Cumhuriyet yazarı Ahmet Tan, Türkiye ve dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden Yaşar Kemal'in son sözlerinin "Mahkeme kapılarına gitmeyi beklerken mesleğinin ve insanlık onurunun hakkını verenler var. Onlar ve onların hakları için omuz omuza yürüyen, sesini yükseltenler insanlığımızın daha bitmediğini, vurdumduymazlığımızın bizi öldürücü hale getirmediğini kanıtlıyorlar" olduğunu hatırlattı, bu sözler için "vasiyet gibi" değerlendirmesinde bulundu.
Ahmet Tan'ın "Yaşar Kemal'in vasiyeti..." başlığıyla yayımlanan (21 Mayıs 2017) yazısı şöyle:
Sanatçı ve aydın bir ailenin kızıydı. Liseyi ABD’de okumuş, Mülkiye’yi bitirmişti. Genç ve yetenekliydi. Ikna etmek mümkün görünmüyordu. Az ötede yemek yiyen gruptaki Yaşar Kemal kocaman sesiyle laf attı:
“Oğlum niye üsteliyorsun. Zorlama, gönlü yok işte. Hem sen evli barklıadamsın o daha çocuk!”
Baktım, baltayı taşa vurmak üzere...
“Yaşar Abi” diye sözünü kestim, “Lütfen gel bir şey de sen söyle.Cumhuriyet’te dış politika muhabirliği teklif ediyoruz. Ama...”
Bir sandalye çekip yanımıza oturması bir oldu:
“Bak kızım!” dedi, “Ne diyorlarsa, ‘he’ de! Ben de ilk röportajlarımıCumhuriyet’e verdim. Çok para veriyor diye Hürriyet’e verseydim. Adımı bu kadar çabuk duyuramazdım. Cumhuriyet en esaslı mekteptir!”
Yirmili yaşların başındaki hanım kız, bunun üzerine “Evet” dedi.
Sonra da adını çabuk ve gerçekten iyi duyurdu.
***
Yaşar Kemal edebiyatımızın devi. Ama kendisini hep gazeteci ve röportajcı olarak gördü.
Cumhuriyet’ten ve basından hiç kopmadı. Dar ve zor günlerde hep destek oldu. Doksanı aşan hayat deneyimi ve direnciyle hep zorbalığa karşı durdu.
Cumhuriyet, her fırsatta sayısı artırılan yönetici ve yazarıyla haksız-hukuksuz yargısız bir infaza uğratılmış durumda. Adı dolayısıyla, Atatürk’e hasım oldukları gibi belli ki Cumhuriyet’in isminden bile gıcık alıyorlar?
Benzer hoyratlığa dün de Sözcü gazetesi dahil edildi. Öyle ya, memlekette, sözü üstüne söz söylemek ve hele sözcülük kimin ne haddine?!
***
Yaşar Kemal’i en son Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin ödülü nedeniyle 28 Mart 2011 günü dinlemiştik. Ama günümüz için konuşuyor gibiydi:
“Yazarları, gazetecileri, gazeteleri satın almak, batan Osmanlıdan kalma bir gelenektir. Daha da yoğunlaşarak sürüyor. (...)
Özgürlük düşüncesi sınırsızdır. Basın, dünyamızdaki pek çok kötülüğün bilinmesini, duyulmasını sağlayarak önemli savaşımlar vermiştir, kahramanlar yetiştirmiştir.
Düşünceyle uğraşmak, düşünceye önem vermek baskıcı düzenlerde her insanın başını belaya sokuyor. Bugüne kadar basın şöyle bir doyasıya özgürlük yüzü göremedi. Hep baskı, hep baskı, hep satın alma...”
Devamındaki sözleri ise adeta Cumhuriyet’teki arkadaşlarımız ile dün itibarıyla sayıları 158’i bulan hapisteki meslektaşlar içindi...
“Yargı mekanizması adalet yerine öfke ve korku kaynağı olursa işte bir ülke böyle olur. Hapisane kötüdür, ölüm gibi. Bilincine varınca, düzleşir, olağanlaşır. Insan soyunu zulüm kadar hiçbir şey küçültmez. Ne derler, zulmün artsın ki tez zeval bulasın... Zulüm aşağılık, insanlık dışı bir şeydir, ölümden de beterdir. Bilincine varınca olağanlaşır. Hepsinden beteri de insan soyunun yakasınayapışmış korkudur. Insan, insan soyu korkuda çürümez. Zulüm aslında, korkudur!”
***
Son sözleri ise vasiyet gibi:
“Diyorum ki, korkulmasın, bugünkü, bu gelip geçici duruma bakıp umutsuzluğa düşmenin bir gereği yok... Bugün hapisanelerde veya mahkeme kapılarına gitmeyi beklerken mesleğinin ve insanlık onurunun hakkını verenler var. Onlar ve onların hakları için omuz omuza yürüyen, sesini yükseltenler insanlığımızın daha bitmediğini, vurdumduymazlığımızın bizi öldürücü hale getirmediğinikanıtlıyorlar.
Insanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır. Demokrasiyi yaratmak insanlığın büyük gücü olmuştur.
Çok söyledim, tekrar söylüyorum. Ya demokrasi ya hiç...
Ve Türkiye ‘hiç’e layık değildir.
Selam olsun düşünce özgürlüğü ve insan hakları için direnen meslektaşlarıma. Selam olsun insanlık toptan tükenmedikçe umudun da tükenmeyeceğinigösterenlere!”