24 Ağustos 2020 11:58
Doç. Dr. Murat Batı*
YÖK, vakıf üniversiteleri ile devlet üniversiteleri öğretim elemanları arasındaki maaş farkını ortadan kaldırmak için bir düzenleme yaptı. Ancak vakıf üniversiteleri bu düzenlemeyi uygularken bazı sıkıntılar doğdu.
“Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 17 Nisan 2020’de Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe girdi. Söz konusu Kanun’un 11’inci maddesinde yer alan “Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarına, unvanlarına göre devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen ücret tutarından az ücret verilemez” hükmü ile 17 Nisan 2020 itibariyle vakıf yükseköğretim öğretim elemanlarına verilen maaşların devlet üniversitesinin aynı unvanda görevli öğretim elemanlarının aldıkları ücretten az olmaması gerektiği amaçlanmıştır. Ancak maalesef uygulamada bu böyle olmamıştır.
Kanun ile ücretlerin eşitlenmesi hedeflendi. Ancak düzenlemede yer alan “eşitlenecek ücret” kavramının net ücret mi yoksa brüt ücret mi olduğu belirsiz. Bu hükümdeki “ücret” sözcüğünün anlamındaki muğlaklığı gidermek üzere YÖK, 5 Haziran 2020 oturum tarihli 2020.27 sayılı kararında “devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen emsal ücretin net veya brüt ücret miktarından birisini esas alabileceklerine, karar verildi” denilerek durum vakıf üniversitelerinin lehine yorumlamıştır.
YÖK’ün yaptığı bu işlem ilk bakışta kanun metninin, özellikle “ücret” ibaresinin idare tarafından yapılan bir işlemle somutlaştırılması olarak düşünülebilir. Ancak “brüt ücret” ibaresinin uygulamadaki karşılığı ele alındığında bunun somutlaştırılmasından ziyade kanun koyucunun iradesinin ötesinde bir kanuna aykırılık olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki “ücret” kelimesindeki muğlaklığı gidermek için mezkûr kanunun tarihi yorumuna, yani kanun metninin hazırlık aşaması, gerekçesi ve komisyon raporlarına başvurduğumuzda durum daha da netleşmektedir. Kanunun gerekçesinde düzenlemenin getiriliş sebebi “Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarının mali haklarının devlet yükseköğretim kurumlarında çalışan emsalleri ile eşitlenmesi” olarak öngörülmüştür. İşte bu noktada söyleyebiliriz ki emsal ücret olarak brüt ücretin de baz alınabilecek olması mali hakların eşitlenmesini beraberinde getirmemektedir. Bu durum, kanun gerekçesinin tamamen görmezden gelinmesi anlamındadır.
Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un gerekçesinin 11’inci maddesinde “Vakıf yükseköğretim kurumlarında çalışan öğretim elemanlarının MALİ HAKLARININ devlet yükseköğretim kurumlarında çalışan emsalleri ile eşitlenmesi öngörülmüştür” hükmü yer almaktadır. Gerekçedeki “mali haklar” ibaresi oldukça açıktır.
Şöyle ki; devlet üniversitesinde görevli bir öğretim elemanı ile vakıf üniversitesinde görevli bir öğretim elemanının ücretleri aynı mali hakları kapsamamaktadır. Mali hak ibaresi 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu’nun 12, 14, ek madde 1, ek madde 2, ek madde 3 ve ek madde 4 gibi bir kısım maddeleri içermektedir. Söz konusu maddeler özetle YÖK tazminatı, üniversite ödeneği, eğitim/öğretim ödeneği gibi ödemeleri kapsamaktadır. Ve bu maddelerde yazan ortak ifade ise “damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz.” şeklindedir.
Yani devlet üniversitesinde çalışan bir öğretim elemanına verilen ücretin bu ödeneklere isabet eden kısmı vergiye tabi tutulmamaktadır. Örneğin devlet üniversitesinde çalışan bir Dr. öğretim üyesinin Ocak 2020 maaşına ilişkin brüt ücreti 10 bin TL kadardır. Gerekli SGK vs kesintiler düşüldükten sonra kalan tutar yani matrah üzerinden vergilendirilmesi gerekmektedir. Ancak devlet üniversitesinde çalışan bir Dr. öğretim üyesinin maaşının büyük bir kısmı söz konusu ödeneklerden ibaret olduğu için vergiye tabi matrahı da düşüktür. Bu kişinin matrahı yaklaşık 2.400 TL kadardır ve dolayısıyla bu ay için ödeyeceği gelir vergisi de 360 TL civarındadır. Bekâr ve çocuksuz olduğu varsayılan bu öğretim üyesinin hesaplanan gelir vergisinden asgari geçim indirimi de (AGİ) düşülürse yaklaşık 120 TL gelir vergisi ödenecek ve eline yaklaşık 7.700-8.000TL aralığında net ücret geçecektir.
Ancak vakıf üniversitesinde çalışan aynı unvana sahip bir öğretim üyesinin brüt maaşı 10 bin TL iken gelir vergisi matrahı 8.500 TL, hesaplanan gelir vergisi 1.275 TL ve dolayısıyla da Ocak 2020 dönemine ilişkin eline geçen tutar yaklaşık 7 bin TL civarındadır.
Devlet üniversitesinde çalışan öğretim elemanının matrahı düşük olduğundan kümülatif toplam artan oranlı vergi tarifesinde yılın sonlarına doğru ikinci dilime girmektedir. Ancak vakıf üniversitesi öğretim elemanının matrahı yüksek olduğundan mart ayından sonra ikinci dilime ve hatta yılın sonuna doğru yüzde 27’lik oranın bulunduğu üçüncü dilime de girecektir. Bu, vakıf öğretim elemanının eline geçen tutarın yıl sonuna doğru daha da azalması anlamına gelecektir.
Görüldüğü üzere bordroda görünen brüt ücretler aynı olsa da, ücreti oluşturan kalemlerin farklı olması nedeniyle devlet üniversitesinde çalışan öğretim elemanı ile vakıf üniversitesi öğretim elemanının maaşından yapılacak vergi kesintisi arasında ciddi bir fark oluşmaktadır. Devlet üniversitesinde çalışan öğretim elemanı, bordrosunda bulunan ücret kalemleri içinde ağırlıklı olarak yer alan çıplak ücret dışındaki ödemeler nedeniyle daha az vergi ödeyecek, vakıf üniversitesinde çalışan ise bordrosunda gelirinin tamamı çıplak ücret olarak göründüğünden vergi yükü çok daha ağır olacaktır. Ayrıca aylar itibariyle artan oranlı vergi tarifesine tabi olduğunu da düşününce hakkaniyet iyiden yiye yok olacaktır. Vakıf üniversitesi, brüt ücret bazında sorumluluğunu yerine getirse de öğretim elemanı devlet üniversitesinde çalışan aynı ünvanlı meslektaşı ile aynı ücreti maaş hesabında göremeyecektir. Ücret gelirlerinin farklı kalemlerden oluşması nedeniyle aynı brüt ücreti alanların farklı matrahlarının bulunması aynı zamanda Anayasamızın 10’uncu maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesine de aykırı bir durum olacaktır. Bir an önce düzeltilmesini diliyorum.
7243 sayılı Kanunla 2547 sayılı Kanunda yapılan değişiklik ile ücretlerin eşitlenmesi amaçlanmıştır. Ancak yukarıdaki örnekte görüldüğü üzere brüt ücret eşitlemesi vakıf üniversitesi öğretim elemanlarının aleyhine bir durum yaratmaktadır. Kanunun ve kanun gerekçesinin 11’nci maddesi ile bu eşitleme öngörülmüş ve gerekçede mali hakların eşitlemesi amaçlanmıştır. Ancak görüldüğü kadarıyla yapılan yeni dönem için sözleşmeler brüt olarak akdedilmektedir.
Kanun gerekçesi yeterince açık olmasına rağmen bir düzenleyici işlem olarak YÖK’ün 5 Haziran 2020 oturum tarihli ve 2020.27 sayılı Kararında, “… devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen emsal ücretin net veya brüt miktarından birisinin esas alınabileceğini” ifadesi ise vakıf üniversitelerinin verdiği tepkiyi biraz da olsa yumuşatmak gayesiyle yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak kanunun lafzı yeterince açık olmasına rağmen verilen bu “karar” ile yapılan yönlendirme, kanunilik ilkesini zedelemektedir. Zira Kanun’un ve Gerekçesinin 11’nci maddesi mali hakları eşitleyin şeklinde hükmetmiştir. Dinleyen pek yok sanırım.
Daha da önemlisi 7243 sayılı Kanun’un 11’inci maddesinde yer alan “… ödenen ücret tutarından az ücret VERİLEMEZ” hükmündeki “VERİLEMEZ” kelimesidir. “Vermek” kelimesinin icrai sonucu “almak, uhdesine geçirmektir. Brüt ücret uygulaması sonucunda “vermek” fiili gerçekleşmediği gibi “uhdesine geçirmek, almak” fiili de gerçekleşmemiş olmaktadır. “Almak ya da uhdesine geçirmek” fiili gerçekleşmemiş ise “vermek” fiili de gerçekleşmemiştir.
Bu durumda ivedi şekilde yeni bir düzenleme ile bu sorun çözülmelidir. Vakıf yükseköğretim öğretim elemanlarının ücret düzenlemesinin 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu’nun yukarıda belirttiğim maddeler kapsamına alınması hem adalet açısından gereklidir hem de Anayasa’nın “Ücrette adalet sağlanması” kenar başlıklı 55’inci maddesinin bir gereğidir. Ancak mali haklar konusunda devlet/vakıf üniversitesi farkı ortadan kalktıktan sonra brüt ücret eşitlemesi adil olur. Aksi durumda ücret eşitlemesi reel olarak pek etki etmeyecektir. Vakıf yükseköğretim öğretim elemanlarının hedeflenen durumu, düzenleme öncesindeki durumundan pek de farklı olmayacaktır.
Sayıları yaklaşık 26 bine yaklaşan vakıf yükseköğretim elemanları, her ne kadar İş Kanunu’na tabi olsa da onlar hakkında belirttiğim düzenlemenin yapılması genel itibariyle onarıcı ve denkleştirici adalet kapsamında olumlu sonuçlar doğuracaktır.
Vakıf öğretim üyelerinin ücret düzenlemesinde ortaya çıkan adaletsizliğin temel sebebi; vakıf üniversitesi öğretim üyelerinin atama ve yükselmelerinde 2547 sayılı kanunun uygulanması, maaş ve diğer özlük hakları bakımından ise iş kanununa tabi olmasıdır. Bütçesini devletin vermediği kurumların maaş ve diğer özlük haklarında öğretim üyeleri ve vakıf yükseköğretim kurumları aleyhine yapılan düzenlemeler anayasanın 130. Maddesinde yer alan üniversite özerkliğine açıkça aykırılık teşkil etmektedir
Devlet yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin net ücretleri dikkate alınarak eşitleme yapılırsa bu durumda vakıf yükseköğretim üyelerinin vergi ve SGK yükü artacaktır. Bu durum, vakıf üniversitesinin mali külfetini artıracaktır. Her ne kadar temel amacı karlılık olmayan vakıf üniversitelerine de bunu reva görmek çok doğru olmasa gerek. Bu yüzden mali hakları eşitlemek hamlesi, “adalet kadrajında” herkes için daha rasyonel sonuçlar doğuracaktır.
7243 sayılı Kanunla yapılan bu değişiklik sonucunda kanun ve gerekçesinin 11’nci maddesi yeterince açık olduğu halde YÖK’ün 5 Haziran 2020 oturum tarihli ve 2020.27 sayılı kararında, “Devlet yükseköğretim kurumlarında ödenen emsal ücretin net veya brüt miktarından birisinin esas alınabileceğini” ifadesi ile kanuna başka bir yön vermektedir Söz konusu kararın, icrai mahiyet ihtiva etmesi nedeniyle Danıştay’da 60 gün içinde iptal davasına konu edilebilmesi mümkündür. Bu durumda vakıf yükseköğretim kurumlarının akdettikleri sözleşmelerinin dayanakları da ortadan kalkmış olacaktır.
Vakıf üniversitelerinin 17 Nisan tarihi itibariyle bu düzenlemeyi uygulaması gerekmektedir
Yükseköğretim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 17 Nisan 2020 tarih ve 31102 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Söz konusu Kanun’un 30/b maddesi ile de aynı gün yürürlüğe gireceğine hükmetmiştir. Yani ücretlerin devlet üniversiteleriyle eşitleme düzenlemesi 17 Nisan tarihi itibariyle yapılması gerekmektedir. Bu şekilde bir düzenleme hala yapılmamış ise yeni düzenleme ile geçmiş aylar arasındaki farkların da öğretim elemanına ödenmesi gerekmektedir. Aksi durum mezkûr maddeye açıkça aykırılık teşkil edecektir.
Ancak YÖK 08.07.2020 oturum tarihli ve 2020.39 sayılı kararında “Konuya ilişkin yapılan inceleme neticesinde, emsal ücret uygulamasına 2020 yılı içinde olmak şartıyla öğretim elemanı sözleşmelerinin yenilendiği aydan itibaren başlatılması hususunun, vakıf yükseköğretim kurumlarının yetkili kurullarınca değerlendirilerek sonuçlandırılmasının uygun olduğuna karar verildi.” ifadesi ile uygulamanın başlangıç tarihini değiştirdi. Kanunun yürürlük tarihi kendi kanununda alenen yazmasına rağmen YÖK’ün kararı ile bu süre kurumların keyfiyetine bırakılamaz. Kanun maddesinde yürürlük tarihinin hükmedilmesine rağmen farklı bir tarih belirleme mercii YÖK değildir. Bu, kanunilik ilkesine aykırı bir uygulamadır.
* Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Ali Fuad Başgil Hukuk Fakültesi, Mali Hukuk Anabilim Dalı Başkanı
© Tüm hakları saklıdır.