2 Şubat 2015 tarihinde yayımlanan yazısında “Başkanlık sistemi yerine Hilafet’i konuşsak mı?” diye soran Yeni Akit gazetesi yazarı Faruk Köse, gelen tepkilere yanıt vererek “İslami’ olduğunu iddia eden bir çalışma grubu, cemaat, tarikat, parti vs., eğer ‘Hukukta Şeriat, İdarede Hilafet’ idealini taşımıyor ve çalışmalarını bunu sağlamaya yönelik olarak ‘nitelikli şekilde’ yapmıyorsa, onun ‘İslami’ manada ‘İslamilik vasfı’ yok demektir” dedi.
Faruk Köse yazısında “Hal böyleyse bunlar, ‘müslüman bireyler ve kümeler’i, müslümanların ‘zaman’ını, ‘maddi ve manevi kaynaklar’ını, ‘maddi ve manevi değerler’ini, ‘varlıklar’ını, ‘umut’larını, ‘heyecan’larını vs. boşuna harcamasın, heba etmesin. Ya asıl işini yapsın, ya da buna ufku ve yüreği yetmiyorsa, kendini feshetsin! Bizi kurtaracak tek yol: Hukukta Şeriat, idarede Hilafet!...” ifadelerini kullandı.
Faruk Köse’nin Yeni Akit gazetesinin bugünkü (4 Şubat 2015) nüshasında yayımlanan, “Hukukta Şeriat, idarede Hilafet...” başlıklı yazısı şöyle:
‘Hukukta Şeriat, idarede Hilafet...’
Önceki günkü (02.02.2015) yazımda, “Başkanlık sistemi yerine Hilafet’i konuşsak mı?” diye başlıktan sormuş; asıl meselemizin “hükümet etme biçimi” değil, “hükümetin neye göre işleyeceği”ni, “hayatın nasıl yaşanacağı”nı biçimlendiren “rejim” olduğunu, bunun için “Başkanlık Sistemi tartışması”na bir süre ara verip, artık “rejim değişikliği”ni konuşmamız gerektiğini ifade etmiş ve “nasıl bir rejim?” sualine net bir cevap vermiştim:
“Hukukta Şeriat, İdari mekanizmada Hilafet!...”
Yazıyı bitirirken, soru formatında temennim şöyleydi: “Laik-Kemalist Rejim tarafından yıkılan Hilafet Sistemi’nin tekrar nasıl ihya edileceğini konuşsak, artık buna kafa yorsak... Fena mı olur?”
Yazı birilerinin kimyasını fena halde bozmuş. Konuya dair “fikir üretecek beyinden yoksun” bulunanlardan, ya da “Laik-Kemalist rejim”in uyuşturduğu “beyinlerinde fikir namına en ufak bir şey olmayanlar”dan bol miktarda küfür, hakaret ve belaltı kabalık gördüm. Söyleyecek sözü olmayan, diyecek laf bulamayan kim varsa çıkıp küfretmiş; ama önemli değil. Hani “Şeriatçı atalarımız” demişler ya; “it ürür, kervan yürür” diye. Varsın itler ürüyedursun, biz “kervanın nasıl yürüyeceğine dair stratejiler”i oluşturmak üzere konuşmaya devam etmeliyiz.
Sözü çok fazla uzatmayacağım. Açık ve net söylüyorum:
Bugün ülkemizde bir toplum var, ama kendine ait asli “inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne uygun bir “rejim”le yönetilmiyor. Bugün ülkemizde bir “rejim” var, ama bazı “destekçi topluluklar” bulsa da, kendini benimseyen “genel toplumsal destek”ten yoksun. Yani ülkemizde, “rejimi olmayan bir toplum ile toplumu olmayan bir rejimin tipik ve traji-komik beraberliği” var. Çünkü rejim ile toplum arasında, rejim ile “toplumun asli inanç, kimlik ve kişilik değerleri” arasında tam anlamıyla uyuşmazlık var.
Esaslı sorunlarımızın bu uyuşmazlıktan çıktığını artık anlamak lazım. Zira “rejim-toplum uyuşmazlığı”, pratikte “devlet-toplum zıtlaşması”nı ürettiğinden, Devlet, “toplumu potansiyel suçlu” olarak görmekte ve bütün adımlarını o potansiyel suçluyu zapturapt altına almaya yönelik olarak atmakta; toplum da Devleti “sırtından atılması gereken bir yük” olarak gördüğünden, fırsatını bulduğu an “Devlete çalım atma”ya bakmakta. İşte bu hal, pek çok siyasi, idari, sosyal, kültürel, hukuki, iktisadi ve benzeri sorunların ana menbaını teşkil etmekte.
Demek ki mer’i rejim, toplumu mutlu etmenin, “devlet-toplum uyumlaşması”nı, “devlet-toplum kaynaşması”nı sağlamanın önündeki en büyük engel olma vasfını taşıyor.
Zaten “topluma rağmen”ci bir yaklaşımla, “zor”la, “baskı”yla, “zulüm”le tesis edilen ve “en acımasız yöntemler”le “toplumsal yapı ve doku”yu bozarak bir “ara insan” kitlesi üreten rejimin, “toplumun idaresi”ni gasbederek egemen olduğu malûmunuz.
Bu yüzden, artık “müslüman toplum” için kelimenin tam anlamıyla yük olan, gereksiz kalan rejimin, değiştirilerek “toplumun asli inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne uygun hale getirilmesi elzem olmuştur.
Bu asli değerlerin başkası değil, sadece “İslam” olduğunu biliyoruz. O halde rejim değişikliği ile, yeni bir “sosyal-kültürel, siyasi-idari, iktisadi-mali, hukuki-adli... rejim” ve böyle bir rejimi yürütecek sistem kurulmalı. Yani “rejimiyle birlikte devlet”i, “yaşantısıyla birlikte toplum”u değiştirip dönüştürerek, “devletli hayatı” yeniden kurgulamak lazım.
Bu neye göre olacak? Tabiî ki “toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne göre... Yani İslam’a göre... O halde artık müslümanlar, aralarındaki “anlamsız ve saçmasapan çekişmeler”i bir kenara atıp, “politik tatminlerle yetinme”yi bırakarak “esas konu”ya eğilmek zorunda.
Esas konumuz “İslam Devleti”dir. İslam Devleti için gerekli hukuk “İslam Şeriatı”, gerekli hükümet etme biçimi ise “Hilafet”tir. Artık “Laik/Kemalist rejim”in gasbettiği “Şeriat” ve “Hilafet” gibi iki önemli değerimizi nasıl ihya edeceğimizi ciddi ciddi konuşmalıyız.
“Hilafet müessesesi”nin nasıl ihya edileceğini, hangi “idari-bürokratik unsurlar”ın ve mekanizmalarının olduğunu, Şeriat’ın günümüz şartlarına ve ihtiyaçlarına göre her alandaki hükümlerinin “tasnif ve tedvin” edilmesini, her alana ilişkin olarak elde hazır ve “yasa haline getirilmiş Şer’i hukuk metinleri”ni, Hilafet’e dayalı idari mekanizmanın işleyişine dair gereklilikleri falan... konuşmalı; buna dair somut verileri hazırlamalıyız artık.
“İslami” olduğunu iddia eden bir çalışma grubu, cemaat, tarikat, parti vs., eğer “Hukukta Şeriat, İdarede Hilafet” idealini taşımıyor ve çalışmalarını bunu sağlamaya yönelik olarak “nitelikli şekilde” yapmıyorsa, onun “İslami” manada “İslamilik vasfı” yok demektir.
Hal böyleyse bunlar, “müslüman bireyler ve kümeler”i, müslümanların “zaman”ını, “maddi ve manevi kaynaklar”ını, “maddi ve manevi değerler”ini, “varlıklar”ını, “umut”larını, “heyecan”larını vs. boşuna harcamasın, heba etmesin. Ya asıl işini yapsın, ya da buna ufku ve yüreği yetmiyorsa, kendini feshetsin!
Bizi kurtaracak tek yol: Hukukta Şeriat, idarede Hilafet!...