Gündem

Yiğit Aksakoğlu'ndan cezaevindeki 150. gününde mektup: Bana 'piyangodan' cezaevi çıktı!

17 Kasım 2018'den beri tutuklu bulunan Aksakoğlu hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor

16 Nisan 2019 13:50

Gezi Parkı soruşturması kapsamında 17 Kasım 2018'den beri tutuklu bulunan ve hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenen Bernard van Leer Vakfı'nın Türkiye Temsilcisi tutuklu Yiğit Aksakoğlu, cezaevindeki 150. gününde mektup gönderdi. Mektubuna, "Bundan 150 gün önce bana 'piyangodan' cezaevi ve tecrit çıktı" diyerek başlayan Aksakoğlu, "Piyangodan insanlara aylarca tecrit altında tutukluluk çıkması ve tutarlılık ve somut deliller sunma kaygısı taşımayan metinlerle ağırlaştırılmış müebbet istenmesinin benim gibi başkaları tarafından da endişeyle izlendiğini düşünüyorum" diye yazdı.

"Birkaç noktayla sınırlı kalan imaları sürekli tekrar ederek gerçek dışı bir algı yaratmaya çalışıyor" diyen Aksakoğlu, "Bereketli bir hayal gücünün de göstergesi olan etki ajanlığı diye yeni bir pozisyon üretiyor. Fakat somut iddialar ve bunları destekleyecek deliller ortaya koyamıyor. Yine de dosyada adı geçen  16 kişinin hepsi için ağırlaştırılmış müebbet istemekten çekinmiyor" diye yazdı.

"10 m²’lik hücrede geçirdiğim 150 günün her birinde kendime aynı soruyu sordum; neden?" diye soran Aksakoğlu, “Sen ne suç işlediğin için hapistesin” diye soran yedi yaşındaki kızıma cevap verecek bir sorumlu aramaktan vazgeçmeyeceğim" ifadelerini kullandı.

Yiğit Aksakoğlu'nun cezaevinde kaleme aldığı mektubu şöyle:

Bundan 150 gün önce bana “piyangodan” cezaevi ve tecrit çıktı. 16 Kasım 2018 günü yapılan operasyonla gözaltına alınan 16 kişiden tek tutuklanan benim. Sonrasında görüştüğüm herkes, “Böyle bir operasyondan sonra biri tutuklanmalıydı, piyango sana çıktı” dedi. 10 m²’lik hücrede geçirdiğim 150 günün her birinde kendime aynı soruyu sordum; neden?

Mart ayı başında açıklanan 657 sayfalık ve 16 kişiyi suçlayan Gezi iddianamesinin Osman Kavala ile tutuklu diğer sanığıyım. Bu 657 sayfalık metnin adı iddianame olsa da bir “imaname” olmaktan öteye geçemiyor. Birkaç noktayla sınırlı kalan imaları sürekli tekrar ederek gerçek dışı bir algı yaratmaya çalışıyor. Bereketli bir hayal gücünün de göstergesi olan etki ajanlığı diye yeni bir pozisyon üretiyor. Fakat somut iddialar ve bunları destekleyecek deliller ortaya koyamıyor. Yine de dosyada adı geçen  16 kişinin hepsi için ağırlaştırılmış müebbet istemekten çekinmiyor.

Hiç hukuktan anlamayan ama basit sebep sonuç ilişkisi kurabilen herkesin bu metni okuduktan sonra aklında tek bir soru kalıyor; tüm  bu olaylar dizisini, bu insanlar nasıl hayata geçirmiş?

Herhalde her şeyden önce bize tekrar tekrar örgüt üyesi dediğine göre hangi örgüt diye sormak gerekiyor. 657 sayfada örgüt yok ama ismimden önce her seferinde kaygısızca “örgüt üyesi” kullanılıyor. 657 sayfada değil örgüt, bu 16 kişi arasında nasıl bir ilişki olduğu bile açıklanmıyor. Mesela benim Osman Kavala’ya ait sabit bir hatla 2012 yılında 35 saniyelik bir konuşmam olmuş. Kendisiyle tek konuşmam bu ama içeriği yok.

657 sayfalık metinde bir Gezi olayları kronolojisi var. Buna göre 16 Haziran 2013’te parkın boşaltıldığı söyleniyor. Ayrıca bu 16 kişinin 2011’den beri planlama yaptığını ve “uygun ortamı” beklediği de sık sık tekrar ediliyor. Benimle ilgili tüm delillerse 21 Haziran 2013’le Aralık 2013 arasında yaptığım 150 telefon görüşmesinden ibaret. 2011’den beri Gezi’yi planladığımızın ve benim de buna dahil olduğumun delili park boşaltıldıktan beş gün sonra başlayan dinlemelere dayandırılmaya çalışılıyor.  Zaten 657 sayfada konuşmalarımın tarihleri neredeyse hiç belirtilmiyor ama tekrar tekrar aynı konuşmalara sanki olaylardan önceymiş gibi yer veriliyor.

Yine 657 sayfada sık sık Osman Kavala’nın talimat ve yönlendirmesiyle yaptığım toplantılardan bahsediliyor. Tabii ki tek bir talimat ya da yönlendirme delili yok, tek bir mesaj bile yok. Zaten toplantılar da yok.

657 sayfanın 100 sayfasında Türkiye çapında gerçekleşen ve müştekilere yönelik suçlardan da bahsediliyor. Bunlardan çoğu mala zarar, yağma ve yaralama. Benimle ilgili en net suçlama ise www.siddetsizeylem.org alan adını satın almış olmam. Bu sitede yayınladığım herhangi bir şey değil. Çünkü bir yayın yapmadım. Ama bu 657 sayfada şiddetsiz eylemin 198 yolu gayet iyi açıklanmış. Alan adı satın alarak nasıl bir suç işlediğimin delili yok. Benim ve diğerlerinin mala zarar, yağma ve yaralanmayla ilişkisi konusunda bir delil yok. Ama birkaç şiddetsiz eylem örneğinden bahsettiğim bir konuşma tarih verilmeyerek tekrar tekrar kullanılıyor ve sanki olayların öncesinde bahsetmişim algısı yaratılıyor. Tabii ki bu eylemlerin benimle ilişkisi konusunda da tek bir delil yok.

Bir diğer garip suçlama ise Gezi olaylarını Anadolu’ya yaygınlaştırmak üzere toplantılar düzenlemiş olmak. Bunun tek delili 27 Haziran’da İstanbul’da, hatta Avrupa yakasında, Gezi’de ne olduğunun konuşulduğu bir toplantıda kolaylaştırıcılık yapmış olmam. Bu toplantı Gezi’den sonra yapılan tek toplantı değil, toplantı yapmak suç değil, kolaylaştırıcılık yasa dışı bir iş değil. Bir toplantıyla Gezi’yi Anadolu’ya yaygınlaştırmak da mümkün değil.

Tüm bu tutarsız imalar birbirini takip eden olaylar dizisini kurarak “nasıl” sorusuna cevap vermekten çok uzak kalıyor. Belki zaten böyle bir amacı da yok. 657 sayfayı tekrar tekrar okuduktan sonra bırakalım ağırlaştırılmış müebbeti, neden 150 gündür 10m²’de tecrit altında olduğumu bile anlamak mümkün değil.

Gerçeklerden ve mantıktan bu kadar uzak bir hukuki sürecin benimle, diğer 15 kişiyle ya da Gezi olaylarıyla ilgili olmadığını düşünüyorum. 657 sayfalık bu metin ve yaşadığımız sürecin Türkiye’de hukuka olan toplumsal güvenle ilgili olduğuna inanıyorum. Piyangodan insanlara aylarca tecrit altında tutukluluk çıkması ve tutarlılık ve somut deliller sunma kaygısı taşımayan metinlerle ağırlaştırılmış müebbet istenmesinin benim gibi başkaları tarafından da endişeyle izlendiğini düşünüyorum.

Hukuka olan toplumsal güvenin bizi toplum olarak bir arada tutan ve geleceğe olan güvenimizin teminatı olduğuna inanıyorum. Bu güvenin sarsılmasının Mart ayında yoğun olarak tartışılan ülkenin devamlılığına onarılması zor zararlar vereceğini de düşünüyorum.

Ben bugüne kadar hep toplumsal diyalogdan, uzlaşmadan ve iletişimden yana oldum. Bütüncül bir muhalefet yerine her türlü ayrımcılığa, ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, islamofobiye, yabancı düşmanlığına, militarizme ve savaşa muhalif oldum. Bunun için bir ödül beklemedim ama 10m²’ye kapatılmayı da beklemiyordum.

Farklı görüşlerin ve kimliklerin bir arada durabildiği, farklı sorunların birlikte dile getirildiği, demokrasinin en az seçimler kadar önemli bir unsuru olan sivil toplumun ve sivil toplumla ilgili toplantı ve eğitim düzenleme, yayın yapma ve yurt dışından fon alma gibi faaliyetlerin kriminalize edilmediği bir Türkiye umudumu canlı tutuyorum.

24 Haziran’daki ilk duruşmaya kadar olmayan örgüte üye olmadığımı nasıl ispat edeceğimi düşüneceğim. Öte yandan “Sen ne suç işlediğin için hapistesin” diye soran yedi yaşındaki kızıma cevap verecek bir sorumlu aramaktan vazgeçmeyeceğim.

Benim tutukluluğumun 150., Osman Kavala’nın tutukluluğunun 532. gününde, bir hukuk devletinde olması gerektiği gibi yakında tahliye edileceğimize ve davamın tüm sanıklarının beraat edeceğine olan inanç ve umudumu koruyorum.