Gündem

Yeni Şafak yazarı: Erdoğan'ın uçağında erken koşan başköşeye oturuyor!

Hep de aynı kişi hızlı konuşuyor nedense; mesleğe başladım başlayalı, siftah yok

25 Temmuz 2017 15:21

Eski Anadolu Ajansı (AA) Genel Müdürü ve Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk 24 Temmuz Gazeteciler ve Basın Bayramı kapsamında Cumhurbaşkanı'nın uçağına binen gazetecilerle ilgili yazdı. Uçağa binen gazetecilerin bazılarının bir yılda 10 defa bindiğini öğrenen Öztürk, "En etkili köşe yazanlarını da başköşeye oturtuyorlar diye düşünüyordum. Meğer, erken koşan kapıyormuş. Hep de aynı kişi hızlı konuşuyor nedense. Mesleğe başladım başlayalı, siftah yok. Sorun ne acaba?" diyerek sordu.

Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, "Basın Bayramı'nın yayınlanmamış notları" başlıklı (25 Temmuz 2017) yayımlanan yazısının tamamı şöyle:

Bir köşe yazarı olarak, her bayramda insan şöyle hediye falan bekliyor ama gelen yok. Bana gelen postalara bakıyorum. Konferans, seminer, açık oturum, dergi, kitap. İlçe belediyelerin etkinlikleri, bakanlıkların açılışları… Peki bu hediye saatler, telefonlar, kalemler kime gidiyor? Daha doğrusu bana niye gelmiyor?

Neden maldivler'e biz gitmiyoruz?

Maillerde de durum şudur: FETÖ soruşturmalarında meydana gelen mağduriyetleri anlatan yüzlerce mail. Etkili muhasebe kursları (bana niye gönderiyorlar sürekli bilmiyorum), Malatya Kayısı Festivali, müşteri yönetimi ve tahsilat riski semineri, psikoterapi kongresi (neden ben?)… böyle devam ediyor.

Konuşmacı olarak istenilen konular: Ortadoğu, 15 Temmuz, FETÖ, medyanın geleceği, yeni dünya düzeni, Avrupa ile kriz, siyaset… Konuların tamamı kriz. Bir tane huzur ve mutluluk veren mesele yok.

Yaz günü Maldivler’e, kış günü Kanada’ya, baharda St. Petersburg’a davet eden yok. Nedense hep aynı kişileri davet ediyor büyük şirketler. Sanırım benim yazılarımı beğenmiyorlar. Yazı konularımı buna uygun hale getirmek lazım.

Restoranlardan da davet yok. Her hafta, “en güzel on kahvaltı yeri” konulu yazı çıkıyor bizim medyada. Toplamda bin tane oldu sanırım. Buraya da davet eden yok. Bu yerlere gidip önce kahvaltıyı yapıp, sonra bir tivit atıyor bazı yazarlar. Ee tabii yüzbinlerce takipçisi varmış. Benim gibi takipçi fakiri değil. İddia o ki, bu tivitlerden kahvaltının üstüne bir de para alıyorlarmış. Alıyorlarsa, asıl bayram onlara bence.

Yaz günü en çok, “keşfedilmemiş en iyi on tatil beldesi” yazısında patlama var. Her sene yeniden keşfediyorlar bu yerleri. Güzel yerler. Neden keşfedilmemiş yazıyorlar ki? Neticede çoğu Marmaris gibi, Muğla’nın ilçelerine ait yerler. Burada bir gün bile tatile davet edilmedim. Hayır, gezgin bir tarafım da var. Dağ yürüyüşlerini de yazıyorum. Demek beş yıldızlı oteller bu yazılardan hoşlanmıyor. Dağda gezen adamdan ne olur?

Cumhurbaşkanı'nın uçağaında baş köşe

Bayram günü aklıma gelen bir başka konu daha var. Cumhurbaşkanı’nın uçağına binen gazetecilerin listesi yayınladı geçenlerde. Bazıları bir yılda 10 defa binmiş. Maşallah. Bazıları 7-8. Demek ki, bu yazarların gezi sonrası yazdıkları çok büyük yankı uyandırıyor ki, hep onları çağırıyorlar.

En etkili köşe yazanlarını da başköşeye oturtuyorlar diye düşünüyordum. Meğer, erken koşan kapıyormuş. Hep de aynı kişi hızlı konuşuyor nedense. Mesleğe başladım başlayalı, siftah yok. Sorun ne acaba? O büyük uçağı nasıl merak ediyorum bilseniz!

Televizyonlarda program yapan, hemen her gün bir ekranda, bıçkın yorumlar yapan ve bunu sosyal medyada sürdürenlere de ayrıca gıpta ediyorum. Nasıl beceriyorlar tüm bunları? Ne zaman okuyorlar, ne zaman bilgi topluyorlar, nasıl yapıyorlar anlamış değilim. Programlardaki performansları da hep aynı. Maşallah. Hep polemik, laf sokma, hasım gördüğünü yerin dibine sokma eğilimindeler. Yani sakin sakin meseleyi anlatana ekmek yok ekranlarda. Ben anlamıştım zaten.

Muhalif olmak şart mıdır?

‘Muhalif olmak, gazeteciliğin genetiğinde vardır’ tartışmasını yeniden mi başlatsam? Yok yanlış anlamayın, ben bu fikre karşı olanlardanım. Gazeteci illa muhalif yazı yazacak diye kendini kasınca, ortaya çok trajikomik şeyler çıkıyor. Marmaray’ı eleştireceğim diye, “burada balıklar gözükmüyor” diye yazı yazan meslektaşlarım vardı. O nedenle ‘genetiğimizde muhaliflik var’ fikri doğru değil.

Muhalif olmayalım diye her gün güzelleme yazmanın da alemi yok tabi. Bu ülkede hiç kötü bir şey olmuyor mu diye soruyor insan bu tür yazarları görünce. Her gün yağlı börek yemek gibi. Dengeli yazanlar da kimseye yaranamıyor diye düşünenler var. Ben o kanaatte değilim. Doğruya doğru, yanlışa yanlış diyen bir yazar görseniz peşini bırakmayın.

Hapisteki gazeteciler

Hapisteki gazetecilerden bazıları için hakimlerle aynı fikirde değilim. Onları tutuklama gerekçesi FETÖ olamaz. Uluslararası baskılardan dolayı değil, ancak tüm FETÖ yargılamalarının selameti için bazı gazeteciler en azından tutuksuz yargılanmalı.

Bazılarının da gazetecilik mesleğinin adını kirlettiğini düşünüyorum. Yani hakimle bu konuda aynı fikirdeyim. Onların tutuklanma gerekçesi mesleğimiz değil. Ne üzücüdür ki bunlar da gazeteci diye anılıyor. Bu tanımlamaya bir çare bulmak lazım.

Basın Bayramı nedeniyle içimi dökmek istedim. Yayınlanmamış notlarımı yayınladım. İyi oldu. Keşfedilmemiş tatil beldesi yazısı gibi oldu mu?

Bazen bizim de kendimizden şikayetçi olduğumuz oluyor işte. Bana biraz dokundu bu davet, hediye, gezi işleri. Hafiften futbol, magazin, lezzet ve şirketlerden haberler konusunda gireyim ileriki yazılarda diyorum. Bilmiyorum siz ne diyorsunuz? Netice siz okuyacaksınız.