Gündem

Yalman: Testiyi kırmamaya, Silahlı Kuvvetler’i parçalatmamaya çalıştım

Eski Kara Kuvvetlerli Komutanı, emekli Org. Aytaç Yalman: Ben bu hareketi gerçek bir darbe olarak görmüyorum. Darbe ciddi bir olaydır. Bu çılgın bir hareket

14 Aralık 2014 11:01

Eski Kara Kuvvetleri Komutanı, emekli Orgeneral Aytaç Yalman, Balyoz Darbe Planı hakkında, “Ben bu hareketi gerçek bir darbe olarak görmüyorum. Darbe ciddi bir olaydır, öyle 2-3 ayda planlanıp başarılacak bir şey değildir. Hazırlığı bir bölgede olmaz. Üç tane daha koca ordu var, Genelkurmayı var... Yani bu çılgın bir hareket” dedi.

Yalman, “Konumum Silahlı Kuvvetler’in birlik ve muhafazasını sağlamaktı. Birinci sene Balyoz ile geçti, ikinci sene de... Planlardan haberim yok. Hilmi Paşa’ya gelmiş bir yerlerden, bana gösterdi. Testiyi kırmamaya, Silahlı Kuvvetler’i parçalatmamaya çalıştım” ifadelerini kullandı.

9. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in kendisine “Böyle bir şeyler duyuyorum. Mümkün mü?” diye sorduğunu belirten Aytaç Yalman “Ben buradayım. En başta ben şey yaparım” dediğini aktardı.

Yalman, artık hiç kimseyle görüşmediğini belirterek, “Benim kimsem yok. Ben yalnızım. Hiç kimseyle irtibatım yok. İlker Paşa ile bozulduk. Hilmi Paşa ile problemimiz yok. Bana ‘Sen şöyle yaptın, böyle yaptın’ diye sormuştur. Ben de ‘Sen de bunu, bunu yaptın’ demişimdir. Sonuçta testiyi kırmadık. Çatlattık belki ama kırmadık” dedi. Yalman, “Konuşmuyorum kimseyle. Çetin Doğan zaten baş düşmanımız, irtibatım yok. Hüseyin Kıvrıkoğlu Paşa’yla telefonla da olsa görüşürüm” ifadelerini kullandı.

Hürriyet gazetesinden Çınar Oskay’a konuşan Aytaç Yalman, Balyoz Darbe Planı Davası hakkında konuştu. Oskay’ın “Cumhurbaşkanı Sezer bana darbeyi sordu, ‘Mümkün mü, ben buradayım’ dedim” başlığıyla yayımlanan (14 Aralık 2014) söyleşisi şöyle:

 

“Cumhurbaşkanı Sezer bana darbeyi sordu, ‘Mümkün mü, ben buradayım’ dedim”

 

TSK’nın en çalkantılı döneminin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman’dan tarihi söyleşi... Bu tarihi mülakat yarın Hürriyet’te devam edecek.

TSK’nın yaşadığı en sancılı, en karışık günlerdi. Senelerce en büyük tehdit olarak gördükleri irtica, onlara göre Ak Parti ile iktidara gelmişti. Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına, Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek, Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ve Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman kaygılıydı. Başlarında Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök vardı. Özkök, ordudaki müdahaleci geleneğe son verme eğilimindeydi. İddialara göre komutanlar direndi. Aytaç Yalman’ın bu dönemdeki tutumu çok tartışıldı. Silah arkadaşlarının üçü de daha sonra hapse girdi. Yalman, özellikle Balyoz Davası sonrası onları yüzüstü bırakmakla suçlandı. 2002-2004 arası çalkantılı dönemde ordunun iki numarası olan Aytaç Yalman yaşadığı müthiş hesaplaşmanın kitabını yazdı. Bir dönemin bilinmeyenlerini ilk kez Hürriyet’e açıkladı. Balyoz’un perde arkasını, 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan ile yaşadığı sıkıntıyı, Hilmi Özkök’ün attığı adımları, uğradığı saldırıları anlattı. Ve üniformayı çıkardıktan sonra fark ettiklerini...

 

Balyoz Davası sırasında bazı silah arkadaşlarınız onları korumadığınızı, hatta sizin yüzünüzden hapse girdiklerini söylemiş. Hakaretler, beddualar... Hâlâ var mı böyle bir tepki?

Tepkiler çok haksız. Büyük acılar çektik. Bir tatbikat vardı; bununla ilgili bir teklifte bulundular. Ben, “Hayır, bunu yapmayın. Programda ne yazıyorsa onu yapın” dedim. Bu, Kurmay Başkanım (İlker Başbuğ) ve Ordu Komutanı (Çetin Doğan) tarafından bana intikal ettirilmedi ve bu tatbikat yapıldı. Yani seminer, emrime aykırı bir şekilde yapılmıştır. Bunu sonra öğrendim.

 

Neden geç öğrendiniz?

1 Mart Tezkeresi dönemi. Amerikalılar keşif için geldiler. Kaotik ortam. Bu arada tatbikat yapılıyor. Benim için basit bir ihmaldir. Arkadaşlarımızın kötü niyetli olduğunu tabii ki düşünemem... Ama onları nasıl koruyabilirdim? İfade vermek için mücadele verdim. “Beni çağırın” diye haber gönderdim. Çağırmadılar. Avukatlara, Celal Ülgen’e (Çetin Doğan’ın avukatı) haber gönderdim. Aslında benim ifade vermemi istemediler.

 

Kim istemedi ifade vermenizi?

Oradaki Balyoz sanıkları... Belli bir grup olabilir, tamamı olabilir, bilemem. Hatta beni oraya getirtip yuhalayacaklarmış. Avukata haber gönderdim. “Biz Aytaç Paşa’nın ifadesini istemiyoruz” dedi. İşin aslını bilmeden söylenti çıkardılar.

 

Mahkemeye gitmeden de kararlı bir açıklama yapamaz mıydınız?

Ne yapabilirim ki efendim! Mesele hukuka intikal ettikten sonra... Genelkurmay bir şey yapmadı ki, ben yapabileyim.

 

Emre itaatsizliğin sonucu

 

Neden tepki size oldu öyleyse?

Bu hareketin başı Çetin Doğan’dır. Üzerindeki yükü bir şekilde atması gerekiyordu. Onu bana yönlendirmek istedi. Olay bu.

 

Balyoz planını ilk kez Sedat Ergin’in yazılarından mı öğrendiniz gerçekten?

Evet, ciddi söylüyorum.

 

Peki akla yatkın geldi mi? Cami bombalamadan Türk jetinin düşürülmesine akıl almaz planlar...

Vallahi, bunun tamamen saçma sapan bir düşünce olduğu kanaatindeyim. Yazmak da saçma, düşünmek de... Emre itaatsizlik başladığı zaman sonuç işte budur. Sıkıyönetimler, darbeler askerlerin kafasında itaatsizlik kavramını geliştirmiştir. Darbelere karşı olmamın sebebi bu.

 

Plan seminerinin emrinize aykırı şekilde yapıldığından nasıl haberiniz oldu?

Oraya gönderdiğim müşahit general geldi ve “EMASYA oynadılar” dedi. (Yalman’ın tatbikat kapsamına alınmasına izin vermediği iç tehdit boyutuyla.)

 

Şaşırdınız mı?

Hayır. Bu arkadaşımız (Çetin Doğan) emre itaatsizlik konusunda fazla titiz davranmaz. Hilmi Paşa telefon etti. Tatbikatın bütün konuşmalarının ‘nokta noktanın’ elinde olduğunu söyledi (kim olduğunu açıklamıyor).  Çetin Doğan’a telefon açtım, “Yaptığını beğendin mi” dedim. Sonra zaten hastaneye yattı.

 

Bu “Haddini aşan gerçekdışı bir darbe ve kahramanlık gösterisidir” diyorsunuz.

Evet. Bizde şöyledir: Ben komutan olsam Cumhuriyet’i daha iyi korurum. Atatürk’ün mirasına sahip çıkarım...

 

Çılgın bir hareket!

 

Böyle bir rekabet var yani...

Hırslı olanlar, kendilerini farklı görür, maiyetlerine öyle anlatır. Ne yapacağız kardeşim? Hükümet yüzde 34 oy almış, iktidar olmuş. Bizim yetkimiz MGK’da ordunun duygularını aktarmaktır. Onun dışında ne yapmamız lazım? Keşke bu konuşmaları da yapmasaydık. Ama ben bu hareketi gerçek bir darbe olarak görmüyorum. Darbe ciddi bir olaydır, öyle 2-3 ayda planlanıp başarılacak bir şey değildir. Hazırlığı bir bölgede olmaz. Üç tane daha koca ordu var, Genelkurmayı var... Yani bu çılgın bir hareket!

 

Kitapta ‘gerçekdışı bir darbe’ ifadesini kullanmışsınız.

Benim için gerçekdışı bir darbe ve bir kahramanlık gösterisidir. 1960 darbesinin fikri temelleri 1955 yılında atıldı. 1980 darbesi için bir yıl üç komutan Mamak’ta çalıştı, Bayrak Planı’nı hazırladı. Böyle hemen olacak iş değil.

 

Özden Örnek’in ‘Darbe Günlükleri’ sizce gerçek mi?

Herhalde “Değil” demem lazım. Kendisi kabul etmedikten sonra ben nasıl... Kendisi kabul etmedi, “Benim değil bunlar” dedi. Demek onun değilmiş. Ben ne diyeyim...

 

Peki gerçeğe yatkın mı?

O “Benim değil” dedi... (Tebessüm ediyor)

 

O dönemde dört komutan, Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök ile fikir ayrılığı yaşadınız mı?

O günkü duruşla bugünkü aynı değildi. Mirası devam ettiriyorduk. Ben ‘hard power’ı (sert güç) bazı yerlerde göstermek zorunda kaldım. Bugün yanlış olduğunu söylüyorum. Hilmi Paşa’dan müsaade alarak yaptım. Bir tarafta da Hilmi Paşa’nın pozisyonundan rahatsız olan bir grup var. İki anlayışı, testiyi parçalamadan götürmeye çalıştım.

 

Bu rolü yalnız mı üstlendiniz? Özden Örnek de sizinle miydi?

Hayır, ben tektim. Onlar gençti. Hilmi Bey ile aşağı yukarı aynı yaştayız. Hayatımız beraber geçti. Konumum Silahlı Kuvvetler’in birlik ve muhafazasını sağlamaktı. Birinci sene Balyoz ile geçti, ikinci sene de... Planlardan haberim yok. Hilmi Paşa’ya gelmiş bir yerlerden, bana gösterdi. Testiyi kırmamaya, Silahlı Kuvvetler’i parçalatmamaya çalıştım.

 

“Birinci senem Balyoz ile geçti” diyorsunuz. Bunu açar mısınız?

Balyoz olayı işte... Sonra Hilmi Paşa da mayıs ayında konuştu Çetin ile.

 

Özkök’ten sert uyarı

 

Hilmi Özkök, Çetin Doğan ile mi konuştu?

Evet. “Ayağını denk al” dedi. Geçen gün kendisine “Normalde bu konuşmanızda benim de bulunmam lazımdı” dedim. Darbe meseleleri... Çocukça şeyler, olacak iş değil. Aslında Hilmi Paşa da bizim telkinlerimizle çok sert konuşmalar yaptı.

 

Bunu komuta kademesini rahatlatmak için mi yapıyordu?

Hilmi Paşa sistem insanıdır. Siyaset kurumuna saygılıdır. Ben de saygılıyım ama o bizden daha saygılıdır açıkçası. Ben de vurma, kırma taraftarı olmadım. Yaşarken de belli bir dozda götürdüm. Ama bugünkü gibi değildi. Silahlı Kuvvetler’in siyasete karışmıyor olmasından memnunum. Öyle siviller tanıyorum ki, askerlerden daha militarist.

 

Bazı komutanlar, Hilmi Özkök’ün dinci olduğunu düşünüyorlardı galiba.

Ben açık konuştum. “Sizin için tarikatçı diyorlar. Siz tarikatçı mısınız?” diye sordum. “Hayır” dedi.

 

Böyle sorulabilir mi Genelkurmay Başkanı’na bu?

Niçin sorulmasın efendim... Çok tarikatçı komutan gördük. Genelkurmay başkanı, kuvvet komutanı gördük.

 

Kim?

Tarikatçı komutanlar vardır, o kadar.

 

Özden Örnek’in günlüklerinde var. İbrahim Fırtına “Hadi hep beraber el sıkışalım” diyor. O, siz, Özden Örnek ve Şener Eruygur ellerinizi üst üste koyup el sıkışıyorsunuz. Özden Örnek de “Garibime gitti” diyor. Yaşandı mı bu?

Ben böyle bir şey hatırlamıyorum... Bu sorudan soru çıkar!

 

Sonraki dönemde ise Şener Eruygur ve İbrahim Fırtına müdahaleci tavırda ısrar ediyor. Siz Özden Örnek’i yanınıza alarak, “Bu iş böyle olmaz, buna çekidüzen verelim” diyorsunuz.

Böyle yazmış. Bu konuya girmeyeyim. O zor günlerde düşündüğüm, Silahlı Kuvvetler’in birliği, bütünlüğüydü. Ne yaptıysam bunun için yaptım.

 

Hilmi Paşa sanki bu değişimi düşündü

 

Askerdeki müdahaleci geleneğin, damarın ortadan kalkması zor görünüyordu belki. Bugün geçmişe baktığınızda, sizce işler Hilmi Özkök’ün beklediği gibi mi ilerledi? Olanlar, askerdeki o çok kuvvetli damarın ortadan kalkması için mi yaşandı? Ve tüm bunlar Hilmi Özkök’ün beklentileriyle paralel miydi?

Hilmi Özkök veya başka birisi... Ben de onun gibi davranırdım. Değişimi algılayamadık. Berlin Duvarı yıkıldı, Sovyetler parçalandı. Türkiye tasavvuru değişti. Biz eski anlayış içerisinde, Amerika’nın, İngiltere’nin şeyinde bu işi götürürüz fikrindeyken birdenbire karşımıza Büyük Ortadoğu Projesi çıktı, ‘Ilımlı İslam’ çıktı. Ankara’da generalleri topladılar. Ergin Saygun anlattı, ‘Ilımlı İslam’, BOP nedir... “Bunlar hangi ihtiyaçtan doğdu” diye sordum. Bu kavramları anlayamadık. Amerika birçok şeyi Silahlı Kuvvetler üzerinden götürürdü Türkiye’de. Ilımlı İslam için Türkiye’yi model alıp Ortadoğu’yu kontrol etme anlayışı olunca, Silahlı Kuvvetler kenara itildi. ‘Vesayet’ hiçbir zaman diyemedim, ‘ağırlığını hissettiren bir kurum’duk... Bu şekilde gideceğini düşünmüştük. Öyle kuvvetli bir miras aldık ki pat diye kesilmesi mümkün değil. Çok hoyrat, acımasız şekilde aşağılandı Silahlı Kuvvetler. Keşke daha yumuşak bir üslup içinde olsaydı. Hilmi Paşa sanki böyle bir değişimi kafasında düşündü gibi geliyor bana. Ama hiç açmadı, hiç konuşmadı. O güne kadar iç düşman diye gördüğümüz anlayış iktidar oldu. Bunları daha yumuşak yaşamak mümkündü.

 

Mümkün müydü gerçekten?

Değilmiş. Keşke... Ne bileyim... Ama Silahlı Kuvvetler’in savaşma azmine, gücüne büyük zarar verildi. Ülkenin güvenliğini tehlikeye atma noktasına mı geldik acaba diye düşünüyorum. Bizde inanç, vatan sevgisine, Atatürk’ün mirasına dayanır. Atatürk’ten vazgeçen Silahlı Kuvvetler’in gücü kalmaz.

 

Kitabın en ilginç bölümlerinden biri Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile ilgili. Darbe söylentileri varken sizi çağırıp bilgi istemiş.

Evet, 2004 Nisanı veya mayısında... Gerçekten darbe olacak olsa böyle herkesin ağzında olur mu? Maksadını aşan toplantılar, konuşmalar insanların kafasında bu algıyı uyandırmış olabilir. Herhalde böyle bir duyum aldı. Bana güvenirdi, severdi sanırım. Hilmi Paşa bu konuşmayı 10 sene sonra öğrenmiş. Bana hesap soruyor: “Neden haber vermedin?” diye.

 

10 yıl sonra... Siz ne dediniz?

“Sen bana haber vermedin” dedi. “Bazı şeyler de haber verilmez, n’apalım” yanıtını verdim. (Tebessüm ediyor)

 

Sezer’den darbe sorusu

 

Sezer nasıl bakardı bu konulara?

Böyle bir darbeye falan sıcak bakan bir insan değildir. Hukuk adamıdır. Asla!

 

Size nasıl sordu?

“Böyle bir şeyler duyuyorum” dedi. “Mümkün mü? Ben buradayım” dedim. “En başta ben şey yaparım” dedim. Sonra rahatladı.

 

Silah arkadaşlarınızdan yanınızda kim kaldı bugün?

(Gülüyor) Ne biçim soru bu... Ah, canım benim... Benim kimsem yok. Ben yalnızım. Hiç kimseyle irtibatım yok. İlker Paşa ile bozulduk. Hilmi Paşa ile problemimiz yok. Bana “Sen şöyle yaptın, böyle yaptın” diye sormuştur. Ben de “Sen de bunu, bunu yaptın” demişimdir. Sonuçta testiyi kırmadık. Çatlattık belki ama kırmadık.

 

İbrahim Fırtına ve Özden Örnek ile?

Hiç temasım olmadı. Şener Eruygur altımda oturuyor. Konuşmuyorum kimseyle. Çetin Doğan zaten baş düşmanımız, irtibatım yok. Hüseyin Kıvrıkoğlu Paşa’yla telefonla da olsa görüşürüm.

 

Bugünkü Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ile?

Vallahi, onu çok severim. Necdet çok iyi bir askerdir. Ona çok haksızlık yapılıyor. Ne dinciliği kaldı, ne bilmem nesi. Alakası yok, tertemiz bir vatan evladıdır.

 

Işık Koşaner’in istifasını nasıl karşıladınız?

Yükü taşıyamadı. O zaman Necdet’in de istifa etmesi gerekirdi. Yazık değil mi? Hepimizin onun arkasında olmamız gerekiyor ama kimse değil. Bir kopuş yaşıyoruz.

 

Kitapta “Suçlularla suçsuzları ayırmak lazım” diyorsunuz. Demek ki suçlular var, suçsuzlar var.

Onları mahkeme ayıracak. Ayıramadı.

 

Ama seminer sırasında yurtdışında olanlar bile tutuklandı.

Seminer yargılanmadı. Var olduğu kabul edilen plan yargılandı. Bir çizelge yapılmış. “Bu onurlu görevi kabul ediyorum” diye isimler yazmışlar. İmzaları yok ama isimleri yazılmış. Talihsiz bir olay. Önemli olan, bunu kim yazmış, bu planı kim yapmış? Buna cevabın yok. Soruyorsun, “Fethullah yaptı” diyorlar. Fethullah da maşallah yani! Her şeyi biliyormuş! Mahkemenin belirlemesi gerekirdi. Mahkeme, salondan dışarı çıktı. Topluma taşındı. Bana “Gidip bir ifade verseydiniz” diyorlar. Nasıl gideyim? Hâkim çağırmamış, avukat çağırmamış. İçeri nasıl gireyim? Girdiğin an, “Sen kimsin” derler. Koskoca bir kuvvet komutanı... Orada “Defol git” derse bana, ne yaparım? Sonunda gittim konuştum. Ne oldu, ne değişti? İlk gün söyledim basına da söyledim: “Arkadaşlarım suçsuzdur” dedim.

 

Bitsin bu Balyoz!

 

Onlar herhalde “Böyle şey mi olur, bu ne saçmalık” gibi daha sert bir çıkış bekledi sizden.

Bunu bekleyen insanlar gelir komutanlarına, “Bizi kurtarın” der.

 

Demelerine gerek var mı?

Ya hakaret etmelerine, küfür etmelerine, eşime saldırmalarına? Yüzlerce ahlaksız mektup geldi. Talebelerim, terfi ettirdiklerim... Bir taraftan şefaat bekliyor bir yandan yerin dibine batırmaya çalışıyorlar. Bitsin bu mesele. Silahlı Kuvvetler yıpranıyor. Bu Balyoz mudur nedir, bitsin!

 

Pişmanlıklarınız, ‘keşke’leriniz var mı?

Çok var. Sevgi kavramı önemli. Çocukluğundan beri itilip kakılan biri, orduya gelip rütbe takınca o da itip kakmaya başlıyor. O insanlara sevgi ortamı hazırlamak lazım. Keşkelerim çok... Dört nesildir bu orduya hizmet eden bir ailenin son ferdiyim. Benim çocuğum yok, kimsem yok, yalnız bir insanım. Kendimi okumaya, yazmaya, müziğe verdim. Ama yalnızlık bana çok şey kazandırdı.

 

Mutlu görünüyorsunuz.

Evet. Yalnızlığı yenmek, iç dünyana yönelmek, o yalnızlığı dost edinip, kendin olabilmek... Bunları yaşadım. Yaşamasaydım yazamazdım bunları. Askeri kültür kalıbının içinde kalsaydım, yapamazdım...

 

Atatürk’ün vasiyetidir bu

 

Sizce Atatürk, Cumhuriyet tarihinde yapılan darbeleri bilse karşı çıkar mıydı?

1909’da İttihat ve Terakki’nin Selanik’teki toplantısında “Asker kesinlikle siyasetin dışında kalmalıdır” sözlerini sarf etti. Birinci Meclis’te ordu ve kolordu komutanlarıyla Meclis’in tabii üyesiydi. Meclis ikinci kez toplandığında “Ya orduyu ya da sivil hayatı tercih edeceksiniz” dedi. Sıkıntılar yaşadı. Ama başından beri ayırmak istedi. Atatürk’ün vasiyetidir bu… Eğer biz askerler Atatürk’ün vasiyetini yerine getireceksek siyasetle kesinlikle ilgilenmememiz gerekir.

 

Bu millet bir 30 yıl daha savaşamaz!

 

Yasaktı tabii o zaman…

Tabii yasaktı. Kürtçe konuşmak yasak değildi ama kasetler toplatılıyordu. Yine de çekinirlerdi konuşmaya, “Ben Kürdüm” diyemezlerdi. Sözlüğü görünce rapor hazırladım. Milli Güvenlik toplantısına jetle yetiştirdik.

 

“Bu işte bir terslik var” diye düşünür müydünüz o günlerde?

Kesinlikle. Sıkıyönetim Komutanımız dünyanın en iyi insanı, bir gün beni çağırdı: “Şapka kanunu var. Bunlar kafalarına bir şey takıyorlar”. Gittim, araştırdım: “Yahu, biz tarlada çalışıyoruz. Ensemiz bütün gün güneşten yanar. Agel derler buna” dediler.

 

Orada savaştınız da. Kürtlerin tepkisini nasıl görüyordunuz? Kendinize “Acaba ben burada doğsaydım nasıl davranırdım?” diye sordunuz mu?

Bu, Kürtlerin 29’uncu isyanı. Kültürlerini yaşamadıklarını düşündükleri ölçüde isyan etmişlerdir. Ama tabii insan o yaşta empati yapamıyor. Farklı bakıyor. O tarihlerde kültürel hakları -ki onların doğal hakkıdır bu- tanınsaydı, bir askeri sorun haline gelmeyebilirdi. Samimi duygularla birbirinin acısını karşılıklı olarak hissetmek... Kürtler’in acısını Türkler, Türkler’in acısını Kürtler hissetmeye başladığı anda bir ortak zemin oluşur. Böyle bir şey olmadı.

 

1 Mart tezkeresi iyi ki geçmedi

 

Tezkereyi siz engellemişsiniz sanki… Zaten çekinceleri olan milletvekilleri ordudan da mesaj alınca hayır oyu kullanmış.

Amerika bugün ne yapmak istiyorsa, o gün de onu yapmak istiyordu. Bütün dünya Kobani diyor. Avuç içi kadar yer. Ama IŞİD’in eline geçerse, Kürt varlığının Akdeniz’e bağlanamaması söz konusudur. Bunu o tarihlerde Türkiye ve Suriye’den parça alarak yapmak istiyorlardı. Tezkere geçmeyince bu olmadı. Ben buna inandım, razı olamazdım. Bölgedeki hazırlıklar beni endişelendirdi. Ben de Fikret Bila’ya söyledim. Yazdı, “Ordu rahatsız” diye manşet oldu.

 

Her şeyi cemaat mi yaptı?

 

Cemaat’ten pek bahsetmiyorsunuz kitapta.

Cemaati bilmem ki. Nedir cemaat?

 

Hükümet, TSK’nın başına gelenleri Cemaat’in bir kumpası olarak niteliyor. Siz buna katılmıyor musunuz?

2000’li yıllarda böyle güçlü bir damar hissetmedik. Dinci dediğimiz kişiler, belki ‘Cemaat’le ilişkisi olan insanlar, uzaklaştırdıklarımız oldu. Münferit olaylar gibiydi. Böyle bir ‘Cemaat’i, şeyi ben bilmiyorum. Bu, MİT’in bileceği bir konudur. Organize bir şema yoktu, sonra gelişmiş olabilir.

 

Bu bakışınız ilginç. Hükümet de, TSK kanadı da tüm bu olayları cemaat yapmıştır diye bakıyor.

Öyle. Biz de öyle kabul ediyoruz.

 

Tam anlayamadım.

E, ne yapayım yani? Etmeme lüksümüz var mı? Etmeyip de ne yapacağız yani? Öyle diyorlarsa öyledir. Çünkü aksini iddia edecek bir argümanımız yok.

 

27 Nisan çok gereksizdi

 

27 Nisan bildirisini nasıl okudunuz?

Çok gereksiz buldum. 23.30’da altyazı geçiyordu. Kıvrıkoğlu Paşa’ya telefon ettim. “Bir bakın komutanım. Ne diyor bu, anlam veremedim” dedim. Yaşar’ın taşıdığı koruma kollama içgüdüsü… O mirasın duygusal refleksi. Ben Yaşar’ı severim. Duygusaldır. Bu muhtıra duygusallıktan kaynaklandı.  Nitekim altı boş. Bugün yaşadıklarımızla karşılaştırdığımızda o kadar anlamsız geliyor ki. O bir duyarlılık, hassasiyet. Aşağıdan gelen bir baskı...

 

Kamuoyundan mı aşağıdaki subaylardan mı?

Aşağıdaki subaylardan da bir ölçüde vardır.

 

Subayların baskısı somut bir şey midir?

Hayır, somut bir şey yoktur. Komutanlar hisseder. O iklim yayılır. Kışlalarda gençlerle buluşuruz. Konuşma yaparız. Tatbikat öncesinde, sonrasında... Bir de akşam iki tek atınca insan daha rahat oluyor herhalde. Bir şey atarsınız ortaya, konuşmaya başlarlar. Tecrübeli komutanlar iki üç kelimede anlar.