Gündem

Yeni Şafak'ta: Somali'deki camiye gözü yaşlı bakan dindar kesimin Türkiye için sosyal adalet derdi yok

İsmail Kılıçarslan: Makro konuşuyoruz, hakiki sıkıntılarımızı öteliyoruz

27 Ocak 2015 11:08

“Durmaksızın ‘makro’ konuşulan bir güzel ülkemiz var” diyen Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan, “Bugün Türkiye’nin Somali’de yaptırdığı okulu, camiyi, yolu gözyaşları içerisinde seyreden (ve elbette iyi ki de böyle yapan) dindar kesimin ülkesi için ‘sosyal adalet’ isimli bir derdinin kalmamış olmasını ne anlamlı ne de anlaşılabilir buluyorum. İnsan, en çok sevdiğini zorlamalı, en çok sevdiğinin değişmesi için uğraşmalı değil midir yahu?” dedi.

Kılıçarslan, yazısında “Makro önemli mi? Elbette önemli... Ama ya Ahmet abinin çökmüş omuzları, ya Büşra’nın bisiklete binebilme hayali, ya Ayşe ablanın akşam sofraya yemek koyup koyamayacağı... Bi kolları sıvasak mı artık? ‘Small is beatiful’ deyip işe en başından başlama cesareti göstersek mi? Ne diyordu Keynes: ‘Kurduğum aşağılık düzeni bozmak mı istiyorsun hacım? O halde işe dünyayı kurtararak değil, komşunun halini hatırını sorarak başla” görüşünü dile getirdi.

İsmail Kılıçarslan’ın Yeni Şafak gazetesinin bugünkü (27 Ocak 2015) nüshasında yayımlanan “‘Small is beatiful’ mu usta?” başlıklı yazısı şöyle:

 

‘Small is beatiful’ mu usta?

 

 ‘adam smithi boşver, schuamer yerden göğe kadar haklı

zaten görünmez elle bir ilgisi yok

bölüşmek, ekmeğimi ikiye bölmek, ekmeğimi hakça

yarısını saniş ablaya uzatmak, ellerim ideolojik değil

ne filistin ne suriye ne arakan sanılmasın umurumda değil

ama en büyük sınır ötesi harekat, hatırını sormak fatma teyzenin’

İsmini Ernst Friedrich Schuamer’in bir kitabından alan şahane Dilek Kartal şiirinin, yani ‘Small is beatiful’un beni dağıtan kısmı tam da burası oldu. Şiiri, Bize Müsaade’nin son yayınında sevgili Haşmet Babaoğlu’nun sesinden bir kez daha dinlerken tam da bu bölümde yutkundum yine. Yutkundum, zira belki de asıl olarak bulmamız ve sımsıkı sarılmamız gereken şeyi bize yine bir şair söylüyordu işte.

Şimdilik, ‘Türk düşüncesi, Türk şiirinin bir şubesidir’ diyelim ve geçelim bu bahsi. Zira başka bir bahisten ilerlemek niyetindeyim.

Durmaksızın ‘makro’ konuşulan bir güzel ülkemiz var. Bu makro konuşmaları sadece siyasetçilerimiz, akademisyenlerimiz, yazarlarımız, çizerlerimiz değil; taksi şoföründen fabrika işçisine, cami cemaatinden kahvede okeye dördüncü arayanına kadar herkes yapıyor. Kimsenin aslında sokağında, caddesinde ne olup bittiği ile gerçekten bir ilgisi yokmuş gibi.

Süreç nasıl böyle işledi ve biz nasıl bu hale geldik bilmiyorum. Ancak mesela benim çocukluğumda asgari ücret meselesi tek tek toplumun bütün bireylerini ilgilendiren ve bu yanıyla ‘mikro’ kalmayı başarabilen bir meseleydi. Şimdilerde asgari ücret bile makroekonomik teori bilmem nelerinin küçük bir kalemi sadece.

 ‘Makro’ konuşmaya devam ettiğimiz sürece gündelik dertlerimizi, hakiki sıkıntılarımızı da öteliyor gibiyiz sanki.

İşte tam burada Dilek Kartal’ın o şahane dizesi imdadımıza yetişiyor ve bizi yakalarımızdan tutup sarsıyor: ‘ama en büyük sınır ötesi harekat, hatırını sormak fatma teyzenin’

İktidar ya da muhalefet partisi diye ayırmaksızın söylüyorum bunu. Toplumsal olanla doğrudan ilgili olduklarını düşündüğümüz siyasetçilerimizin Fatma teyzenin hatırını soracak ve böylelikle bizi ‘mikro’ olanla yeniden barıştıracak enerjileri kalmamış görünüyor.

Geçenlerde bir okurum yanıma yaklaşıp ‘abi, hiç asgari ücret yazısı yazmadın. Bekliyoruz’ deyince, asgari ücret üzerine niçin yazmadığımı uzun uzun düşündüm. Hayır. Asgari ücretin fevkalade yetersiz bir düzeyde olduğunu söylemekten kaçınacak biri değilim. 4 kişilik bir ailenin açlık sınırının 1.205 lira olduğunu düşündüğümüzde asgari ücretle çalışan bir babanın her ay bu sınırın da 300 lira altında bir para kazanmasını anlayışla karşılayabilecek biri de.

O halde nedir beni bu yalın gerçeği konuşmaktan alıkoyan. Sahip olduğum ideoloji mi? Desteklediğim parti mi? Hadi diyelim ki benim için öyle olsun. İyi de ‘ben muhalefet yapıyorum’ diyen siyasi partinin de, gazetenin de, STK’nın da kesinlikle umurunda değil asgari ücret.

Burada bir duralım ve ‘yahu bir sürü haber yaptık, bir sürü Meclis konuşması gerçekleştirdik, bir sürü bilmem ne ettik’ diyeceklere cevabımızı şöyle verelim: ‘İyi ya güzel kardeşim, ben de tam ondan söz ediyorum. Senin makro okumalarının bir enstrümanı olarak arada bir asgari ücretin yetersizliğini hatırına getiriyor olman, konuştuğun hiçbir şeyi gerçekten küçültüp gözümüzün tam da içine sokabilme başarısı gösterememen zaten sorunun en büyüğü.’

12 yıldır ısrarla ve anlaşılabilir bir sahicilikle ‘asgari ücret’ üzerinden ‘küçük adamı’ etkileyebilecek bir muhalefet yapmayı başarabilen herhangi bir partiyi, herhangi bir düşünürü, yazarı, çizeri göreniniz, duyanınız var mı?

Çantasının fiyatı yanında çalıştırdığı hizmetçinin maaşından fazla birinin yaptığı toplumsal muhalefetten, asgari ücret muhabbetinden ne çıkar Allah aşkına? Zaten onlardan hiç mi hiç umudum yok bu hususta.

Peki, dindarlara ne oluyor yahu? Bugün Türkiye’nin Somali’de yaptırdığı okulu, camiyi, yolu gözyaşları içerisinde seyreden (ve elbette iyi ki de böyle yapan) dindar kesimin ülkesi için ‘sosyal adalet’ isimli bir derdinin kalmamış olmasını ne anlamlı ne de anlaşılabilir buluyorum. İnsan, en çok sevdiğini zorlamalı, en çok sevdiğinin değişmesi için uğraşmalı değil midir yahu?

Makro önemli mi? Elbette önemli... Ama ya Ahmet abinin çökmüş omuzları, ya Büşra’nın bisiklete binebilme hayali, ya Ayşe ablanın akşam sofraya yemek koyup koyamayacağı...

Bi kolları sıvasak mı artık? ‘Small is beatiful’ deyip işe en başından başlama cesareti göstersek mi?

Ne diyordu Keynes: ‘Kurduğum aşağılık düzeni bozmak mı istiyorsun hacım? O halde işe dünyayı kurtararak değil, komşunun halini hatırını sorarak başla.’