı Yiğit Bulut'un Milliyet gazetesinin sahibi Erdoğan Demirören'i ziyaret ettiği iddia edildi.
Hasan Cemal'in, yazısının yayımlanmayacağının kendisine bildirilmesi üzerine gazete ile yollarını ayırdığı Pazartesi günü (18 Mart 2013) Yiğit Bulut ile Erdoğan Demirören'in Milliyet binasında buluştuğu öne sürüldü. Demirören'in Bulut'a "İmralı zabıtları" haberi ardından gazetede çıkan krizi ve medyadaki yapılanma planlarını danıştığı ifade edildi.
Kıdemli bir Milliyetçi söz konusu konuşmada Yiğit Bulut'un rolü için "bir tür Akif Beki" yorumu yaptı.
Eski Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki, Vatan ve Milliyet gazeteleri Demirören'in sahipliğine geçtikten sonra Medya Grup Başkanı olarak genel yayın yönetmenlerinin üzerinde konumlandırılmıştı. Demirören Grubu, yaptığı kamuoyu açıklamasında bir televizyon kanalı ile radyo istasyonları kurma kararı aldığını açıklamış ve projenin başında Beki'nin olacağı kamuoyuna yansımıştı.
Yiğit Bulut'un Star gazetesindeki köşesinde Milliyet'in "İmralı zabıtları" haberi ardından medyaya ilişkin görüşlerini yazdığı (13 Mart 2013) "Türkiye'de 'gazeteci şımarıklığı' ve basın denklemi" başlıklı yazısının ilgili kısmı şöyle:
Son günlerde tuhaf bir durum ortaya çıktı; bazı gazeteciler özellikle gazete yayın yönetmenleri ve köşe yazarları, benzer bir pazarlamaya giriştiler: Türkiye’de basın baskı altında, köşe yazarları susturuluyor, sesini çıkarmak isteyenler sorun yaşıyor... Kamuoyuna bu pazarlama yapılırken aynı arkadaşlar kendi patronlarına karşı da farklı bir malzeme kullanıyorlar; bize kimse karışamaz, buraları bizimdir, bize baskı yapılmasına aracı olamazsınız...
Sevgili dostlar, yılların “usta kalpazanları” tarafından kamuoyuna, kendi patronlarına ve birbirlerine karşı oynanan bu oyun artık kabak tadı verdi. Bu denklem sayesinde “Türkiye’de bir zümre üretmediği işin, asla üretmediği kalitenin karşılığını haksız yere alırken”, Türk kamuoyu önünde Siyasi Otorite ve onlara yeni yeni “kalite hesabı” sormaya çalışan patronaj ciddi bir dayak yiyor. Patronaj ile aralarındaki dinamik benim ana konum değil, serbest piyasa ekonomisinde herkes verdiği paranın karşılığını tam olarak almayı bilmeli ve eğer istenilen gerçekten gazetecilik kalitesiyse, alamadığı karşılığın da hesabını sormalı... İŞTE asıl sorun da burada başlıyor, Türkiye’nin “kronik basın dramı” tam bu noktada belirginleşiyor. 1980 sonrası Türkiye’sinde “patronlar asla gazetecilik kalitesi talep etmedikleri” gibi gazetecileri “iş adamı” gibi konumlandırıp, böyle kullanıyorlar ve en önemlisi bunu fark eden gazeteci milleti “verdiklerine karşılık” patronajla sıkı maddi ilişkiler geliştirirken ilişkiyi de “dejenere ederek” kendi tarafında menfaatini “maksimize etmeyi” başarıyor. Son 10 yılda “sandalyesinden düşen” genel yayın yönetmenlerine bakın. Patronların “CEO’ları” ve 1980-2003 arasında BASIN GÖRÜNÜMÜ altında hükümetler ile kurulan menfaat ilişkileri...
Sevgili dostlar, bir hükümet manşetlerin yardımı ile iktidara gelmişse ve en önemlisi “güçsüz koalisyonlar” medya baronları ve onların CEO’ya dönüşmüş gazetecileri sayesinde kurulmuş ve ayakta kalmışsa, BASIN da yerini, özünü ve misyonunu kaybediyor. Türk Basını içinde “bir kısım medyanın” bugün yaşadığı “kimlik bunalımı” da işte bu gerçekte yatıyor. 1980-2003 arasında “ALIŞTILAR” ve sonrasında sandılar ki; 2003-2013 arası da böyle geçecek. Gözden kaçırdıkları bir gerçek vardı; 2003’te kurulan hükümet “geçmiş işbirliği modeline” dayanmıyor ve gücünü medya binalarından almıyordu. Arkası bildiğiniz gibi gelişti ve gerek patronlar da, gerekse CEO’ların da “kimlik bunalımı” artarak 2013’e kadar geldi...
Sonuç: Türk Basını içinde bir bölüm bugün CAN CEKİŞİYOR! Sebebi ise ne BASKI, ne ENGELLEME, ne de başka bir şey! TEK SEBEBİ VAR; 1980-2003 arasındaki kurdukları “iş modeli” ve tezgahtan başka bir numara bilmedikleri için” HÜKÜMET’e bulaşmadan” yaşayamıyorlar. Daha açık yazayım; 1980 sonrası ortaya çıkan “gazeteci modeli” HÜKÜMET-PATRON denklemi olmadan beslenemiyor ve “ayakta kalamıyor”! Bu noktada Türk Kamuoyuna şunu net olarak söylemek istiyorum; bugün gördüğünüz ortada dolaşan, Hükümet’e “çatar gibi” pazarlama yapıp, kendi patronlarına “tiyatro sahneleyenler”, tükenen bir nesil ve gördüğünüz dram o neslin çöküşü, tükenişi... Sakin olalım, bekleyelim, hep birlikte göreceğiz TÜR TÜKENECEK!
Sonuç: Bu noktada gazete patronlarına da bir çift lafım var; Hükümetlere, Başbakanlara, milli-manevi değerlerimize küfretmenin serbest olduğu, “iyi olanın” asla yazılmadığı-ortaya konmadığı bir BASIN olamaz! Bunu düzeltmek, kaliteyi getirmek ve en önemlisi “vicdanı hakim kılmak” sizin göreviniz. Bunu yapmak istediğinizde karşınızda “gazetecilik etiği perdesine” sarılıp şımaranlar varsa, buna asla ama asla izin veremezsiniz!