28 Mayıs 2014 19:29
Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “paralel yapı” dediği Gülen cemaati mensuplarının, daha önce bıyık bırakmadıkları halde şimdi bıyık bıraktıklarını yazdı.
Karakaya, “Daha önce bıyıksızdılar, şimdi bıyık bırakmaya başladılar!.. Daha önce hiç namaz kılmazlar, hepsini birleştirip akşam evde kıldıklarını söylerlerdi... Şimdi; Herkesten önce mescidlere koşup, namaz kılmaya başlamışlar!.. Daha önce Paralelci olduklarını gizlerlerdi, şimdi başkalarını Paralelci olmakla suçlayıp, oradan attırmaya çalışıyorlar!” dedi.
Hasan Karakaya’nın Yeni Akit gazetesinin bugünkü (28 Mayıs 2014) nüshasında yayımlanan, ‘Paralel’in B Plânı: Bıyık bırak, takke tak, mescide koş!’ başlıklı yazısının ilgili kısmı şöyle:
Atalarımız demişler ki;
“Can çıkar, huy çıkmaz!”
Ve yine demişler ki;
“Eşeğe altın semer de vursan,
Eşek, yine eşektir!”
Bunu niye yazdım?..
Son günlerde “ilginç mailler” ve “telefon”lar alıyorum... Bilmem hangi “bakanlık”ta, “Milli Görüş veya MGV geleneği”nden gelen memurlar, amirler ve müdürler, bakanlığın “müsteşar”larına veya “bizzat bakanın kendisine”hitaben “ihbar mektupları” yazıp, yiyorlarmış ki;
“Falanca, filanca ve feşmekanca Paralelci’dir!.. Onlar, Fetullah Gülen’in teknik nakavt taktiğine uygun olarak kendilerini gizliyorlar!.. Tek hedefleri var, o makamda kalabilmek!”
Dikkat edin;
Bu “ihbar”ları yapan “Paralelciler”dir!..
Kendileri “Paralelci” değilmiş gibi; “Milli Görüş ve MGV kökenlileri” ihbar edip, “onları attırmaya” çalışıyorlar!..
Onlar gitsin ki;
Kendi adamlarına yer açılsın!..
Bana da böyle “mail”ler ve “mektup”lar gelmişti... “Paralelcilere taviz vermediğini bildiğim bir bakanlık”la ilgili öyle “iddia”larda bulunuyorlar, öyle “suçlama”lar yapıyorlar ve öyle “isim”lerden söz ediyorlardı ki, “yazmamak” mümkün değil!..
Ama, bi dakka!..
O bakanlıkta “tanıdığım ve güvendiğim” biri vardı... “Üst düzey bir bürokrat”tı... Hemen onu aradım...
Dedim ki;
“Böyle, böyle, böyle!”
Dedi ki;
“Birkaç isim ver!”
Başladım isimleri sıralamaya...
“Bir, iki, üç...” derken; “Allah’tan korksunlar” dedi;
“Onlar Paralelci değil ki, hepsi de Milli Görüş kökenli insanlar!”
Sonra, “eş”lerine, “çocuk”larına varıncaya kadar, “nerede, ne iş yaptıklarını” anlattı!..
Anlayacağınız;
Can çıksa da, huy çıkmıyor...
Paralelciler, “taktik değiştirseler” de, hâlâ “devlete sızma” peşindeler!..
Nasıl yapıyorlar, nasıl ediyorlar bilmiyorum ama, “ihbar ettikleri” kişileri bir şekilde görevden aldırıyorlar!..
Hem de, “O, Paralelci” diyerek!..
Geçenlerde, “üst düzey bir bürokrat” mail gönderdi...
Başına gelenleri anlatmış...
“Paralelcilere karşı verdiği mücadele”de “yalnız” kalınca, daha fazla direnememiş, çeşitli bakanlıklarda, çeşitli görevler almış... En son geldiği bakanlıkta; “otomotiv kuruluşları”nın görüşmek için “randevu”lar aldığı bir “Daire Başkanlığı”na getirilmiş!..
Gelin, görün ki;
Hiçbir gerekçe gösterilmeden, 30 Nisan’da, “Paralel Yapı’nın Bakan Bey’e dalgın bir anında imzalattıkları bir onay” ile 5 Mayıs 2014’te görevden alınmış!..
Şu anda “Bankamatik memuru” imiş... Hiçbir iş yapmıyormuş!..
Düşünebiliyor musunuz;
“Daire Başkanlığı”ndan,
“Bankamatik memurluğu”na!..
Peki niye?..
“Herhalde gelene ağam, gidene paşam demediğim için!..
Fetullah Gülen ve Cemaat’e karşı tavrım biliniyordu, herhalde bundan rahatsız oldular ve beni harcadılar!..
Hem de, Paralelci diyerek!..
Oysa ben;
1990 yılından beri Kadiri Şeyhi Ahmet Kuddusi Hazretleri’ne bağlıyım!’..
Paralel’le hiçbir bağım yok!..
Onlara sempatim de yok!”
Bu, “birinci taktik”leri!..
Yani, “Paralel’le hiçbir ilgisi olmayan” kişileri “Paralelci” diye ihbar edip, görevden aldırmak!..
Bir de, “ikinci taktik”leri var ki, onu da bir “avukat arkadaş” anlattı.
“Bu Paralelciler” dedi;
“Daha önce bıyıksızdılar, şimdi bıyık bırakmaya başladılar!..
Daha önce hiç namaz kılmazlar, hepsini birleştirip akşam evde kıldıklarını söylerlerdi...
Şimdi;
Herkesten önce mescidlere koşup, namaz kılmaya başlamışlar!..
Daha önce Paralelci olduklarını gizlerlerdi, şimdi başkalarını Paralelci olmakla suçlayıp, oradan attırmaya çalışıyorlar!”
Atalarımız demiş ya;
“Eşeğe altın semer de vursan, eşek aynı eşektir!”
Paralelciler “bıyık” da bıraksa, “namaz”a da koşsa, yine “Paralelci”dir!.. Yakından bakmaya gerek yok, 80 metre mesafeden de baksan, “Paralel Suratları” hemen tanırsın!..
Çünkü onların;
“Yüz”leri de, “saç kestirmeleri” de, “bıyık”ları da birbirine benzer ve adeta “Ben Paralelim” diye bağırır!..
Bunların “CV”sine bakmaya hiç gerek yok, “yüz”lerine baksan, “Paralelci” olduklarını hemen anlarsın!..
O zaman ne yapacağız?..
Başbakan Tayyip Erdoğan, Almanya ziyaretinden dönüşte, uçakta gazetecilere demiş ya;
“Gezi olaylarından bu yana; Pensilvanya, gerilimlerin tam göbeğinde!..
Neresinde diye bir şey yok, tam göbeğinde!.. Şu anda hangi taşın altını kaldırsan, altından o çıkıyor!..
Bu denli işin içinde!..
Ve malesef, farklı dini gruplarla dinlerarası diyaloğu kurabilen Pensilvanya, kendi ülkesinde Müslüman kardeşleri ile diyaloğu kuramamış, onları çok farklı bir şekilde itham etmeye başlamıştır.
Allah’ın, Kur’an’daki kesin hükmünün, ‘Ancak inananlar kardeştir’ hükmünün gereğini yerine getiremiyorsun. Orada farklı yere düşüyorsun.
Farklı dini gruplarla dini diyalog arayışına girerken öbür tarafta kendi Müslüman kardeşini, her türlü yakıştırmalarla bir kenara itiveriyorsun.
Bu, düşündürücüdür.”
Demek oluyor ki;
Taşları yerinden oynatacak, nerede “Paralelci” varsa, onların “maske”lerini indirip; hem “deşifre” hem “teşhir” edeceksin!’..
Ki, “kazdıkları kuyu”ya,
Kendileri düşsün!..
Bu vesileyle, “konuyla pek fazla ilgisi olmasa” da, “Paralelci kafa yapısı”nı ortaya koyan bir mevzudan söz etmek istiyorum...
Malûm, Zaman yazarı Ali Ünal, Soma’daki maden ocağında meydana gelen “facia”dan sonra, bir yazı kaleme alıyor ve “Soma’daki maden ocağında şehit olan” işçilerin başlarına gelenleri “helâk olan toplumlar”a benzetiyordu... İşçilerin madende “şehit” olmalarını da “AK Parti’ye oy vermelerine” bağlıyor ve diyordu ki:
“Kader, bir toplum hakkında umumî bir musibete hükmederken, toplum çoğunluğunun hata ve zulümlerini de nazara alır ve böylesi musibetler geldiği zaman suçlu-masum ayrımı yapmaz.”
Tarihteki “helâk olan toplumlar”dan örnekler veren ve “helâk olma özellikleri”nin, “AK Parti’ye oy verenlerde de bulunduğunu” iddia eden Ali Ünal, bu iddiasına “Kur’an-ı Kerim’i de alet ediyor” ve yazısını şöyle devam ettiriyordu:
“Ve Kur’ân; helâk edilen kavimlerin aldatma, ahlâksızlık, ölçüde-tartıda hile yapma, zulüm, zalimlere körü körüne itaat, bol geçimlikle şımarma, fısk, ikazlara kulak asmama gibi sebeplerle helâk edildiğine vurgu yaparken, nefsi ruha, cebi, cüzdanı vicdana, mideyi kalbe, parayı ahlâka tercihten başka manâya gelmeyen ‘Çalıyor ama çalışıyor’la böyle bir iktidarı tercih edenler.
Allah buyuruyor:
“Zulmedenlere destek olmayın,
Yoksa size ateş dokunur.”
Ali Ünal’ın bu “saçmalık”larını yayınlayan Zaman gazetesi, “Gökçeada merkezli 6.5 şiddetindeki deprem”den sonra da, İlâhiyatçı Prof. Muhittin Akgül’ün; “İnsanların haksızlık karşısında ses çıkarmaması, bu tip belâ ve musibetlere sebep olabilir!.. Musibetler, Allah’ın ciddi ikazıdır” şeklindeki görüşlerine yer veriyordu...
İyi de, Zaman gazetesine sormak gerekmez mi; Mehmet Kutlular ve Cübbeli Ahmet Hoca, sırf; “Deprem ilâhî ikazdır” dedikleri için “hapis” yattıklarında nerelerdeydiniz?..
Bugün Prof. Muhittin Akgül’ün görüşlerini aktaran Zaman, 1999’da Mehmet Kutlular ve Cübbeli Ahmet Hoca’ya niye sahip çıkmadı?..
Geçelim... Okurlarımdan Hızır Çakır, gündemdeki Soma faciası ve Gökçeada merkezli deprem vesilesiyle yapılan açıklama ve yorumlara, “Kur’an-ı Kerim’in de alet edilmesine” şiddetli şekilde tepki gösteriyor ve diyor ki;
“Meydana gelen kaza, musibet ve felâketlerin; Kur’an-ı Kerim’deki Geçmiş Ümmetlerin Helâk Edilmesi ile bağlantı kurularak anlatılması büyük bir hatadır, yanlıştır!..
Bu olayların geçmiş ümmetlerin helâkı ile mukayese edilmesi; dinen, ilmen, mantıken ve vicdanen asla caiz değildir, doğru da değildir...”
Tabiî ki, “kaza, belâ ve musibet”lerin “ilâhi ceza, ilâhi ikaz” gibi bir yönü vardır... Ama, şunları gözden kaçırmayalım:
l Hadis-i Şerif... Peygamber Efendimiz (sav) buyurur ki; “Allahü Teala’dan 3 istekte bulundum... İkisini kabul etti: Şefaat izni, ümmetimin günahları sebebiyle geçmiş ümmetler gibi helâk edilmemesi... Üçüncü isteğim kabul edilmedi: Geçmiş ümmetler gibi, ümmetim ihtilafa düşmesin...
lGeçmiş ümmetler, Helak edilmeden önce Peygamberleri tarafından; “Böyle devam ederseniz... Gazab-ı İlahi tecelli edecek ve yok olacaksınız” diye uyarıldılar... Ama onlar, inkara, zulme, alay etmeye devam ettiler.
Ve sonunda; ayrı ayrı zamanlarda 6 Ümmet Helâk edildi!..
Ama, buradaki bir “ayrıntı”yı gözden kaçırmayalım... Peygamber Efendimiz (sav), Cenab-ı Allah’tan niyazda bulunup; “Günahları sebebiyle geçmiş ümmetleri helâk ettiğin gibi, benim ümmetimi de helâk etme” diyor...
Ve bu talebi kabul ediliyor...
Gelelim “musibet” meselesine...
Her musibetin bir “illet”i vardır, bir de “hikmet”i... Başımıza gelen musibette “illet” mi vardır, yoksa “hikmet” mi; orasını sadece Cenab-ı Allah bilir.
Dolayısıyla, hiç kimse; hâşâ, “Allah’ın sözcülüğü”ne soyunmak gibi bir “küstahlığa” yeltenmesin!..
Malûm; Peygamber Efendimiz (sav)’in, “Hz. Fatıma” dışındaki bütün çocukları vefat etti ve Peygamberimiz, onların arkasından “gözyaşı” döktü.
Bu olay, Peygamberimiz (sav) için bir “felâket” veya “musibet” midir?.. Evet!..
Peki, bu felâketi yaşaması “illet” midir, “hikmet” midir?..
Bu felâketleri yaşadı diye, Hz. Peygamber’in “suçlu veya hatalı” olduğunu, dolayısıyla “cezalandırıldığını” düşünebilir miyiz?..
Elbette hayır...
Dedik ya;
“Musibet”lerin bir “illet”i vadır, bir de “hikmet”i vardır... Bunun “illet”ten mi, “hikmet”ten mi olduğunu bilecek olan, sadece “Cenab-ı Allah”tır!..
O bildirmedikçe de, hiç kimse “ahkâm” kesemez, “hüküm” açıklayamaz!..
Bunu yapmak isteyene de, derler ki;
“Halt yeme!.. Otur, oturduğun yerde!”
Oturdukları yerden “ahkâm” kesenlerin yaptığı, “dine din katmak”tır, ve “Paralel bir din” oluşturmaya çalışmaktır...
Her zaman diyorum;
“Asıl tehlikeli olan Paralel Devlet kurumları değil, ondan da tehlikeli olan, Paralel Din oluşturma çabalarıdır!”
Bu uğurda yapmayacakları şey, girmeyecekleri kılık yok!..
İşte, şimdi de;
“Bıyık” bırakmaya, “takke”leri kafalarına geçirip, “mescid”lere koşmaya ve “ilk saflarda namaz kılmaya” başlamışlar!..
Onlar her yerde!..
Her taşın altında!..
İyi tanıyın bunları!..
© Tüm hakları saklıdır.