T24 Haber Merkezi
DEVA Partisi Hukuk Politikaları Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sözlerinin özellikle yurt dışında itibarının kalmadığını söylerken, "Avrupa ülkelerinden beklediği hukuk devleti ve çoğulcu toplum modeli konusunda kendisi aksini yapmaktadır. Ülkesinde temel insan haklarını ezen, toplumu kutuplaştıran ve kendisine tabi olmayanları düşmanlaştıran bir anlayışın sözünün gücü olmaz" dedi.
Gündeme ilişkin düzenlediği basın toplantısında Fransa'da artan ırkçılık ve Türkiye'nin boykot çağrısına değinen Yeneroğlu, "Maalesef Fransa, azınlıkların özgürlüklerini güvenlikçi politikalara ve iç siyasi hesaplara kurban ederek, tehlikeli bir tartışma zemininde hareket etmektedir" ifadesini kullandı. "Fransız mallarına boykot çağrısı, son dönemde Batı dünyası ile yaşadığımız gerilimlere farklı bir boyut kazandırmıştır" diyen Yeneroğlu, Fransa'nın dış ticarette Türkiye'nin artıda olduğu nadir ülkelerden birisi olduğunu vurguladı.
Yeneroğlu, "Diğer taraftan Avrupa'daki aşırı sağcı popülizmden şikâyet edip de içeride benzer politikaları uygulamak en azından izaha muhtaç bir yaklaşımdır" açıklamasında bulundu.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın izlediği politikaları 'çıkar siyaseti' olarak yorumlayan Yeneroğlu, "Dünyada ve ülkemizde kutuplaştırıcı ve kimlikçi siyasetin doğurduğu şiddet olayları ve savaşlar unutulmamalıdır. Popülizmin hiçbir topluma faydası olmadığı gibi hiçbir siyasetçiye de uzun vadede fayda sağlamamıştır" şeklinde konuştu.
Yeneroğlu'nun açıklamaları şöyle:
"Fransa'da Müslümanlara yönelik kurumsal bir ırkçılık yaşanmaktadır. Son yıllarda Avrupa genelinde, aşırı sağın yükselişiyle Müslüman karşıtlığı da artmaktadır. IŞİD gibi terör örgütleri, türevleri veya ayakçıları, bu süreci barbarlıklarıyla desteklemektedir.
"Fransa'da insanlığın ortak düşmanları olan terör örgütleri ve toplumları birbirine kışkırtmaya çalışan kimlikçilerin oluşturduğu dalga üzerinde yüzmeye çalışan Macron'un Müslümanlara yönelik ayrıştırıcı ve ayrımcı yaklaşımı, her şeyden önce Fransa'nın sosyal barışını zedelemektedir. Bu tutum, bir arada yaşama kültürü ile asla bağdaşmamaktadır.
"İfade özgürlüğü bir anlamda ötekinin hakkıdır. Hakikat hiçbirimizin tekelinde değildir. Bu yüzden düşüncenin özgürce ifade edilmesi ve farklılıkların birbirleriyle temas etmesinin koruyucusu ifade özgürlüğüdür. Demokratik bir toplumun yapı taşıdır. Fakat hiçbir özgürlük, bir başkasının inancına, düşüncelerine ya da yaşam biçimine hakaret etme hakkını vermez. Nefret söylemi ve hakaret asla ifade özgürlüğü sınırları içinde değerlendirilemez.
"Toplumların bir arada barış ve huzur içinde yaşayabilmesi için evrensel hukuk kurallarına uymak herkes için bir sorumluluktur.
"Maalesef Fransa, azınlıkların özgürlüklerini güvenlikçi politikalara ve iç siyasi hesaplara kurban ederek, tehlikeli bir tartışma zemininde hareket etmektedir.
"Merkezdeki hatta soldaki siyasetçileri dahi aşırı sağcılarla birleştiren bu atmosferde, azınlıklara yönelen nefret iklimi; Avrupa'da yabancı karşıtlığını ve İslamofobiyi her geçen gün artırmaktadır. Bu gidişat son derece endişe vericidir.
"Dün Sayın Cumhurbaşkanı tarafından yapılan Fransız mallarına boykot çağrısı, son dönemde Batı dünyası ile yaşadığımız gerilimlere farklı bir boyut kazandırmıştır. Oysa Fransa dış ticaret artımızın olduğu nadir ülkelerden birisidir.
"Sayın Cumhurbaşkanının birçok söylemi; Avrupa'daki aşırı sağ popülist hareketlerinin de ötesinde o ülkelerdeki genel toplumu da tahrik etmektedir. Ayrıca Türkiye düşmanlığını yaymakta ve özellikle orada yaşayan vatandaşlarımız ile genel anlamda tüm Müslümanların geleceğini de tehdit etmektedir. Burada sarf edilen sözlerin, Fransa'da yaşayan 650 bin vatandaşımızın ve 7 milyon Müslümanın huzurunu doğrudan etkilediği unutulmamalıdır.
"Diğer taraftan Avrupa'daki aşırı sağcı popülizmden şikâyet edip de içeride benzer politikaları uygulamak en azından izaha muhtaç bir yaklaşımdır.
"Demokrasinin asgari gereklerini, eşitlik ilkesini, bireysel özgürlükleri, basın özgürlüğünü ve siyasi hakları askıya almaya çalışan; her geçen gün otoriterliğin dozunu arttıran bir iktidarın başkalarını eleştirirken aynı ölçülerle dönüp kendine de bakması gerekmektedir.
"Sayın Cumhurbaşkanının özellikle yurt dışında sözünün itibarı kalmamıştır. Çünkü Avrupa ülkelerinden beklediği hukuk devleti ve çoğulcu toplum modeli konusunda kendisi aksini yapmaktadır. Ülkesinde temel insan haklarını ezen, toplumu kutuplaştıran ve kendisine tabi olmayanları düşmanlaştıran bir anlayışın sözünün gücü olmaz.
"Ancak asıl endişe verici olan siyasi çıkar amaçlı bu siyaset anlayışıdır. Macron'un ve Sayın Cumhurbaşkanının vatandaşlarının ve içerisinde bulundukları toplumun huzurunu düşünmeksizin sadece popülizm ile oy alabilmek adına böylesi politik söylemler üretmeleridir. Dünyada ve ülkemizde kutuplaştırıcı ve kimlikçi siyasetin doğurduğu şiddet olayları ve savaşlar unutulmamalıdır. Popülizmin hiçbir topluma faydası olmadığı gibi hiçbir siyasetçiye de uzun vadede fayda sağlamamıştır.
"14 Ekim tarihinde yayımlanan 'Sanayileşme İcra Komitesi Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi' temel anayasal bir hak olan mülkiyet hakkına açıkça müdahale etmektedir. Her konuda Anayasayı yok saymayı alışkanlık haline getiren iktidar, 68 sayılı kararnamenin 4. maddesinin 3. fıkrasının e bendi ile Sanayileşme İcra Komitesi'ne özel şirketlerin ortaklık yapıları hakkında karar alma yetkisi vererek anayasayı açıkça ihlal etmektedir.
"Öncelikle, Komite'ye verilen bu yetki Anayasa'nın 35. maddesi ile korunan mülkiyet hakkına ilişkindir. Anayasanın 104. maddesi gereğince mülkiyet hakkına ilişkin Cumhurbaşkanı kararnamesi ile bir düzenleme yapılamaz. İktidar, kararname yoluyla yasama yetkisini gasp etmekte, anayasayı da yok saymaktadır.
"İkinci olarak, bu yetki şirket hisselerine dair alım satım kararlarına müdahale etmek, bunu izne bağlamak veya yapılan işleme engel olma gibi sonuçlar doğurabilecektir. Bu yönüyle düzenleme, mülkiyet hakkının 'düzenlenmesi'nin de ötesinde mülkiyet hakkının kullanımına getirilen ciddi bir sınırlamadır. Anayasa'nın 13. maddesine göre; 'Temel hak ve hürriyetler… ancak kanunla sınırlanabilir.' Dolayısıyla herhangi bir temel hak ve özgürlüğün Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile sınırlandırılması açıkça Anayasa'ya aykırıdır.
"Son olarak, mülkiyet hakkına yapılacak müdahalenin 'yurt içi üretimin sürekliliğinin' ve 'ulusal güvenliğin' riske atılmasını önlemeye yönelik getirildiği belirtilmektedir. Ancak temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlama nedenlerinin belirlilik ilkesi uyarınca herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net ve anlaşılır olması gerekir. Ayrıca idarenin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermelidir. Bu yönüyle de kararname anayasaya aykırıdır."