Ekonomi

'Yargıda bozulmanın toplumsal ve ekonomik bedelini yıllarca ödeyeceğiz'

Şevket Pamuk: Birkaç aydır hukukun, yargının işleyişi hızla bozuluyor; adalet anlayışı geriliyor. Toplumsal olarak da, ekonomik olarak da, uzun yıllar bunların bedelini ödeyeceğiz

10 Şubat 2014 02:26

Kıvanç Özvardar

[email protected]

 

İktisat tarihçisi Prof. Şevket Pamuk, “Son birkaç aydır geldiğimiz süreçte  hukukun, yargının işleyişi hızla bozuluyor; adalet anlayışı geriliyor. Bu kaygı, kısa vadede telafi edilecek bir şey değil. Toplumsal olarak da, ekonomik olarak da, uzun yıllar bunların bedelini ödeyeceğiz. Ekonomi tek başına, 'borsa çıktı, faiz indi, kuru eşitlersek Türkiye gelişir' demek değil” diyor.

Türkiye, hem siyasette, hem sosyal yaşamda, hem de ekonomide olabileceklerden yalnızca endişe edilen değil, neler olabileceğini öngöremediğimiz bir dönemden geçiyor. Ekonomideki gidişatın anlaşılmasının siyasetten, siyasetin toplumsal dönüşümlerden bağımsız değerlendirilmeye çalışılması gerçekçi değil. Ekonomi, insan, çevre, doğa, siyaset sorunları karşısında bugün yeni bir düzen arayışı, tek tek mesleki uzmanlıkları ve ilgi alanlarımızın dar sınırlarını aşıyor. Maddi değer üretimini her şeyin önüne koyan, toplumlar ve ülkeler arası ilişkileri değişmez temeller üzerine oturtan anlayışı terk edip, hayatı total bir değerlendirme bazında algılamak için her disiplinden nitelikli, muteber sesleri duymaya ihtiyaç var.

Uluslararası başarılara sahip, Türkiye’nin en yetkin iktisat tarihçilerinden olan Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Şevket Pamuk, bir süre önce İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan kitabında “Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi”ni anlatıyor. Ekonomideki çalkantıların, yine eşitsizlikler, kadınların işgücüne katılımı, eğitimin niteliği üzerinden değil, borsa ve döviz kuru üzerinden konuşulduğu bugünlerde, Türkiye ekonomisinin nereden gelip, nereye gittiği konusunda Pamuk’a kulak vermekte fayda var.

Liseyi İstanbul’da okuduktan sonra Yale Üniversitesi’ni bitiren Pamuk, iktisat doktorasını Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nden aldı. Ankara, Orta Doğu Teknik, Pensylvania, Villanova, Princeton, Michigan ve Ben Gurion üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalıştı. Osmanlı-Türkiye iktisat tarihi üzerine uluslarararası birçok makalesi ve eseri olan Şevket Pamuk, aynı zamanda Tarih Vakfı ve Uluslararası İktisat Tarihi Derneği Yönetim Kurulu üyesi. Kısacası bütün dünyada bilinen bir soyadına sahip olan saygın iktisatçının, bütün tevazusuna rağmen, “Orhan Pamuk’un abisi” yaklaşımına sığmayan bir akademik mazisi var.

Pamuk, bugün gelinen siyasi-hukuki-ekonomik çalkantı ortamında kurumların önemine vurgu yapıyor. AKP'nin, iktidara geldiğinde, kamu dengelerini yerine oturtmak için kendisinden önce yürürlüğe konan programı başarıyla uyguladıktan sonra, daha fazla eğitim, teknoloji ve rekabet gücü olan bir ekonomi yaratılması için hamle yapamadığını belirtiyor. İnsani gelişme olmadan ilerlemenin mümkün olmadığının altını çizen Pamuk’la bugünkü kavşağa nasıl gelindiğini, olası yan, ileri ve çetrefil yolları konuştuk.

 

'İnsani gelişme olmadan iktisadi gelişme zor'

 

- “Türkiye’nin 200 Yıllık İktisat Tarihi”, kapsadığı dönem, içerik ve öne çıkardığı konularla Türkiye’de iktisadi büyümenin dünya ortalamalarına yakın, ancak insani gelişmenin dünya ortalamalarını altında kaldığı gerçeğini vurguluyor. Odak noktanızı belirlerken nereden yola çıktınız?

Bugünü anlamak için geçmişteki yapıların ne olduğunu ve bugünü nasıl etkilediğini anlamak çok önemli. Bugünün ekonomisi denildiğinde daha çok yakın geçmişe bakıldı, fakat bugün dünya ölçeğindeki ülkelerarası eşitsizlikler son 200 yılın mirası. Sanayi Devrimi sonrasında sanayileşen ülkeler ile sanayileşemeyen ülkeler arasındaki fark giderek açıldı. 19. Yüzyıl'a, hatta 1950’lere kadar böyle devam etti. Bugün Türkiye’nin dünya gelir sıralamalarındaki yeri büyük ölçüde son 200 yılda ortaya çıkan şeyler.

- Türkiye’nin iktisadi büyüme ve gelişmesi arasındaki farkın önemine dikkat çekiyorsunuz. Bugün gelinen siyasi ve hukuki kriz kavşağında, iktisadi gelişim nereye oturuyor? Türkiye için bunun anlamı nedir?

Kişi başına gelir ve gayri safi milli hasıla çok belirsiz bir kavram. Sadece üretim; gelişmişlik ve refah getirmiyor. Uzun vadeli iktisadi gelişme için kişi başı gelirin ulaştığı düzey mutlaka bir ölçüt, ama yanı sıra insani gelişme de olmalı. Türkiye’nin geldiği yol kavşağında iktisadi büyüme ile insani gelişme de kesişiyor. Bundan sonra birlikte gitmesi gerek. İnsani gelişme olmadan iktisadi gelişme çok zor.

Ancak toplum, işgücü daha üst düzey eğitim alırsa, daha ileri becerilerle donanırsa Türkiye’nin kişi başına geliri artacak. Yoksa Türkiye ucuz emekle üretilmiş mallar üreten bir ülke olmaya mahkûm olacak. O zaman kişi başına gelirin artması da zor olacak.

 

'Hukuk devletinin olmadığı yerde gelişme güçlü olamaz'

 

- Ekonomide varlığını bildiğimiz, nerede, ne büyüklükte olduğunu bilmediğimiz kırılganlıklar son dönemde bir siyasi krizle kendini yeniden gösterdi. İktisadi büyümenin nihaî nedeni olarak iktisadi büyümenin içinde yer aldığı toplumsal ve siyasi ortamı gösteriyorsunuz. Kurumların önemi bugün ortaya çıktı mı?

İktisatçılar yakın zamana kadar iktisadi gelişmenin ve büyümenin nedenleri olarak tasarruf oranı, yatırım oranı, verimlilik artışları gibi şeyleri öne çıkarıyorlardı. Son 20-30 yıldaki literatür, -bunlar iktisadi gelişmenin kendisi- ancak iyileşme için daha derinde, temel nedenler olduğunu ortaya koyuyor. Bu temel nedenler de ekonominin, toplumun işleyişi ile ilgili yazılı veya enformel, yani kâğıt üzerinde olmayan örgütlenmeler. Fiiliyatta nasıl çalıştıklarına bakmak gerek.

Türkiye’de, örneğin uluslararası yüksek rekabette firma kurmak yerine, hükümetten bir tahsis, hükümete yakın olup bir ihale mi alsam, diye düşünülüyor. Biliniyor ki, bu çabuk, hızla birikim sağlamanın çok daha kolay ve yaygın yolu. Kurallar, kurumlar böyle çalışırsa iktisadi büyüme olur, ama ortalama düzeyde olur, süreklilik kazanmaz. Kurumlara vurgu yaptığımızda ekonominin içinde olduğu siyasal yapıyı da kast ediyoruz. Türkiye’de iktisadi gelişmenin daha iyi olması için sadece ekonominin değil, siyaset kurumlarının da, hukukun da iyi çalışması lazım. Hukuk devletinin olmadığı yerde iktisadi gelişme güçlü olamaz.

 

'Hukukun bozulmasının bedelini uzun yıllar ödeyeceğiz'

 

- Türkiye’deki siyasi ve ekonomik kurumların gelişimini tarihsel olarak incelediğinizde nasıl bir görünümle karşı karşıyayız? Tarihsel mirasın bugün etkisi nedir? Siyasette, ekonomide, hukukta kurumların aldığı darbelerin daha çok konuşulduğu son aylarda yeni bir bilinç oluşuyor mu sizce?

Kurumlara vurgu yaparken, ekonomiyi anlamak için daha geniş siyasete bakmak lazım. Türkiye’de siyasi kurumlarda, demokraside son 200, hatta 60 yılda ilerleme oldu. Uluslararası kurumlarla ilgili göstergeler, Türkiye’yi gelişen ülkelerin ortalamasına yakın bir yere koyuyor. Hukuk ve yargı göstergelerinde ise iyi bir yerde değil. Son birkaç aydır geldiğimiz süreçte ise, hukukun, yargının işleyişi hızla bozuluyor; adalet anlayışı geriliyor. Bu kaygı, kısa vadede telafi edilecek bir şey değil. Toplumsal olarak da, ekonomik olarak da, uzun yıllar bunların bedelini ödeyeceğiz. Ekonomi tek başına, “borsa çıktı, faiz indi, kuru şuna eşitlersek Türkiye gelişir” demek değil. Uzun vadeli gelişme derken çok daha karmaşık, temel nedenleri düşünmek gerek.

- Türkiye ekonomisinin son 200 yılını yorumlarken bardağın ne kadarını dolu, ne kadarını boş görüyorsunuz?

İktisadi gelişmenin en temel nedeni kurumların sağlıklı olması. Türkiye’nin son 60 yılına baktığımız zaman Türkiye dünya ortalamalarına çok yakın iktisadi büyüme gösterdi. Ama insani gelişme olarak dünya ortalamalarının altında kaldı. Kurumlar insani gelişmeyi, beceriyi, teknolojinin gelişimini sağlayacak bir ekonomiyi özendirmedi. Bunun için bardağın olsa olsa ancak yarısının dolduğunu gösteriyor bu tablo.

 

'Hükümetin tepkileri tahrip edici'

 

- Bugün bu bedelleri kim ödeyecek? Gezi süreciyle yükselen toplumsal tepkinin bedelin hafiflemesinde ya da bileşiminde etkisi olabilir mi?

Gezi olaylarındaki hükümetin tepkisi, hem siyasi tarafları, hem de ekonomi üzerindeki etkileri açısından son derece tahrip edici. Ekonomide bilindiği gibi cari açık sorunu var. Bu gelir düzeyini sürdürebilmek için devamlı dışarıdan borç alması gerekiyor. Ama dışarıdan gelecek sermayeyi Gezi’ye verilen tepki ve son dönemde hükümetin iktidar kavgasında verdiği tepki, yabancı sermayenin güvenini yok edecek türden bir tepki. Bu bir bedel.

Demokrasinin sınırlarının daraltılması, internete tepki gösterilmesi, yaşanan iktidar kavgası, yargının hükümete bağlanması sadece yabancı sermayeyi etkileyen şeylermiş gibi konuşuluyor. Sanki ülke içindeki yatırımcının umurumda değilmiş, Türkiye’de yargı, hukuk devleti olmasa da bazı yatırımlar yapılacakmış gibi bakılıyor. Öyle değil. Sadece yabancı yatırımlarla Türkiye ekonomisi çalışmıyor. Türkiye ekonomisi her zaman daha çok yerli yatırımlarla çalıştı. Yerli yatırımların, üretimin bir düzeyi ve birleşimi var. Mutlaka yerli yatırımlar, iş sahalarının açılması, üretimin artması son dönemdeki gelişmelerden olumsuz etkilenecek. Bileşimi, farklı alanlardaki dağılımı da etkilenecek.

 

'Yatırımcılara, hükümete yakın olun' mesajı gidiyor'

 

Sadece yabancı yatırımcılara değil, yerli yatırımcılara da şu mesaj gidiyor:

“Siz çok fazla yerli yatırımcılık, eğitim, teknoloji, beceri gibi şeyleri düşünmeyin. Türkiye’de iş yapmak istiyorsanız hükümete yakın olun, yargıyı, hukuk devletini, hakkınızı arayacaksanız hükümete yakın birilerini bulacak, hakkınızı ancak böyle bulacaksınız”.

Yerli yatırımcılar da nerede yatırım yapmak kârlı olacaksa oraya gidecek. Siyaset, hukuk devleti, yargı, adalet, devlet, toplum ilişkilerinden başladık, ekonominin sadece miktar, düzey olarak değil, dağılımı, bileşimi olarak da nereye gidildiğini görüyoruz.

Sadece hükümet değil, sanki yerli yatırımcı her koşulda en iyi yatırımı yapacakmış da, tek sorun yabancı yatırımcıdaymış gibi konuşuyor. Bunların yerli yatırımcı üzerinde de çok derin ve uzun vadeli etkileri olacak.

 

“Sanayisizleşen Türkiye’de bu model sürdürülemez”

 

- Kitabınızda da belirttiğiniz gibi, Türkiye Osmanlı’dan bu yana dış açık ülkesi. Cari açık 1930’lardan beri Türkiye’nin sürekliliği. Bugün ise yön değiştiren ekonomik büyümede, şokun inşaat sektöründen gelebileceği yorumları yapılıyor. Siyasi ve hukuki risklerin yanı sıra, bugünkü ekonomik yapıda en çok kaygılandıran nedir?

Sanayinin ekonomideki payının giderek azalması büyük sıkıntı yaratıyor. Türkiye’de son 15 yıldır, yaklaşık 20 yıldır sanayinin ekonomi içindeki payı geriliyor. Özel sektör için Türkiye’de sanayi giderek cazip bir alan olmaktan çıkıyor. Yerine inşaat çok popüler. Bir yandan da dünya ile ilişkilerimiz var, dünyaya da mal satmamız gerek. Sadece inşaatla gelişmiş bir ülke olamazsınız. Ekonominiz bu kadar inşaata ağırlık verir, sanayiden bu kadar uzaklaşırsa, gelişmiş ekonomiler arasına katılması giderek zorlaşır. Dışarıdan borç almaya ihtiyacımız var, bunu kapatmak için dışarıya mal satmamız lazım, daha fazla döviz sağlamamız lazım. Hizmetleri dışarı satmamız çok daha zor. Sanayi malı satıyoruz, ancak ekonomi giderek daha az sanayi malı üretiyor. Sanayinin ekonomi içindeki payının azalmasının bir nedeni kurumların işleyişi, bir diğer nedeni de Türkiye’de eğitim düzeyinin, becerili işgücünün zayıflığı, zaafları. Bugün özel sektörde pek çok firma daha yüksek teknolojili alanlara girmekten çekiniyor. Bunlar onlar için daha zor. İnşaat yapıp para kazanmak daha kolay. Ayrıca böyle bir alana girerlerse bu faaliyeti sürdürücü işgücünü, becerileri bulamayacaklarından çekiniyorlar. Bugün Türkiye’de en önde gelen firmalar, gruplar teker teker sanayiyi bırakıp, hizmetler sektöründe uzmanlaşıyor, yatırım yapıyorlar. Bu Türkiye ekonomisi için hiç de iyi bir sinyal değil.

Büyük grupların beceriler, teknoloji açısından uluslararası açıdan daha rekabetçi olmalarını bekleriz. Fakat onlar da iç piyasaya yönelik hizmet sektörünü daha cazip bulur oldular. Bu da ekonomideki iç modelin sürdürülebilir olmasını güçleştiriyor.

 

Devlete yakın olanların zenginleşmesi...

 

- Dünyada 2008 küresel finans krizi sonrası, piyasaların başta devletler olmak üzere, herkesi disiplin altına almasının en doğru yöntem olduğuna inanan liberal ideoloji sorgulanmaya başlandı. Kalkınma politikaları, kamu mülkiyetinin devamı ya da kendi kendini yönetme biçimleri yeniden önemsenmeye başlandı sanki. Bugün devlet algısının da yara aldığı görülüyor. Türkiye’de devletin kalkınmadaki rolü ne oldu?

1980 öncesi ve sonrasında başlayan bu dönemde, teoriye göre devletin küçülmesi, geri çekilmesi öngörülüyordu. Ama Türkiye ekonomisinde böyle olmadı. Türkiye’de devlet, tam ekonominin içinde. Diğer gelişen ülkelere baktığınızda Almanya, Japonya, Kore, Hindistan’ın gelişmesinde, sanayileşmesinde devletin önemli rolü olmuş. Türkiye’de 1980 sonrasında devletin sanayileşmede destekleyici rolünden vazgeçildi. AKP döneminde çok belirgin oldu. Devlet sanayiye genel anlamda destek olacağını söylüyor, fakat sektörler arası seçim yapmıyor, bazı sektörleri desteklemesi söz konusu değil. Bölgesel bazlı bazı destekler var. Bence bu, devletin sanayide sektör seçerek destek olması çok yararlı bir araç. Ama müdahaleciliğin sağlıklı kullanılması gerek. Türkiye’de hükümet müdahaleciliği iktidara yakın firmaların desteklenmesi olarak uygulandı. Böylece iktisadi gelişme olmuyor, devlete yakınların zengin olmasından öteye gidemiyor. Büyüme sürdürülebilir olmuyor. Başarılı olan, iktisadi mucize dediğimiz örneklerde, devlet müdahaleciliği sanayileşmeyi ilerletecek şekilde kullanılmış.

- Kitapta 2002’de iktidara gelen AKP’nin AB hedefinin kaybolmadığı ilk yıllarında kendi manevra alanını da geliştirmek amacıyla demokrasinin güçlenmesi yönünde politikalar izlediğini, iktisat politikalarının da özel sektörün tüm kesimlerine açık olduğunu belirtiyorsunuz. Ancak ilerleyen yıllarda AB üyeliği hedefi zayıflarken, AKP iktidarı da güçlendi. AKP iktidarı güçlendikçe, özel sektörü genel olarak destekleyen iktisat politikalarının yerini ayrımcı uygulamalara terk ettiğini görüyoruz. Bugün AB çıpasının bu süreçte rolü nedir?

 

'AKP'nin hedefi kontrol edebileceği bir ekonomi oldu'

 

Son 12 yıla bakacak olursak, devlet kamu sektöründen kaynaklanan büyük bir istikrarsızlıkla karşı karşıyaydı. Devletin bütçesi denk değildi, büyük açıklar, borçlar vardı. 2001 yılındaki, hükümet iktidara gelmeden önce başlatılan iktisat programı doğru yönde bir programdı. AKP de kamu dengelerini yerine oturtması açısından bu programı başarıyla devam ettirdi. 2007’deki seçim başarısının ardında ekonomideki başarıların da rolü vardır. İşte tam bu zamanda Türkiye’nin AB’ye üyelik perspektifi bozulmaya başladı.

Kamunun dengeleri yerine oturduktan sonra AKP’nin daha fazla eğitim, teknoloji, rekabet gücü olan bir ekonomi yaratması için hamle yapması gerekiyordu. AKP bunu yapmak yerine siyasi iktidarını pekiştirmek için kendisine yakın bir özel sektör yaratmayı tercih etti. O zamandan başlayarak uluslararası rekabet, sanayi, teknoloji yerine inşaat ve AKP’nin daha yakından kontrol edebileceği bir ekonomi ve özel sektör oluşturmak birinci hedef oldu. Kamu kesimindeki dengeler bozulmadı, ama özel sektör giderek sağlıklı yapıya kavuşma ihtimalinden uzağa düştü. Özel sektörün daha rekabetçi bir yapıya kavuşma ihtimali giderek azaldı. Tasarruf oranı düşmesine de çok kayıtsız kalındı. Tasarruf oranı son 7-8 yıldır hızla düşüyor, bu konuda da hiçbir önlem alınmadı. Cari açık da bugünkü büyük boyutlara ulaştı.

 

'AB'nin de payı var, ama AB dışında çıpa yok'

 

- Yeni çıpa ne olabilir?

AB de Türkiye’yi olumlu etkileme fırsatını kullanmadı. Çünkü kendi içlerinde de birçok sorunu vardı. AB’nin de burada tarihi bir sorumluluğu, payı olduğunu düşünüyorum. Çıpa olarak Türkiye’nin ittifak içinde bulunacağı ülkeler diye düşünürsek, yine AB dışında bir çıpa göremiyorum. AB’nin uzun vadeli iktisadi sorunları var. Ama Türkiye için AB’den daha iyi bir blok, yakın ilişkiler ve AB üyeliği hedefinden daha iyi bir seçenek yok. Türkiye ile Avrupa ilişkileri nasıl gelişecek, bilemiyoruz. Ama son süreç, Avrupa’nın içinde Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanların elini güçlendiriyor. "Bakın, biz size demedik mi" diyorlar.

 

'Otoriterleşme yeni değil, yıllardır konuşuluyor'

 

- Ekonomide ve kültürde asgari bir düzeye varılmadan, toplum yaşamında, ekonomide dönüşüm zorlaşıyor. Türkiye’de bugün daha çok ticaret yapan, dış ülkelerle temas eden, interneti verimli kullanan, küresel yurttaşlığa yakın bir kesim var. Bu gelişmeler, "ahlak" ya da "devlet" ideolojisi içine kapatılmış tek bir hayat anlayışı yerine, daha çoğulcu bir toplum ve hayat görüşünün yeşermesini mümkün kılıyor. Yoksulluk, güçsüzlük, yarınsızlık daha çok sorgulanıyor mu, Türkiye’deki sosyo-ekonomik değişim hızını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin son 60 yılında demokrasinin yerleşmesi sürecinde çok sancılı dönemlerden geçtik. Hepsinden bazı dersler çıkarıp, demokrasinin uzun vadede daha güçleneceğini düşünmek istiyorum. Ama son birkaç yıldaki olumsuz gidiş, 2013’te başlamadı. Otoriterleşme eğilimi, kurumların bozulmaya başlaması en az 5-8 yıldır konuşuluyor. Bu sancılı gidişten dersler çıkarılacak ve Türkiye’deki demokrasi tarihine yazılacak şeyler, ama nasıl çıkılacağını söylemek güç.

Türkiye kendi içinden bu çıkışı bulacak. Toplum, seçmen, seçmenin tercihleri mutlaka önemli rol oynayacak. Ama bu süreci sadece seçmenin oyları bize yeterli işareti veriyor diye değerlendirmemek gerek. Demokrasi sadece yapılan seçimler değil, aynı zamanda azınlığın da hakları, temel haklar demek, fikir, internet özgürlüğü demek. Demokrasiyi, "dört yılda bir kim en çok oyu alırsa, toplumun diğer kısımlarına her istediğini dayatır" şeklinde yorumlamak uzun vadede büyük tahribata yol açar.

 

'Muhalefet de yeni hedef, model koyamıyor'

 

- Siyasi maliyetler, yine hukuki sonuçlardan ziyade iktisadi sonuçlardan mı gelecek? Bugün başarısızlıklardan ders çıkaracak somut siyasi-toplumsal bir irade ya da bunun belirtilerini görüyor musunuz?

Başarının da, başarısızlığın da çok anası, çok babası varmış, diye bir söz var. Başarıyı da, başarısızlığı da basit nedenlere indirgememek gerek. İktisadi gelişmenin ne kadar karmaşık bir şey olduğunu görüyoruz. Bugün siyasetin, siyasi kurumların, hukuk devletinin önemini görüyoruz. Eğitim hamlesi daha güçlü olsaydı, bunlar bugün daha kolay aşılırdı.

Mutlaka bugünkü olaylardan dersler çıkacak. Türkiye’de 1950 yılından beri demokrasi darbeler aldı, sonra yolumuza devam ettik. Bu düzen içinde parçalar büyük yaralar alıyor. Bunlar zamanla aşılacak. Ama ne kadar tahribat olacak, ne kadar süreli olacak şu anda kestiremiyoruz. Bugünkü Türkiye’deki kavgada nüfusun yüzde 50’si bu kavgaya dışarıdan bakıyor. Bu kavga, yüzde 50’de oluyor. Diğer yüzde 50 de kendi örgütlenmesinin zaafları nedeniyle, bu kavgada etkili olamıyor, bu kavgayı etkileyecek becerileri, kapasiteleri gösteremiyor.

Bu kesimin bütünleştirilmesi, tabanın genişletilmesi ve ortak bir hedefe doğru yönlendirilmesi becerisi, maharetini siyasiler gösteremiyor. Muhalif kesimin kendi aralarındaki farklılıklar, yeni hedefler koyamamalarında etkili tabii.

- Muhalefetin güçsüzlüğünde ekonomi konusunda da bir model yaratılamamasının etkisi var mı?

Evet. Bugün siyasi olarak bazı hedefler konulamadığı gibi, ekonomi konusunda da model yaratılamadı. Geçmişten gelen devletçilik, müdahalecilik kötüdür, eleştirilerine iyi bir yanıt verilemedi. Alternatif ortaya koyulamadı.