Işıl Öz
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın faiz oranları ile ilgili yaptığı çıkışını, iş dünyası ve profesyonel analiz yapan uzmanlar olumsuz karşıladılar. Uzmanlar bunun Merkez Bankası bağımsızlığına zarar vereceği ve siyasilerin para politikasının yürütülmesine fiili olarak karışmaması gerektiğini söylediler. Peki, Başbakan Erdoğan’ın kendi açısından bakarsak bu çıkış nasıl okunmalı? New York Üniversitesi, Misafir Öğretim Üyesi, Ekonomist Dr. Ümit Akçay, Başbakan’ın kendi açısından gayet rasyonel bir hamle yaptığını düşünenlerden.
T24’e konuşan Dr. Akçay, Avrupa’da artan deflasyon riski nedeniyle muhtemel bir parasal genişlemenin hükümet için hayat öpücüğü anlamına gelebileceğinin altını çizdi ve “Önümüzde iki seçim var, alınan kredilerin ödenmesi, yapılan konutların satılması, ekonominin canlanması her şeyden önemli ve konjonktür bir kez daha buna uygun olabilir. Dolayısıyla hükümet açısından, bu fırsatı değerlendirmek kadar rasyonel ne olabilir?” dedi.
Bu çerçevede, Başbakan Erdoğan’ın bu çıkışının gerisinde öne çıkan dört temel unsuru Dr. Akçay şöyle açıkladı:
Siyasi istikrar
İlki, Başbakan bu açıklamayı oldukça yıpratıcı geçen bir kampanya sürecinin sonunda yüzde 40’ın üzerinde oy alabilmiş bir iktidar olarak yapıyor. Her ne kadar seçim sonuçları hakkında bazı tartışmalar olsa da, bu “istikrarın sürdüğü” algısını yıpratacak düzeyde değil. Dolayısıyla yerli ve uluslararası yatırımcı açısından ortada bir sorun yok. Burada şöyle bir algı insanları yanıltıyor. Genellikle uluslararası yatırımcıların hukukun üstünlüğüne önem verdikleri, demokratikleşme sürecinin destekçileri oldukları ya da hak ihlallerini önemsedikleri düşünülüyor. Oysa gerçek hayatta böyle bir durum yok. Bu algı en hafif tabiriyle naif olmaktan öteye geçemiyor. Yatırımcıların demokratik gelişmelerin yanında olduklarına dair herhangi bir ampirik kanıt bulmamız mümkün değil. Dahası, aksi pek çok örnek bulabiliriz. Öyleyse şunu söylemeliyiz:
Yatırımcı demokrasiye değil istikrara bakar. Bunun dışında yatırımlarının geri dönüşünün yüksek olmasını yani karlılığı ve bunu koruyacak sistemin varlığını önemser. Kısacası, her ne kadar önümüzde iki seçim daha olsa da, şu andaki algının “istikrarın sürdüğü” şeklinde olduğunu söyleyebiliriz.
Avrupa’nın krizi hükümet için kurtarıcı olabilir
İkincisi, Avrupa’da artan ekonomik sıkıntılar AKP açısından bir hayat öpücüğü anlamına gelebilir. Gerçekten de geçtiğimiz hafta açıklanan enflasyon oranlarından sonra, Avrupa Birliği Merkez Bankası’ndan gelen açıklamalar, bir deflasyon tehlikesi karşısında, FED’in miktarsal genişleme politikasını andıran tedbirlere başvurabileceklerini belirttiler. Eğer böyle bir durum gerçekleşirse, hükümet için bir kez daha uluslararası konjonktürün lehine işlediği bir dönem olabilir. Avrupa’da negatif faiz uygulamasından kaçan fonların Türkiye’ye girişi, küresel kriz ortamında Türkiye’nin ayrışmasına neden olabilir ya da daha ihtiyatlı davranırsak, en azından işlerin şu anda olduğundan daha da kötüye gitmesini engelleyici etkide bulunabilir. Dolayısıyla, bana kalırsa hükümet uluslararası konjonktürdeki bu fırsat aralığını kullanmak istiyor.
Faizler ve ekonomik büyüme
Üçüncüsü, hükümet, “istikrarın sürdüğü” algısı ve Avrupa’daki olası yeni parasal genişleme dalgasıyla birlikte 2012’den itibaren başlayan ekonomik büyümedeki yavaşlamanın önüne geçmeyi hedefliyor. Alınan kredilerin geri ödenebilmesi, yapılan konutların satılması ve ekonomik canlılığın devam etmesi borçlanmanın maliyetinin düşmesine bağlı. Bunda ise faiz oranlarının düşmesi kritik rol oynayabilir Zira dünkü açıklamasında Erdoğan "faiz düştüğü anda Türkiye'de yatırımcı şevke gelecektir, daha çok yatırım yapacaktır. Kredi kullanma imkanı bu durumda artacaktır” diyerek bunun altını çizdi. Dolayısıyla bu sözleriyle başbakan, ekonomik büyümenin sürdürülmesi önümüzdeki süreç açısından hayati önemde olduğunu teyit etmiş oldu.
Seçimler ve riskli strateji
Dördüncüsü, hükümet, daha önceki seçimlerde de gözlemlenen ancak son seçimlerde bir kere daha test edilen, seçmenlerin oy verme davranışında ekonomik gidişatın etkili olduğunu gayet iyi biliyor. Dolayısıyla önümüzdeki iki seçim boyunca işlerin yolunda gitmesi, şu anda her şeyden daha önemli hale geldi. Bunun nedeni, olası bir seçim kaybının, sadece bir seçim yenilgisi olmanın çok ötesinde, yargılanmaya kadar gidebilecek bir sürecin başlangıcı olma ihtimalinin bulunması. Dolayısıyla böyle bir atmosferde, Başbakan’ın bu çıkışı, “istiklal savaşı” atmosferi bağlamında değerlendirilmeli. Gerçekten de Anayasa Mahkemesi kararlarına dahi “saygı duyulmadığı” bir ortamda Merkez Bankası bağımsızlığına saygı duyulacağını düşünmek oldukça naif olurdu.
Ya tutarsa!
Sonuç olarak, Başbakan’ın bu çıkışı, özellikle Avrupa’daki ekonomik sıkıntılar nedeniyle ortaya çıkması muhtemel yeni bir parasal genişleme dalgası dahilinde faizleri önceden indirerek bu konjonktürün olumlu etkilerinden faydalanmaya çalışma çabası olarak görülmeli. Bu stratejinin tutup tutmaması kontrol edilemeyen pek çok değişkene bağlı. Ancak Erdoğan’ın bu çıkışı ile hükümetin faiz indiriminin risklerini alan bir hamle yaptığını söyleyebiliriz. Eğer strateji tutarsa bu hükümetin FED’in faiz artışına gideceği 2015’e kadar en az bir seçimi atlatması ve bu süreçte ekonominin aleyhine işlememesi anlamına gelebilir.