Yasemin Çongar Türkiye'de gazetecilikte soru sormaya yeterince değer verilmediğini belirterek, ' ... Soru sormanın ne kadar önemli bir hak ve insan aklını diğer bütün canlılardan ayıran şey olduğunu idrak etmiyoruz' dedi. Çongar, kendisinin gazeteciliğe nasıl başladığına da değinerek, ''Çok tesadüfler sonucu, çok genç yaşta başladım. Hem geçimimi sağlama yolu olarak hem de bir tür hayat biçimi olarak sürdü. '' dedi.
Gülay Altan'ın Akşam gazetesinde yayımlanan (9 Eylül 2012) alan ve Yasemin Çongar ile yaptığı şöyleşi şöyle:
Gazeteci Yasemin Çongar'ın yeni kitabı 'İnşaata Girmek Tehlikeli Ve Mübahtır' Everest Yayınları'ndan çıktı. Kitabını konuşmak için buluştuğumuz Çongar ile aşkı, ölümü, öldürmeyi, hayatı 'sorduğu' denemelerini ve 'soru' sormanın cazibesini konuştuk. Bu arada kendisine sorulmasından hoşlanmadığı, içinde ABD ve ajanlık geçen sorularımıza da yanıt aldık...
Çok genç yaşta, gazeteciliğe başlayan Yasemin Çongar, ANKA Haber Ajansı'dan Cumhuriyet Gazetesi'ne birçok yayında çalıştı. 1995'ten itibaren Washington'dan bildiren Yasemin Çongar, ardından Türkiye'ye döndü; kuruluşundan beri Taraf Gazetesi'nde çalışıyor. Taraf Genel Yayın Yönetmen Yardımcılığı'nın dışında bir politik, bir de kitap ve yaşam yazılarını paylaştığı iki köşesi var. Bunlardan Exlibres adıyla kitap merkezli olmak üzere yaşama dair yazdıklarını kitap olarak yayınladı. Bu vesileyle buluştuk.
Röportajımız kitabın çerçevesinden taşıp kurulduğu günden beri çok tartışılan Taraf'a; ardından da kendine yöneltilen 'kocası CIA'da çalışıyor bu nedenle ABD için çalışıyor' iddialarına geldi. 'Kendimi hep bir dünya vatandaşı olarak hissettim. Türk milliyetçiliğini de, Kürt milliyetçiliğini de, Amerikan milliyetçiliğini de hiç sevmem. Bu sınırlar o kadar yapay ki' diyen Çongar ile samimi bir sohbeti okuyacaksınız ama bu arada bir not: Orhan Miroğlu'nun 'Taraf yazımı sansürledi' iddiasını da sordum. Ancak biz bu röportajı yaptığımızda olay henüz çok tazeydi. Ardından Ahmet Altan olmak üzere tarafların yaptığı diğer açıklamalar bu sorular arasında yok.
Kimi okur, gazete yazılarından derlenen kitaplara mesafeli durur. Biraz da risklidir bunu yapmak. Nasıl karar verdiniz kitaba?
Gazete yazılarının güzelliği, her zaman güncel ve dolayısıyla biraz da geçici olmasında. Ama bu yazılar birer deneme. Edebiyat üzerine veya günlük siyasi gündemin dışına çıkarak denemeler yazan gazete yazarlarının, genellikle çok eskilerden söz ettikleri gibi bir hissim var. Elbette bu da değerli ve kalıcı... Fakat ben turfanda diyebileceğimiz kadar yeni ve sadece Türkiye'deki kitaplar için değil, dünyada yayımlanan kitaplar için neler konuşulduğu, tartışıldığı üzerine yazmanın biraz zor ve yapılmayan bir iş olduğunu düşünerek başladım bu köşeyi yazmaya.
KAPI AÇAN, DÜŞÜNEN YAZILAR
Dünya edebiyatını yakından takip etmek artık daha mı kolay?
Elektronik kitap okuma lüksü sayesinde, bir kitap dünyanın herhangi bir yerinde çıktıktan sonra elimize ulaşabiliyor. Hem yabancı dil okuma fırsatı olan birinin çok yeni kitaplardan haberdar olmasını hem de -kitabı okumak bazen şart değil- o kitaptan yola çıkarak bir anlamda okurla birlikte düşünebilmeyi istedim. Umudum bu yazıların dünyevi ve kalıcı bir tartışmaya da kapı açması...
Doğrusu her metin bir kitap tanıtım yazısından çok, başka sorgulamaların kapılarını aralayan denemeler...
Yazarların haklarını vermeye çalışan, onları Türkiye'deki okura tanıtmayı amaçlayan ama daha ziyade onların kavgasını, duygusunu, merakını irdeleyen yazılar. İnsan olmanın halleri konusunda düşünüyor bu yazılar.
Denemeler de bir noktadan sonra felsefi metinlere dönüşüyor. Ölmeyi, öldürmeyi, aşkı, Tanrı'yı; çok temel felsefi tartışmaları açıyorsunuz okura. Bu birden fazla meselesi olan yazılar okur tarafından hakkıyla algılanıp karşılığını buluyor mu?
Doğrusu, hiçbirimizin tek meselesi yok. Zaman ayrılması gereken yazılar, evet. 'Yazınızı kesip saklıyoruz, çok güzel, çok uzun, bazen evet biraz karmaşık' gibi okur yorumları alıyorum. Hatta 'Şunları bir kitap yapsanız da rahat rahat okusak' diyenler vardı biraz kitap fikri aslında oradan çıktı. Bir de kitabın iki babası var; biri Ahmet Altan, biri Bülent Erkmen.
Peki, farklı türlerde yazmak sizi zorlamıyor mu?
Aslında yazıyı, yazarlığı, düşünmeyi, konuşmayı, kategorilere ayırmıyorum. Hepimiz aslında kelimeleri kullanırken bazen bir aşık, bazen bir anne, bazen bir çocuk, bazen belki hastalıklı, belki kederli insanlar oluyoruz. Bu yazılarda belki politik gündemi olan bir kişiden ziyade edebi kaygısı olan bir yazar profili ortaya çıkıyor. Ama aslında bu profil, politik yazılarda da olabilir.
AHMET ALTAN'IN ROMANI ÇIKIYOR
Ahmet Altan kitap yayınlamaya ara verdi politik yazılara ağırlık verince. Bir okuru olarak heyecanla bekliyorum...
Roman ve romancılık çok uzun saatler bir odanın içine kapanmayı gerektiren bir şey. Ahmet Altan, Taraf'a verdiği enerji nedeniyle o odadan çıkmak durumunda kaldı çok uzun süre. Şimdi yeni bir roman yazıyor; çok yakında bir romanla ortaya çıkacak. Ama şunu da söylemeliyim, Ahmet Altan'ın en yalın cümlelerle, en politik meseleyi anlattığı yazılarda bile bir edebi tat var.
Felsefe ile ilişkinizi merak ediyorum. Türkiye'de bilimlerin anası olan felsefenin pek takdir gördüğü söylenemez.
Felsefe denince aklıma esas olarak soru sormak gelir. İnsanın belki bir cevabını bulamayacağını hissettiği soruları dahi sorması gerekir. Kant bilinmiyor, Marksistler bile Marks'tan aslında hiçbir şey anlamıyor gibi tarif etmek istemem ama esas olarak soru sormak, sorunun değeri, sorularla düşünmek hatta soruların bazen ucunu açık bırakmak, ille de çok kestirmeci kesin cevaplarla yetinmemek konusunda Türkiye'de bir eksiklik ve belki bir kıraçlık var. Türkiye gazeteciliği de öyle, sorulara yeterince değer vermiyoruz, soru sormanın ne kadar önemli bir hak ve insan aklını diğer bütün canlılardan ayıran şey olduğunu idrak etmiyoruz.
Siz de soru sorma merakınızdan mı gazeteciliği seçmiştiniz?
Çok tesadüfler sonucu, çok genç yaşta başladım. Hem geçimimi sağlama yolu olarak hem de bir tür hayat biçimi olarak sürdü.
Taraf Gazetesi ile nasıl buluştunuz?
Soruların önüne set çeken gazetecilik kültürünü değiştirmek hakikaten her şeyi korkmadan sormak isteyen bir gazete projesi olarak ortaya çıktı Taraf. Düşünce ve kurucu babaları, beni de çağırdılar. Taraf'ın yapamadığı, eksik yaptığı, bazen yanlış yaptığı şeyler de olmuyor değil ama Türkiye'de tabuların çok daha kolay yıkılabileceğini bunun için topluca ısrarla soru soran küçücük bir grup insanın bile yeterli olabileceğini gösterdi.
HERKES BİZE PARMAK SALLIYOR
Peki, yapılan eleştiriler...
Bir şekilde iktidarlarının, düzenlerinin, fikirlerinin, yaptıklarının sorgulanması ve ısrarla soru sorulması bazılarını çok rahatsız ediyor. Bir bakıyorsunuz Genelkurmay Başkanı çok rahatsız olmuş bize parmak sallamış, bir bakıyorsunuz Başbakan ya da bakıyorsunuz bir gazeteci aynı şeyi yapmaya kalkıyor.
Peki, o parmakların öncesinde destekçisi olduğunuz kişi veya gruplar tarafından sallanması 'Hani siz bizdendiniz' çıkışı, yıpratıcı olmuyor mu?
Niyet okumayız. 'Siz filancadan yanasınız' diyenler doğru söylüyor, o sırada filancanın yaptığı işten yanayızdır ve bunu çok açıkça söyleyebiliriz. Ama ertesi gün o filanca bambaşka bir hayatı arzu eder ona karşı dururuz. Türkiye'de buna alışılmış değil. Taraf olmayı taraftar olmak zannediyorlar. Bir fikriniz var ve o fikir çerçevesinde hareket ediyorsunuz. 'Siz Erdoğancınsınız!', ertesi gün 'Erdoğan düşmanları; askere yanaştınız!', daha sonra 'Asker düşmanları, orduyu bitiriyorsunuz!' gibi sözler bizi gülümsetiyor.
Gazetecilik ilkelerini çiğnediniz mi hiç?
Hatalar yaptık bazı haberlerle ilgili. Bu oldu; bunların hiçbirini bilerek, isteyerek yapmadık. Bazen insani hatalar, bazen olanaksızlıklar nedeniyle yanıldığımız, yanıltıldığımız oldu. Ama bunun hem bir hata olduğunu söyleyecek, hem düzeltmek için gerekeni yapacak bir dirayetimiz var. İnsan kaynakları ve parasal kaynaklar anlamında diğer gazetelerin oldukça gerisinden geliyoruz ama buna rağmen ön planda bir gazete. Bizde yapılan bir hata, eksik ya da geç uyanış o çok büyük olanakları olan gazetelere göre daha çok etki uyandırıyor.
Gazetenize gelen belgeler bir dönem çok önemli davalarının seyrini değiştirdi. O belgeler nasıl gelir? Size onlar ulaştırılırken yapılan şeyin 'belki de bir toplum mühendisliği çalışmasının parçası olması ihtimali yok mu? Hala geliyor mu bu tür belgeler?
Uzun bir dönem öyleydi. Bence bu belgeler bütün gazetelere gidiyordu ve onlar bunu değerlendirmiyor, yayınlamıyordu. 'Biz yayınlayamazdık' diyen gazeteci arkadaşlarım oldu. O dönemde yayınladığımız belgelerin doğruluğunu elimizden geldiğince test etmeye çaba gösterdik. Hiçbir zaman yüzde yüz emin olamazdık ama bunu da söyledik. Doğruluğunu araştırmak yargının konusu. O yargı süreçleri sonucunda gerçekten de o belgelerin bazılarının asılsız olduğu, bazılarının sizin dediğiniz gibi toplum mühendisliği aracılığıyla üretilmiş belgeler olduğu ortaya çıkarsa o da apayrı bir soruşturma gerektirecek.
WikiLeaks belgelerini yayınlarken bazılarını özellikle görmezden geldiniz mi?
Seçme yaptık ve seçmenin tek kıstası 'Türkiye için ne ilginç, ne güncel?' idi. Hala o belgeler içinde görmediklerim okumadıklarım vardır; yüzde 90 kadarını okudum. WikiLeaks ile yaptığımız anlaşmanın gereği ismini vermediğimiz birkaç kişi olmuştur. WikiLeaks ile çalışan bütün gazeteler bunu yaptı hatta daha fazla yaptılar. Yayınlamadıklarımız dahil bütün belgeleri internete koyduk, hepsi açık. Bu da yapılan anlaşmanın gereğiydi. Gözden kaçmış şeyler her zaman olabilir ama bizim böyle bir kaygımız yok. Bazı şeyleri sansürlediğimiz tamamen yalan. Böyle bir derdimiz yok ama sanıyorum kafaları sürekli bu tür hesaplar yapan insanlar, sizin bu tür şeyleri gizleme derdiniz olmamasını bir türlü anlamıyor. Aptal olmamız lazım zaten açıklık üzerine yapılmış bir anlaşma gereği ortaya çıkacak belgelerde birtakım şeyleri gizlemeye çalışmak için.
Orhan Miroğlu'na sansür uygulandı mı?
Kesinlikle hayır. O gün, bu konu olurken izin kullanıyordum fakat neler yaşandığını gayet iyi biliyorum. 5 bin küsur vuruşa ulaşmış bir yazıyı o günkü sayfa koşullarında kısaltması istenmiş; o da reddetmiş.
Belli bir yeri çıksın istenmiş olabilir mi?
Kesinlikle hayır. Üstelik de maalesef Orhan Miroğlu beni hakikaten hayrete düşüren bir şekilde, internet sitelerinde yazım şu paragraf yüzünden sansür edildi diye açıklama yapmış. Yazım dediği o paragrafı bize hiçbir şekilde göndermedi. Kaldı ki sansür ettiğimizi iddia ettiği paragrafı da kesinlikle yayınlardık. Biz yazı sansür etmeyiz. Orhan Bey'i de sansür etmedik ve sanıyorum o Taraf'tan biraz ses çıkararak ayrılmak istiyordu ve maalesef doğru olmayan şeyleri söyledi ya da internet siteleri onun ağzından doğru olmayan şeylere yer verdi. Ondan beklemediğim bir tavırdı bu.
ÖLÜMLER, KAYIPLAR VE ANNE OLMAK HIRSLARIMI TÖRPÜLEDİ
Eşiniz ABD'de mi yaşıyor?
Evet, eşim gelip gidiyor. Kızım benimle burada ilkokulu okuyor.
Anne olarak da bu kadar demokrat mısınız? Ben de artık iyi biliyorum ki annelik hiç bitmeyen bir vicdana azabıymış...
Anne-kız ilişkileri bütün çelişkilerin özüdür belki, baba-oğul ilişkileri gibi; bundan herhalde yüzlerce roman çıkar. Çok şanslıyım akıllı, çok sevinçli, dünyaya güler yüzle bakan, olayların iyi tarafını gören, şikayet etmek nedir bilmeyen bir kızım var. Annelikte o anlamda hiç zorlanmıyorum. O dediğiniz, ona az zaman ayırıyor olmanın bitmek bilmeyen vicdan azabı var ama bir yandan da onun bağımsız, ayağının üstüne basan, en önemlisi mutlu olayı bilen bir insan olarak yetişmesi için elimden geleni yapıyorum. Çok da hayatının içinde olmamak, her an dizimin dibinde olmaması hayata daha sağlam hazırlanmasını kolaylaştırıyordur diye ümit ediyorum.
Hırslılığınızın altı çiziliyor hep; hırslı mısınız?
Galiba çocukken ve gençken daha hırslıydım. Dünyanın bütün dillerini konuşacağım, her ülkeye gideceğim gibi hırslarım vardı. Dünyaya ilişkin çok ciddi açlığım vardı. Deli gibi bir gençlik yaşadım o yüzden ve çok çalıştım.
Kaç dil öğrendiniz peki?
Beş dil çalıştım. Rusça, Fransızca, Almanca, İspanyolca dersleri aldım; esas olarak İngilizce biliyor ve konuşuyorum. Fransızca ve İspanyolca okuyorum diğerlerinden de biraz çat pat anlıyorum. Yunanca dersi almak gibi hırslarım vardı; zamanla eksiliyor o hırs. Bazı şeyler insana çok daha dingin, sakin olmayı öğretiyor. Çalışma kısmım eksilmedi ama çok daha az tırmalamayı öğretiyor hayat; bu bence çok iyi. Büyümek böyle bir şey galiba. Bazı ölümler, bazı kayıplar ve tabii anne olmak beni çok değiştirdi. Sahip olmak ve yükselmek üzerine hırslarım yok. åna odaklı bir insanım; her an çok değerli. Hiç birimiz ne zaman öleceğimizi bilmiyoruz. Ölümlülüğün bu kadar kesin olduğu ama o sonun bizi ne zaman bulacağını hiç bilmediğimiz bir var oluş içinde hırslı olmak, plan yapmak, büyük hedefler koymak ve onlar için hayatı tırmalamak çok anlamsız geliyor bana.
Kocama CIA ajanı diyenler ona sorsa ya!
Washington'ı özlüyor musunuz?
Grift politik ilişkilerini, siyasetini değil ama orada neredeyse ormanın içinde, sincaplarla geyiklerle iç içe yaşamak güzeldi. Hafta sonları New York'a gidip kitapçıları, sokakları dolaşabilmenin hoş tarafı vardı. Ama hayır, özlemiyorum. Aslında Türkiye'yi ve esas olarak da kendi dilimde yaşamayı çok özlemiştim; İstanbul'un bu vahşi keşmekeşi beni mutlu ediyor.
Sizin için Yarın Dergisi'nde yazarken ABD karşıtıydı, oraya gitti ve değişti; bu da eşi vasıtasıyla oldu diyorlar...
Bu biraz komik! Liseyi ABD'den okudum. Oradan döndükten sonra Yarın Dergisi'nde çalışmaya başladım. Reagan Amerika'sından dönmüştüm, aynı Reagan Amerika'sını bugün de çok eleştiriyorum.
Ne oldu peki, ABD karşıtlığınız taraftarlığına evrildi mi?
Dünyayı emperyalizm-antiemperyalizm ikileminde görmüyorum, eskiden de görmezdim. Genel olarak sosyalizm fikri içinde düşünen, konuşan bir aileden, çevreden geliyorum. Hayata öyle düşünerek başladım ve aslında bu değişmedi. Bunun özgürlükçü yanı belki güçlendi; bazı liberal değerlere daha yakınım ama esas olarak demokratlığı, özgürlükçülüğü ve eşitliği görüyorum. Yani insanın özgürlüklerinin, eşitliğinin el üstünde tutulduğu bir toplum istiyorum. 17 yaşındayken bunu istiyordum, 25 yıl sonra da aynı şeyleri istiyorum. İnsan değişir, fikirleri değişir. Temelde insanın eşitliği için çaba gösterenler Türkiye'de olduğu kadar ABD'de de var ve hakikaten ABD'nin demokrasi, eşitlik, özgürlük düşüncesine çok büyük katkı yaptığını düşünüyorum. Ama bu ABD'nin, tam da bu değerleri dünyadaki bazı insanlar, bazı bölgeler için uygulatmayan politikaların yıllarca esiri olmadığı anlamına da gelmiyor. Bu çelişki her yerde var. 'İşte şuraya gitti, değişti. Kocası ABD'li, etkilendi' demek çok kaba bir şey.
Bir şehir efsanesi gibi peşinizde dolaşan soruyu da sorayım; eşiniz CIA'de mi çalışıyor?
Bu doğru değil, birileri hakikatten merak ediyorsa eşimi bulsun ve onunla söyleşi yapsın. Eşim, CIA'da hiçbir zaman çalışmadı. Beni-bizi yıpratmak için o kadar çok söyleniyor ki Türkiye'de. Sadece tek bir şey söyleyeceğim: Kocamla fikirsel düzeyde pek anlaşmayız, dünyaya bakışta da pek anlaşmayız. Ve bir CIA karşıtlığı ya da ABD politikalarını eleştirmek söz konusuysa o benden daha keskin eleştiriler yapar. Benden çok daha muhalif ve solda bir insandır. Kocası CIA'da çalışıyor demeye meraklı olan yalancılar, o kişinin yazdığı makaleleri okusalar, oradaki eleştirileri anlasalar, zaten özür dilemeleri gerekir.
Soner Yalçın, 'Samizdat' adlı kitabında bir grup gazeteciyle birlikte sizin de adınızı sayarak ABD'de belli kurslardan geçirilip eğitildiklerini, CIA ve FBI'dan burs aldıklarını söylüyor.
Yalan söylemiş ama yalancı olması benim onun şu anda çok fazla uzamış bir tutukluluk süresinin mağduru olmasına duyduğum itirazı, öfkeyi azaltmıyor.