Spor

Wakabayashi değil, ille de Tsubasa

Bu haftanın portresinde, İspanyol yıldız Fernando Torres'i yazmak için kalemimi yontmuş olsam da....

06 Nisan 2009 03:00


Bu haftanın portresinde, İspanyol yıldız Fernando Torres'i yazmak için kalemimi yontmuş olsam da, hikayemiz İspanya'da değil, Japonya'da başlar.

Esas oğlansa El Nino (Çocuk) lakaplı Torres'in kendisi değil, "çocuk"luk kahramanı Tsubasa Ozara'dır.

Çocukluk günlerini 'yâd' için bir 'Tsubasa Güzellemesi'

Kaptan Tsubasa... Çocukluğu 1990'larda 'futbol'la geçmiş herkes Onu bilir... Bilmeyenler için not düşelim, "küresel futbol dünyasının ilk sanal kahramanı", 1990larda ülkemizde de gösterilmiş Küçük Golcü Tsubasa adlı çizgi filmin ana karakteridir.

Tsubasa, henüz onlu yaşlarında olmasına rağmen Japonya'yı Dünya Kupası sahibi yapmaya söz verecek kadar futbola tutkuyla bağlı bir çocuktur. Onun futbol serüvenine tanıklığımız, Nankatsu şehrine taşınmasıyla başlar. Babası uzak denizlerin kaptanı olduğundan, kahramanımız burada annesiyle birlikte yaşar. Özel bir okula gitmesini isteyen annesinin ısrarlarına rağmen, Tsubasa devlet okulunu tercih eder.

Sonradan öğreniriz ki bu tercihin altında, futbol 'emekçi'mizin dünya görüşü değil, özel okulda okuyan ve kentin en iyi kalecisi olarak nam salmış Wakabayashi'ye rakip olma arzusu yatar! Wakabayashi, sakatlık musibetinden kurtulabildiği zamanlarda mükemmel kurtarışlarıyla futbolseverlerin gözünü kamaştırır. Fakat onu sahada ya da dışarıda 'çekici' kılan, gürbüz fiziği ve başından çıkarmadığı şapkasıdır. Öyle ki karizması zaman zaman Tsubasa'nınkini aşmaktadır...

Ekrandaki futbol dünyası; Tsubasa ve arkadaşlarının (Misagi, Sanae, İshizaki ve diğerleri) maceraları, sokak aralarında top koşturan çocuklara türlü biçimlerde ilham kaynağı oldu! Onlardan, dünyanın aslında "çimden bir küre" ve gole giden yolun bir bölüm sürebilecek kadar "uzun ve meşakkatli" olduğunu, futbol aşkıyla yanan kişi için fizik kurallarının işlemediğini ve en önemlisi hayallerinin peşinden koşan çocuğun bir gün zaferle buluştuğunu öğrendik! İşte taa Japonya'dan buraya, 'çocukluk hayallerini gerçeğe dönüştürebilen bir yıldızın hayat hikayesi' için geldik!

Wakabayashi değil, ille de Tsubasa

Fernando José Torres Sanz, 20 Mart 1984'te Madrid'in güneyinde yer alan işçi kasabası Fuenlabrada'da doğar. Ablası Mari Paz evin en küçük oğlunun dünyaya gelişini mutlulukla karşılasa da, bu habere en çok abisi İsrael sevinir. Keza İsrael, birlikte Tsubasa ve Wakabayshi'nin serüvenlerini izleyebileceği en iyi arkadaşını ve aynı zamanda, her oyunda kaleye geçirip şut çekebileceği kaleciyi bulmuştur!

Bir gün Fernando, iki taş arasında yine abisinin çekeceği şutu beklerken top 'beklenmedik' bir yerden gelir. Fernando ağzından fırlayan dişi görünce altı yaşında olmasına rağmen hayatını değiştirecek kararı alır. Bir daha asla kalede durmayacaktır! Wakabayashi’den Tsubasa’ya ya da 1 numaradan 9 numaraya uzanan yolun öyküsü de işte burada başlar!

Fernando Torres, ilk olarak Parque 84 takımında futbol oynamaya başlar. Yedi yaşındayken bir kafe takımı olan Mario's Hollan'da forvet olarak oyuna çıkar. Ailesiyle birlikte Estorde'ye taşınınca, futbol dünyasını burada yeniden kurar. Estorde aynı zamanda, çocukluk aşkı ile sınırlı kalmayıp hala birlikte olduğu Olalla Dominguez ile tanıştığı yerdir. Büyük babasından Atletico Madrid efsaneleri dinleyerek büyüyen Fernando, dokuz yaşında kulübün müzesini gezer ve oracıkta futbola dair ikinci önemli kararını verir: Bir gün tüm bu kupalara sahip kulübün formasını giyecektir!

Fernando, gerçek anlamda 11 kişilik bir takımla birlikte yeşil sahaya ilk adımını Rayo 13 ile atar. Bir sezonda 55 gol kaydedince hayallerinin takımı Atletico Madrid vizesini almayı başarır. 11 yaşında Atletico Madrid altyapısına giren Fernando, 14'ündeyken kulübüyle beraber Nike firmasının düzenlediği 16 yaş altı futbol turnuvasında katılır.

Büyük Avrupa kulüplerinin boy gösterdiği turnuvada Atletico Madrid şampiyon olurken, en çok gol atan Fernando '16 yaş altı' kategorisinde Avrupa'nın en değerli oyuncusu seçilir. Henüz 15’indeyken Atletico ile ilk profesyonel sözleşmesini imzalayan genç futbolcu, 2000–2001 sezonunda kaval kemiğinin kırılması ile ciddi bir tehlike atlatsa da motivasyonu ve futbol tutkusundan hiçbir şey kaybetmeden yoluna devam eder.

Futboluyla göz dolduran 'yıldız' adayı, 2002'de '19 yaş altı turnuvada' da takımıyla şampiyonluğa ulaşır. Ve Fernando Torres, nam-ı diğer El Nino, 19 yaşındayken kaptanlık pazubandını koluna geçirerek Atletico Madrid'in gelmiş geçmiş en genç kaptanı olarak tarihe geçer. 2003–2004 sezonunda, oynadığı 35 lig maçında 19 gol atan El Nino, en skorer 3. oyuncu olarak sezonu kapatır.

"Futbolu ben icat etmedim ki"

Uluslararası arenada, transfer listelerinin ilk sıralarında isminin gözükmesine ve sürekli göz önünde olduğu için Atletico'nun başarısızlıklarında "kolay hedef" seçilmesine rağmen, 2007 yılına kadar çok sevdiği takımını bırak(a)maz. Öte yandan futbol değişmekte, Torres kendini yenilemek, geliştirmek istemektedir. "Futbolu ben icat etmedim ki..." der bir söyleşisinde, "bu oyunda hep olduğunuz yerde kalamazsınız. Kendinizi sürekli geliştirmek zorundasınız." Atletico Madrid'in Real Sociedad ile oynadığı bir maçta, üzerinde 'you will never walk alone' yazan bandı koluna geçirerek, Liverpool'a gideceğinin sinyalini verir. The Sun gazetesi bu hareketin, Liverpool teknik direktörü Rafa Benitez'e 'açıktan' yapılmış bir "gel ve beni al" teklifi olduğunu yazar. Ve nihayet Atletico'ya 23 milyon pound ödeyen Benitez'le beraber, La Liga'nın 'El Nino' kasırgası, bu defa Premier Lig'i inletmek için, İngiltere'nin yolunu tutar.

İngiliz futbolunu daha çok sevdiğini, dinamik ve fiziki güce dayalı yapısını daha çekici bulduğunu söyleyen genç yıldız, Premier Lig'deki ilk sezonunda 24 gol atar. FIFPro'nun 'Dünya Karması'nda ilk onbire seçilir. Euro 2008 finalinde İspanya'nın şampiyonluk golünün sahibi olan Torres'in ismi, 'PFA Yılın Futbolcusu' ve 'PFA Yılın Genç Futbolcusu' ödülleri için zikredilse de genç yıldız bu ödüllerden eli boş döner. Bununla beraber bir sonraki sezon Liverpool'daki müthiş performansına ivmesini arttırarak devam eder. 27 Eylül 2008'de Everton maçında Liverpool'un Premier Lig'deki 1000. golüne adını yazdıran Torres, birkaç hafta süren sakatlığının ardından formundan hiçbir şey kaybetmeden sahalara döner. Attığı birbirinden güzel gollerle, sürati, fiziksel kapasitesi ve mücadeleci karakteri ile kısa sürede Liverpool taraftarlarının sevgisini kazanan Torres, sadece 1,5 yıldır Liverpool’da top koşturuyor olmasına rağmen, Times’ın “En İyi 50 Liverpoollu oyuncu” listesine girer.

‘Gollerinin sırrı’ sorulduğunda sözü takım arkadaşlarının kalitesine getiren, Liverpool kaptanı Steven Gerrard’a duyduğu hayranlığı gizlemeyen, futbol kariyeri bitmeden eski takımı Atletico’ya gidebileceğinin işaretini veren ve hemen her röportajında kendisini Atletico taraftarı yapan dedesine ve profesyonel futbolcu olmayı aklına sokan Tsubasa’ya selam gönderen Torres, futbol yaşamına daha nice başarıları ve birbirinden renkli anıları sığdıracak gibi gözüküyor!