Eski İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin Türk yargıcı, yazar Rıza Türmen, Anayasa Mahkeme’sinin, nüfusu 2 binin altına düştüğü için kapatılan belediyelere ilişkin kararı ve bunu izleyen Danıştay ve Yüksek seçim Kurulu kararlarıyla birlikte, birbirinin ardından yapılan açıklamaların sorunu arapsaçına döndürdüğünü söyledi. Türmen, Milliyet'te (29 Aralık 2008) yayımlanan yazısında, yargı krizini tüm boyutlarıyla analiz etti. İşte Türmen'in yazısı:
Sorunun birkaç yönü var:
1. Anayasa Mahkemesi kararı ile Danıştay kararı ve Yüksek seçim Kurulu arasındaki çelişki:
Anayasa Mahkemesi kararında nüfus sayım sonucuna itirazlar için başlangıç tarihi yasanın yürürlüğe girdiği 22 Mart 2008 olarak açıkça beliriyor. Danıştay ise beldelerin itiraz haklarını ancak Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararı açıklanınca öğrendiklerini, o nedenle itirazlar için başlangıç tarihinin Anayasa Mahkemesi kararının açıklandığı 6 Aralık 2008 olması gerektiğini söylüyor. Yüksek Seçim Kurulu da Danıştay kararına uyacağını açıklıyor.
Hukuk devleti
Sorun bu görüşlerden hangisinin haklı olduğunu saptamak değil. Sorun, Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı. Anayasa’nın 153. maddesi Anayasa Mahkemesi kararlarının yargı organları için de bağlayıcı olduğunu öngörüyor. Anayasa’nın 138. maddesi, yargıçların Anayasa’ya göre hüküm vereceğini belirtiyor. Anayasa’ya neyin uygun olduğuna karar verecek olan ise Anayasa Mahkemesi.
Anayasa Mahkemesi kararında itirazlar için başlangıç tarihi belirtilmemiş olsaydı, Danıştay’a bir yorum alanı kalacaktı. Ama tarih belirtiliyor. Danıştay bu görüşü paylaşmasa bile, karara uyması gerekirdi. Hukuk devleti yargıda başlar.
Yargının zirvesini birbirine düşüren belde
Karşıt görüşün önemi 2. Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın açıklaması: ABD Yüksek Mahkemesi ya da Alman Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın basın önüne çıkıp “Bizim verdiğimiz kararın anlamı şudur” diye açıklama yaptığını hiç duydunuz mu? Yargıcın rolü, mahkemenin gerekçeli kararıyla sınırlıdır. Yargıç, gerekçeli karar ya da yazdığı karşıt görüşle konuşur. İfade aracı TV kameraları değil, verdiği karardır. Ama Mahkeme adına bir açıklama yapma zorunluluğu varsa, açıklamanın doğal olarak mahkeme üyesi tüm yargıçların görüşlerini yansıtması gerekir. “Ben çoğunluk adına bu açıklamayı yapıyorum. Karara karşı olanları ilgilendirmez” görüşü pek inandırıcı değil. Bir kere, açıklama Anayasa Mahkemesi adına yapılıyor. O nedenle, bütün yargıçları ilgilendirir. Ayrıca, karar, gerekçesi ve karşıt görüşlerle bir bütün oluşturur.
Bölünme ortaya çıktı 3. Yargının güvenilirliği: Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın açıklaması, arkasından 8 üyenin açıklaması, Danıştay’ın açıklaması yargının içindeki bölünmeyi ortaya çıkardı. Kamuoyunda yargının güvenilirliğini sarstı. Kanımca, içinde bulunduğumuz durumun yarattığı en büyük sakınca bu.
Yargının güvenilir olması, kendine düşen görevi yerine getirebilmesi için vazgeçilmez bir koşul. güvenilirlik halkın, yargının bağımsız, tarafsız, adil olduğuna inanması, güvenmesi anlamına geliyor. Yargıçların moral standartlarına güvenmek anlamına geliyor. Yargıçların ve yargı organlarının bir güç mücadelesi içinde olmadıklarına, Anayasa’yı ve demokrasiyi korumak dışındaki başka bir nedenle hareket etmediklerine güvenmek anlamına geliyor. Yargının siyasal çekişmelerin dışında olduğuna güvenmek anlamına geliyor. Yargıya güvenmek, halkın, yargı kararlarındaki bütün görüşleri paylaşmasa bile, bu kararların meşruiyetini kabul etmesi bakımından önem taşıyor.
İçlerinde çözselerdi
O nedenle yargı organları içlerindeki ve aralarındaki bu tartışmaları keşke dışarıya vurmadan kendi içlerinde çözümleselerdi.
4. Başbakan’ın açıklaması: Sayın Başbakan’ın yargıyla ilgili açıklamaları, yargıya siyasetin gölgesini düşürüyor. Başbakan, açıklamalarıyla yargıya ya iktidar yanlısı ya da iktidar karşıtı görünümü veriyor. Oysa yargı ikisi de değil. Bu kere de böyle oldu.
Yargının tarafsızlığı ve güvenilirliği, bir ülkede hukuk devleti ve demokrasinin üzerinde durduğu zemin. Bu zemini arapsaçına döndürmemeye özen göstermek gerekir.