Mehmet Altan*
Bu yazıyı 27 Nisan günü yazıyorum.
Güney Amerika’da keşfettiği boğaza kendi ismi verilen Portekizli denizci Ferdinand Macellan, Büyük Okyanus'u aşan ilk kaşifti, 27 Nisan’da ölmüştü.
İtalyan Komünist Partisi kurucu üyesi ve bir süre lideri olan, düşünür, siyasetçi ve sosyalist kuramcı AntonioGramsci de 27 Nisan’da ölmüştü. Gramsci’nin devlet teorisi, hegemonya, sivil toplum, altyapı-üstyapı ilişkileri, toplumda aydınların işlevi konularında görüşleri birçok Marksist kuramcıyı derinden etkilemiş, görüşleri Batı Marksizminin temellerini oluşturmuştu.
Fenomenoloji ya da görüngübilim olarak tanımlanan felsefi akımın kurucusu EdmundHusserl de 27 nisan günü dünyadan ayrılmıştı.
Yazıyı yazmadan önce baktığım Türkiye medyasında bu insanlar için tek satıra rastlamadım.
Münir Nurettin Selçuk’a vefalı bir selam verilmesi de söz konusu değildi.
Ama beni en çok şaşırtan, eşinin başı örtülü olduğu için Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilemeyeceğini söyleyen 27 Nisan e-muhtırasının AKP Medyasının bilinçli çabaları ile unutturulmuş olması oldu.
“27 Nisan muhtırası” faili belli bir anayasal suç olmasına rağmen ortalıkta yedi yıldır yargılanan kimse yok, diğer ülkelerdeki askeri darbeleri kınamak için haklı bir heyecan gösteren siyasi iktidarın, Türkiye’deki cezasız bırakılan darbeler için sağır ve dilsiz kalması nasıl bir siyasal ahlaktır acaba?
Geçmişe kör, dünyaya kör, darbeye kör, elbette geleceğe de kör bir medya ve siyaset yapısını, şöylesine bir baktığınızda bile görüyorsunuz.
Xxxxxxxxxxx
Askeri darbeleri“Dolmabahçe kriterlerine” göre sınıflandırıp değerlendiren ve işine gelmeyeni unutturmaya kalkan AKP iktidarı, kendi yolsuzlukları gündeme geldiğinde de hayali senaryolar kurgulayıp, kanıtsız siyasal suçlamalar eşliğinde gürültü koparıp tehditler savuruyor.
25 Aralık’tan beri siyasal iktidarın yargıya yaptığı ve o günden bugüne derinleştirip genişlettiği, sonunda da MİT Yasası ile döngüsünü tamamladığı darbe süreci için tam da verilmesi gereken tepkiyi veren ve duyulmasını dilediğimiz uyarıları yapan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, bu tehditlere karşıiki gün önce şunları söylüyordu:
““Yargının bu iç ağrısı ile yaşaması asla mümkün değildir. İddia edilen kayıt dışı yapılanma, yargı mensupları arasında korku, endişe ve gelecekle ilgili belirsizliklerin doğmasına, aralarında olması gereken mesleki ilişkinin çok olumsuz etkilenmesine yol açmaktadır.
Görevi, maddi gerçekleri ortaya çıkarmak olan yargının karşı karşıya kaldığı bu iddianın adı vicdan yolsuzluğudur.”
Kendi yolsuzluklarının üstünü örtebilmek için “vicdan yolsuzluğu” yapanlar, Dolmabahçe kriterleri uygulayarak unutturmaya kalktıkları darbe yıldönümlerinde ne yapıyorlar?
27 Nisan darbe yıldönümü güme giderken, Almanya’daki Deniz Feneri e.V. bağlantılı davada mahkeme, Akman ve Karaman’ın da arasında bulunduğu 18 kişinin mal varlığı üzerindeki tedbirin kaldırılmasına karar veriyor.
Yaşadıklarımızı “vicdan yolsuzluğu” mu daha iyi açıklıyor, “yolsuzların vicdanı” mı, tereddütte kaldım.
Xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
Hatırlayacaksınız, “yolsuzluk ve rüşvet” iddialarını mahkeme dışında her alanda kendine göre değerlendirme gayreti içinde olan Başbakan Erdoğan, Al Jazeera televizyonuna verdiği mülakatta, “Ben yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım; devletin kasası soyuluyor mu soyulmuyor mu? Ayakkabı kutusu içerisindeki söylenen olaylar, Halk Bankası’ndan alınan ya da soyulan para değildir” diyordu.
G20 Zirvesi’ndeki yolsuzluk tanımı ise Başbakan Erdoğan’ın yolsuzluk literatürüne katkısından epeyce farklı:
“Kamu gücünün özel kazanç için kötüye kullanılması.”
Bu yolsuzluk tanımına göre olaylara baktığımızda, her gün yenilerinin eklendiği bir “yolsuzluklar zinciri” görüyoruz.
Hükümet, geçen hafta Yap İşlet Devret (YİD) yöntemiyle ihale edilen ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Çılgın Projeler” olarak adlandırdığı dev altyapı yatırımlarını üstlenen işadamlarının aldığı yurtiçi ve yurtdışı borçlara Hazine garantisi verdi.
Böylece hem özelleştirme kapsamındaki projelerin tüm riski devletleştirildi, hem de gerçekleştirilen ihalelerin şartları deyim yerindeyse “yol ortasında” değiştirildi.
Devlet Hazinesi’nin sırtına 60 milyar doları aşan yeni bir kambur bindirmenin yolu açıldı.
Söz konusu işadamları projeleri yaparken batarlarsa, borçlarını tamamen Hazine ödeyecek.
Sınırsız Hazine garantisi verilen projelerin büyük bölümünü ise Üçüncü Havalimanı, Üçüncü Boğaz Köprüsü, Körfez Geçiş projesi gibi, Sabah-atv için oluşturulan 630 milyon dolarlık yardım havuzuna para veren işadamlarının kazandığı ihaleler oluşturdu.
Getirilen düzenlemeyle üstlenilen borçların kamuoyundan saklanmasının da zemini hazırlandı.İmzalanan borç üstlenim anlaşmaları Resmî Gazete’de yayımlanmayacak. Ayrıca yurtdışından temin edilen krediler de “devletin dış borç kaydı” adı altında ödenecek.
Böylece vatandaşın parasının, kimin borcunun kapatılması için kullanıldığı halktan gizlenecek.
“Ben yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım; devletin kasası soyuluyor mu soyulmuyor mu?” diyenlere şimdi bizlerin sorması gerek:
“Devletin kasası soyuluyor mu soyulmuyor mu?”
xxxxxxxxxxxxxxxxxxxx
“Vicdan yolsuzluğu” mu, “yolsuzların vicdanı” mı sorusu her olayda karşımıza çıkıyor.
Olaylar tehlikeli biçimde tırmanıyor.
MİT Tasarısı, Cumhurbaşkanı sayesinde yasalaştı.
Gözler şimdi 1 Mayıs’ta…
Biliyorsunuz, 1 Mayıs günü İstanbul genelinde 39 bin polis görev alacak. Bu polislerin 19 bini Taksim ve çevresinde görev yapacak.Önlemler kapsamında 50 TOMA kullanılacak.
Öte yandan ihtiyaç halinde 1 Mayıs'ta çevre illerden takviye olarak çevik kuvvet ekipleri de getirilebileceği kaydedildi.
Ayrıca ihtiyaç duyulursa İl Jandarma Komutanlığı'ndan da destek alınacak.
“Yolsuzların vicdanı” insanları öldürüyor, hayatı çürütüyor.
Fenerbahçe’nin dünkü şampiyonluğu sırasında taraftarın unutmadığı ve Eskişehir'de Gezi eylemlerinde polis ile eli sopalı bazı kişilerce öldürülen Fenerbahçeli Ali İsmail Korkmaz da o “yolsuzların vicdanının” ya da vicdansızlığının kurbanı olmuştu.
Bakalım bu hafta o “yolsuzların vicdansızlığı” kimleri kurban seçecek.
Yüreğimiz ağzımızda bu hafta gene insanları öldürecekler mi diye endişeyle bekliyoruz.
Soydukları yetmiyor bir de öldürüyorlar çünkü.
Ne soymaya doyuyorlar, ne öldürmeye.
Polislerini diziyorlar, kasalarını dolduruyorlar.
Ne yolsuzlukmuş Allahım, ne vicdansızlıkmış.
Bir türlü acılar bitmiyor.
Bu yazı gazete360.com'dan alımıştır...