Gündem

Yeni Şafak yazarı: Müslümanlardan öylelerini tanırız ki, para kazanınca cenneti dünyada yaşamaya başladı

"Demokrasiyi bile arzu eder hale gelmezdik"

09 Temmuz 2017 16:01

Yeni Şafak gazetesi yazarı Faruk Beşer, Sakarya'da vahşice öldürülen Suriye uyruklu kadın ve 10 aylık bebeğiyle ilgili olarak sadece Türkiye'nin değil Ümmet'in meselesi olduğunu söyledi.

Beşer, müslümanların ilk bozulmalarını dünya-ahiret dengesini kaybetmeleriyle başladığını belirterek "Müslümanlarından öylelerini tanırız ki, bilahare para kazanınca cenneti dünyada yaşamaya başladılar ve heyecanları kaybolunca da bırakın başkalarını, kendi çocuklarıyla dahi ilgilenemediler, onları modern kültürün kucağına terk ettiler ve kendileri faraza, yüzde doksan Müslüman iseler, çocukları ancak yüzde elli Müslüman kalabildi" ifadesini kullandı.

Beşer'in Yeni Şafak'taki yazısı ( 9 Temmuz 2017) şöyle:

"Aslında dünyevileşme mi yönetimleri bozdu, yoksa bozulan yönetimler mi dünyevileşmeyi beraberinde getirdi"  ifadelerini kullandı.

Biz tarihi büyük zilletten söz ederken dün Sakarya’da bu uygarlığın tüyler ürpertici bir vahşetiyle irkildik. Sakarya bunu müstahak değil, Türkiye müstahak değil, Ümmet müstahak değil. Bu lekeyi temizlemek için herkes en az bir adım ilerlemek zorunda. Bunun bir sebebi de caniler idam edilmesin diyenlerdir.

Özeleştiri yapıyorduk.

İmam Malik’in şu sözünü hep hatırda tutmalıyız: ‘Bu ümmetin başı ne ile felah bulduysa, sonu da ancak onunla iflah olabilir.’

Allah ne buyuruyordu: ‘Biz her insanı sıkıntılara göğüs germek üzere yaratmışızdır’ (Beled 4). ‘Ey insan, sen rabbine kavuşuncaya dek çalışıp didinmek durumundasın (İnşikak 6). ‘İnsan için sa’yu gayretinden başka bir şey olamaz, onun bu gayreti görülecektir’ (en-Necm 39-40).

Diğer yönden şöyle de buyuruyordu: ‘İnsan aceleci bir varlıktır (İsra 11)’. ‘Ey insanlar! Siz peşin olanı istiyorsunuz, sonrakini bırakıyorsunuz (Kıyame 20-21)’. ‘Dünya hayatını tercih ediyorsunuz, oysa Ahiret daha iyi ve daha kalıcıdır (A’la 16-17).

Dikkat edilirse bu ve benzeri ayetlerin hiç birinde dünyayı terk edin anlamına gelecek bir ifade yoktur. Sadece kalıcılık, iyilik ve rahat açısından öbür dünya ile bir kıyaslama vardır. O halde her birine ederi kadar değer vermek aklın gereğidir. Ama asıl ve kalıcı olanı da ancak bu dünya ile ve bu dünyada kazanabilirsiniz. Onun için Allah şöyle de buyurmuştur, ‘servetinizi sefih insanlara bırakmayın, onu Allah sizin kıyamınız için yaratmıştır (Nisa 5)’. Kıyam, ayağa kalkabilme ve ayakta durabilme demektir. Demek ki, sizi önce ayağa kaldıracak sonra da ayakta durmanızı sürdürecek olan şey dünyadır, dünyalıktır, mal ve servettir. Ancak şu ince noktayı da görmek gerekir; siz dünyayı esir alacaksınız, o sizi esir almayacak. Hem dünyayı başkalarına bırakmayacaksınız, hem de kendinizi dünyaya bırakmayacaksınız, hedefiniz dünya olmayacak, dünyayı bir araç olarak göreceksiniz.

Resulüllah’ın şu duası bu açıdan muhteşemdir: ‘Ya Rab! Bizi en büyük derdi dünya olanlardan ve ondan başka bir şey bilmeyenlerden eyleme’.

Öyle sanıyorum ki, meselenin püf noktası burasıdır. Müslümanlar ilk elli yılda dünyanın neredeyse yarısını aldılar ama dünya o ilk nesilden hiç birini alamadı. Dünya insanı alırsa dünyevileşme başlar. Bu özellik acul olarak yaratılan insanın tabiatında bulunan nefsani bir meyildir. İnsan bunun kontrolünü tek başına zor yapar. O dönemlerde bu kontrolü Raşit yönetimler sağlamıştı. Hz. Ömer’in hayatını okursanız Hasan Basri’nin dediğine hak verirsiniz: ‘Siz onları görseydiniz bunlar deli midir, derdiniz. Ama onlar sizi görseydi bunlar İslam’dan başka bir dine mi mensup, diye sorarlardı’.

İlk bozulma Müslümanların dünya-ahiret dengesini kaybetmeleriyle başladı. Bunun diğer adı, dünyevileşme ve rahatına düşkün olmadır. Müslüman konformist olursa ikinci nesil çürümeye başlar. Bunu günümüzde de müşahede edebiliriz. Yetmişlerin, Allah için canını bile feda etmeye hazır, hızlı Müslümanlarından öylelerini tanırız ki, bilahare para kazanınca cenneti dünyada yaşamaya başladılar ve heyecanları kaybolunca da bırakın başkalarını, kendi çocuklarıyla dahi ilgilenemediler, onları modern kültürün kucağına terk ettiler ve kendileri faraza, yüzde doksan Müslüman iseler, çocukları ancak yüzde elli Müslüman kalabildi. Üçüncü nesil ise doğal olarak yüzde otuz Müslüman olacak ve heyecan yeniden yakalanamazsa bu düşüş böyle devam edecektir.

İşte Müslümanların ilk gerilemesi de böyle başladı. Dünyayı aldılar ama sonra heyecanlarını kaybettiler. Heyecan gidince de dünya da gitti, din de gitti elimizden. O ilk Müslümanlara o heyecanı veren ve bunu canlı tutan bizzat Resulüllah’tı, ardından da onun eğittiği Raşit Halifelerin müstakim yönetimleri idi. Bu sebeple Resulüllah Efendimiz (sa) onların yönetimine dikkat çekiyor ve ‘Siz benim sünnetime ve Raşit-Mehdi halifelerimin sünnetine/uygulama biçimine sımsıkı sarılın’ buyuruyordu. Mehdiyi de böyle anlamak lazım.

Aslında dünyevileşme mi yönetimleri bozdu, yoksa bozulan yönetimler mi dünyevileşmeyi beraberinde getirdi, tartışılır. Ama hem dünyevileşmenin, hem yönetimlerdeki bozulmanın geri kalmanın ilk iki sebebi olduğunda şüphe yok. Bilindiği gibi İslam’da yönetimin esası şuradır/meşverettir. Devletin şekli ve yapılanması teferruattır ve zamanın şartlarına bırakılmıştır. Ama Emevîlerin başlattığı ve İslam’ın asla onaylamayacağı saltanat, artık hilafetin kaldırılmasına kadar Müslümanların yakasını hiç bırakmadı, Müslümanlar da bundan kurtulmanın yolunu bir türlü bulamadılar. Kötü olan yönetim padişahlık ya da krallık değil, mutlak monarşidir istibdattır. Eğer Müslümanlar şurayı değiştirilemez ve etkin bir kurum haline getirebilselerdi demokrasiyi bile arzu eder hale gelmezdik.