Gündem

Yasemin Çongar: Her Türk asker doğmuyor

Başbakan, en az otuz yaşında ve hâlâ askerliğini yapmamış, otuz bin lirayı da bulup buluşturma ihtimali...

23 Kasım 2011 02:00


Yasemin Çongar - Taraf gazetesi - 23 Kasım 2011

Başbakan, en az otuz yaşında ve hâlâ askerliğini yapmamış, otuz bin lirayı da bulup buluşturma ihtimali olanlara verebileceği en büyük hediyeyi verdi dün. Erdoğan AKP grubunda konuşurken, Taraf ’ın toplantı masasındaki yüzleri görmenizi isterdim doğrusu. Bedelli askerlik uygulamasının çıkıp çıkmayacağını ve kendilerini kapsayıp kapsamayacağını öğrenmek için büyük bir merak ve biraz da tedirginlikle pür dikkat televizyon ekranına bakan dört yönetici arkadaşımız, sonuçta otuz yaş sınırına şaşırmadılar ama yirmi bir gün temel eğitimden muafiyet, onlar için bile sürpriz oldu.

Ücretin yüksekliği, kredi almanın muhtemel zorlukları, bizim gibi üst ve alt gelir grupları arasında devâsâ uçurum olan bir toplumda bu uygulamanın yol açacağı bariz fırsat eşitsizliği, birkaç hafta hatta birkaç günle kapsam dışı kalabilecek olan tanıdıklarımızın derin hayal kırıklığı… Bütün bunlar haber masamızın meselesiydi. Başbakan’ın açıkladığı plan, fiilen “bedelli sivillik” kavramını sokuyordu hayatımıza; “Adalet bunun neresinde” sorusu haklı bir soruydu.

Ama Başbakan, sözü epey evirip çevirdikten sonra nihayet sadede geldiğinde, askere gitme mecburiyetinden kurtulduklarını anlayan dört Taraf yöneticisinin yüzlerindeki aydınlanma da görülecek şeydi gerçekten. Dün sabah gazetede, başta bu dört arkadaşımız olmak üzere Başbakan’ı dinleyen herkes, her şeye rağmen, içinden sessiz bir “sağol” çekti… Bu ülkenin dört yanında, on binlerce ailenin, “bedelli askerlik” haberini benzer duygularla karşıladığını sanıyorum.

Hâsılı, her Türk asker doğmuyor. Bu memlekette gözünü açan her erkek eline silah alıp, ayağına postal geçirmek için yanıp tutuşmuyor. Bu memleketin evlâdı olmak, askere gidip komutanından dayak yemeyi, “disko” denen koğuşta işkence görmeyi, nöbette vurulup ailesine “intihar etti” diye rapor edilmeyi, eğitim zayiatı olarak kayıttan düşülmeyi, sınır karakollarını beklerken, gerilla baskınlarında ya da çarşı iznine çıkmışken kasabanın ortasında PKK’lılarca öldürülmeyi ya da dağlarda PKK’lı öldürmeyi, bazen de PKK’lı diye çoluk çocuk, çoban, kız, oğlan vurmayı görev bilmek anlamına gelmiyor. Bu memleketi sevmek, bu savaşı sevmek demek değil; vatanı sevmek “vatanî görev” adı altında dayatılan bilumum insan hakları ihlaline teferruat gözüyle bakmak demek değil.

Nitekim siz, bu memleketin çocuklarına “asker olmama” fırsatı tanıdığınızda, içlerinden birçoğu o fırsatı kullanmak istiyor. “Bedelli askerlik” de bütün eksik, iğreti ve haksız yönlerine rağmen derin bir nefes aldırdı birçok kardeşimize… Akıllarının, vicdanlarının bunca yıldır “yapma” dediği şeyi “yapmama” şansını tanıdı onlara.

Ama bu basit gerçek, askerlik işinin bu haliyle “baştan sakat” olduğu gerçeğini de değiştirmiyor. Bizim masadakilere içlerinden “sağol” dedirten haber, bir bütün olarak “iyi” bir haber değil aslında, en olumlu bakışla “ehven-i şer” bir haber.

Zaten Başbakan’ın bedelli askerlik konusunu izleyen ifadesi tam bir hayalkırıklığıydı: “Vicdanî ret
olarak adlandırılan düzenleme hükümetin gündeminde asla olmamıştır, bu konu spekülasyondan öte bir anlam ifade etmiyor.”

Erdoğan, bu cümleyle, Avrupa Konseyi’nin 47 üyesi arasında, eline silah almayı reddetme hakkını vatandaşına tanımayan üç ülkeden biri olmaya bir süre daha devam edeceğimizi duyurmuş oldu; diğer ülkeler, mâlum, fiilen “tek parti, tek adam” rejimiyle yönetilen otoriter kardeşimiz Azerbaycan ile rejimi ondan daha hallice olmayan komşumuz Ermenistan.

Tesadüf bu ya, Başbakan’ın AKP grubunda, bedelli haberinin akabinde “vicdansızlığa devam” muştusunu da verdiği saatlerde, haber ajansları Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce bir kez daha mahkûm edildiğini duyuruyorlardı. Gerekçe: Yehova Şahidi Yunus Erçep adlı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının dinsel inancını gerekçe göstererek kullanmak istediği vicdanî ret hakkının kendisine tanınmaması. Mahkemenin gerekçeli kararı ise özellikle önemli, zira Erçep’i haklı bulan Strasbourg’daki hâkimler heyeti, Türkiye’yi sadece, bu hakkı kullanmak isteyene verilen hapis cezalarını ve söz konusu kişinin askerî bir mahkemede yargılanmış olmasını yanlış bulmakla yetinmedi. Mahkeme, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin din ve vicdan özgürlüğüyle ilgili dokuzuncu maddesini ihlal ettiğine karar verdi. Bu kararın anlamı açık; vicdanî ret hakkını tanımayan bir ülkede “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetişmez vesselam; yetiştiğinde de Yusuf Erçep gibi tutarlar kolundan atarlar içeri, hem de defalarca. Ya da “hürriyetin bedeli,” askerlikten kaçmak olur, topluca “bedelli” duasına çıkmak olur... Haşmetli devletimiz de “halkı askerlikten soğutmak” diye bir suç icat edip, bu gerçeği söyleyen, yazan, çizen cümlemizi 318’inci maddeden çıkarır durur hâkim önüne. Çıkarsın. Yargılayıp, mahkûm etmekle değişen bir şey değil hakikat… Cezalandırıp, mahrum kılmakla da hiçbir hakkın ilelebet ötelendiği görülmemiştir.

Ve neyse ki, AKP’de vicdan sahipleri de var. Başbakan’ın “gündemde yok, sâfi spekülasyon” diye kesip attığı vicdanî ret düzenlemesi için Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç üç gün önce aynen şunu diyordu mesela: “Bizim vazifemiz vicdanî ret için bir hukukî düzenleme yapmaktır. Çünkü Avrupa Konseyi’nin bu talebini yerinde görüyoruz… Vicdanî ret talebinde bulunan insanın askerlik süresi kadar veya askerlik süresinden daha fazla kamu hizmeti yapmasını isteyeceğiz. Bunun Avrupa’da örnekleri var. Ya sağlıkta çalıştırırlar, ya eğitimde çalıştırırlar, ya özürlülerin hizmetinde çalıştırırlar.”

Yine dün, Ankara büromuza konuşan AKP Gaziantep Milletvekili ve Meclis Milli Savunma Komisyonu Üyesi Ali Şahin de, vicdanî ret konusunun cezaî müeyyide ile geçiştirilemeyeceğini, vicdanî retçiler için “okullarda, hastanelerde veya sivil toplum kuruluşlarında kamu hizmeti alternatifi” olması gerektiğini söylemiş. Şahin bununla yetinmemiş, bir adım daha ileri giderek, memleketin “askerlik” sorununu çözecek yöntemi de işaret etmiş bu arada: “Bu işin temeli profesyonel ordudan geçer.”

Evet, atmamız gereken adım, yürümemiz gereken istikamet, varmamız gereken yer odur; profesyonel ordudur. Ama biz oraya varmadan, yapılması elzem olan şeyler de var. Vicdan hürriyeti artık daha fazla ertelenmemeli.