Hülya Karabağlı / Ankara
Hakkari’de Kürt kimliği üzerine çalışma yapan Dr. Ayla Yazıcı, Abdullah Öcalan’ın Kürtler için ‘var olmayı’ sembolize ettiğini söyledi. Görüştüğü kişilerinden, “yaşam nedir?” sorusuna “yaşam Kürtçe'dir, Kürt dilini konuşmaktır” cevabını aldığını belirten Yazıcı, dilin de “yaşamak” ve “var olmak” bağlamında sembolize edildiğini belirtti. Kürtlerin yüzde 87’lik oranından fazlasının evlerde Kürtçe konuştuğunu, yüzde 38,5’nun hiç Türkçe bilmediğini söyleyen Yazıcı, 70 yaşında Türkçe konuşmayı bırakan bir kadını örnek göstererek anadildeki ısrarını vurguladı.
TBMM’de önceki gün açıklanan 450 sayfalık Çözüm Komisyonu raporunda, Hakkari’de, 2011 yılında 77 soruluk bir anket çalışması yapan Dr. Ayla Yazıcı’nın çalışmasına ilişkin açıklamaları yer aldı. Yazıcı, anketi üzerinden göçleri, Kürt olmayı, Türk kimliğine bakışı, çatışmalarda ölen ya da dağa giden çocukların ailelerini, yas kültürünü anlattı. 280’e yakın görüşmeyle gerçekleştiren çalışma, 1996 yılında köylerinden merkeze göç eden ailelerle yapıldı. Kürt ve Türk kimliğini yaşayan, ortalama 42 yaş grubu seçildi. Dr. Yazıcı’nın çalışmasıyla ilgili raporda yer alan açıklamaları şöyle:
“Yüzde 80’inde birinci derecede ya da ikinci derecede kayıp var. Bunun içinde yalnızca ölümle olan kayıp değil, siyasi nedenlerle, dağa çıkarak olan; bunların hepsi kayıp anlamına geliyor bir anne için, belki bir birey için düşünürsek daha kolay anlayabiliriz. Bizim görüşme yaptığımız grup 35 yaş üstüydü -bunun da sonuçları etkilediğini düşünüyorum ben, çünkü kısmen genç kuşak değil de ortalama yaş 42 bu kuşak daha çok Kürt ve Türk kimliğiyle ilişkisini daha canlı sürdüren kuşak.
'Yüzde 38,5’u hiç Türkçe bilmiyor'
Yüzde 38,5’u hiç Türkçe bilmiyordu. Görüşme yaptığımız kişilerin, yüzde 40’ı iyi derecede Türkçe biliyordu, arada kalanlarla da Türkçe, Kürtçe karışık görüşme yapıldı. Evde konuşan dil çok net -işte burada da görüyorsunuz- Kürtçe konuşuyorlar, yani evde yüzde 87’den fazlası Kürtçe konuşuyor fakat Kürtçe yazı yazma oranı çok düşük, çoğunluğu Türkçe yazıyordu; okuma yazma bilenlerde Türkçe okuma yazma daha fazla, Kürtçe okuma yazma bilenlerin sayısı düşüktü.
‘Kadınlarda öyle ağır bir yas var ki!’
Taş atan çocukları da bu ortamda değerlendirdiğimizde, bütün bu çocuklar, daha çok bu göç eden ailelerin yaşadığı alanlardan çıkıyor. Bunun da psikolojik mekanizmasını ben ilk raporumda özellikle belirtmiştim, yas içinde, o kadar ağır yas var ki evde… Mesela, anne, baba… Benim ilk gittiğimde yaptığım görüşmelerde annelerde özellikle bir şok hâli vardı, o bana çok çarpıcı gelmişti. Hâlâ aklıma geldiğinde etkiler beni ve gerçekten sarsar. O şok ve dona kalma hâli çok çarpıcıydı, yani özellikle kadınlar hiçbir şekilde kendi acılarını söze dökemiyorlar ve donmuş durumdalar.
'Kürtlerin üzüntüleri öfkeden daha fazla'
En çok yaşanılan duygu üzüntü -öfke inanın çok değil, üzüntü çok fazla, çok yoğun bu kayıplarla ilgili- ve bedensel belirtiler. Kardiyopulmoner yani kalp ve bedeninde özellikle çarpıntı, nefes alamama tarzında belirtiler ve sindirim sistemi belirtileri bizim çalışmamızda daha çok çıktı. Hakikaten de acılarınızı dile getiremediğinizde beden konuşmaya başlar.
Bizim sorunlarımızdan bir tanesi, din ile ilişkileriydi kişilerin. Çoğu kendini, çok önemli, neredeyse tamamına yakını, kendini “aşırı dindar” tarif ediyordu ve ölüm algılarını, yaşam algılarını sorduk. Ölüm algılarına cevapları… Mesela, bu çok ilginç ve üstünde belki tartışmaya açık bir şey. Bir kısmı, “Allah’ın emri” gibi daha dini şeyle açıklarken -ki bu rakam çok yüksek değil- daha çok, anlamsızlık, yok olma ve grup kimliğiyle açıklıyordu.
'Yaşam Kürtçe'dir'
“Yaşam nedir?” sorusuna da daha çok gene grup kimliğiyle cevap verdiler. İşte , “Yaşam Kürtçe'dir, Kürt dilini konuşmaktır” gibi özellikle dilde sembolize olan ifadeler ve “kendi Kürt kimliğiyle var olmak” ifadeleri de çok gelen cevaplar arasındaydı. “Türk olmak nedir?” sorusuna bir kısmı -bu rakam çok yüksek değil- Türk olmayı daha zalim olma, zulüm yapma ile tanımlarken bir kısmı -gene önemli bir rakam- kardeşlikle ifade etti. Bütün bunları hep bir arada düşünmek önemli; yani bir tarafa çekmek değil de bence bütünüyle verilen cevapları değerlendirmeye almak daha önemli diye düşünüyorum. Abdullah Öcalan’ın anlamı, PKK’nın anlamı, bunları da sorduk ve bunların da aslında daha olumlu, daha Kürt kimliği içinde…
Öcalan’ın sembolik anlamı
Abdullah Öcalan’ın sembolik anlamı, PKK’nın varlığının anlamının aslında Kürt kimliği içinde ne kadar olumlu bir yere konduğunu, onurla, var olmayla birlikte anıldığını birlikte anlamamız önemli geliyor bana çünkü semboller gerçekten çok önemli.
'Babalarının ağlamalarına tahammül edemiyorlar'
Evde böyle bir durum var. Ev içinde, ciddi çaresizlik, aşağılanma, öfke, utanç, suçluluk ve umutsuzluk dolu. Mesela, benim yaptığım bir görüşmede babanın utanmasını hatırlıyorum ben. Çünkü bir akşam eve gelmişler ve oğlunu götürmüşler. Onu koruyamamayla -20’li yaşlarında bir delikanlı oğlu- ilgili inanılmaz bir utanç içindeydi. Bir oğlu da dağa gitmişti, onu da gene tutamamakla ilgili… Bakın, duygu aynı duygu; utanç ve suçluluk duyuyor. Evde de bir küçük oğlu vardı, o küçük oğlunun tavrını da hiç unutmuyorum ben evde. Babası ağlamaya başladı bunları anlatırken, anne donmuştu, küçük çocuk babasının ağlamasına dayanamadı ve dışarı çıktı çünkü onu öyle görmeye tahammül edemiyordu.
10 yaşlarında ergenliğinin başlarında bir genç çocuktu ve dışarı çıktı, babasının ağlamasına tahammül edemedi. Ev içinde böyle bir ortam olduğunu düşünün ki bizim bu görüşme yaptığımız 270 ailenin hepsinde bu vardı ve bu anne babanın ya da bu ailenin içinde doğmuş kuşağı düşünün.
'Yüzde 50’si askeri olumlu buluyor, polis işkence ile anılıyor'
Bizim sorularımızda polis algısı, askerin nasıl algılandığı meseleleri de vardı. Buradaki sonuçlar da ilginç. Polis, Hakkâri içinde -ama bunu dediğim gibi belki bütün nüfusa genelleştirmemiz uygun olmaz- bu mahallelerde polis daha çok, zulmeden, işkence eden algılarıyla birlikte anılıyordu. Enteresan, askere güven daha fazlaydı, yüzde 50’si askeri daha olumlu ve yapıcı algılıyordu. Ki mesela, bu göç mağdurları aslında daha çok askerlerin boşaltmasıyla falan olmasına rağmen, bütün bunların yorumunu da ben şöyle aldım: Askeri daha çok kendilerinden… Çünkü Kürtler de asker olabiliyor ve kendilerinin de onun oluşumunda bir katkısı olabiliyor. Hani, o da gene güvenilir değil ama hiç yoktan iyidir gibi bir durum. Askerle polisin algısı arasındaki farkı anlamamız bence çok önemli.
'Her eylemi toplu yapıyorlar'
Toplu cenaze törenleri, mesela hep birlikte cenaze törenlerine gidilip bunun toplu olarak yapılması anlamlı çünkü bunu da gene grup kimliği içinde değerlendirebiliriz. Birlikte paylaşıyorlar ve daha bir, bir olma algısı yaşıyorlar Kürt kimliği içinde.
70 yaşında Türkçe konuşmayı bırakmış
Grup kimliğinin öne çıkması, bireysel kimliğin belirginsizleşmesi, kurban olma, ezilme, aşağılanma duygularının daha çok Kürt kimliğiyle birlikte olması önemli. 70 yaşlarında bir hanım. “Ben eskiden biraz Türkçe biliyordum, konuşuyordum da ama artık konuşmuyorum son üç dört yıldır” dedi. Bu, nasıl gerilendiğini ve nasıl bölme yaparak Türkçeyi dışarıda bıraktığını gösteren bir şey.
‘Dağa çıkmak kızlar için kurtuluş’
PKK algısı, özellikle mesela kız çocuklarından dağa çıkan çoktu bizim yaptığımız görüşmede. Özellikle, kız çocuklarının mesela neden dağa çıktıklarını… Tek onur veren, anlamı olan, onlara onur veren bu kaos içinde tek şey böyle bir kimlik. Yani, dağa çıktığında mesela gerilla oluyor, öbür türlü evde kalsa evde inanılmaz kaos var, inanılmaz depresyon ve üzüntü var. Okula gidemeyecek, bir geleceği olmayacak kendisinin. Bu bir gelecek, olumsuz olabilir, kötü olabilir, beğenmeyebiliriz ama o kız çocuğu için bir anlamı, onuru olan bir şey. Aynı şekilde, Abdullah Öcalan’ı da mesela bu nedenle idealize bir sembol olarak değerlendirebiliriz. Çünkü, bir çoğu mesela… Bizim çalışmamız da aslında sizin ki kadar Abdullah Öcalan’ın şey olması birinci sırada çıkmadı. Öncelikle mesela genel af ve gençlerin dağdan inmesi bizde en çok istenen şeydi. Abdullah Öcalan’ın serbestliği üçüncü sıradaydı yanlış hatırlamıyorsam. Mesela, daha gençler Öcalan’ı idealize ederken bizim yaş grubumuzda o kadar idealizasyon yoktu ama gene önemli, sembol olarak varlığı önemli çünkü aslında bütün bu ezilmişlik, aşağılanmaya bir başkaldırı ve onurlu bir sembol olarak algılanıyor.”