28 Ocak 2019 20:42
Venezuela'da yıllardır süre gelen, giderek derin bir toplumsal ve insani krize dönüşen ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklar geçen hafta çok kritik bir aşamaya geldi.
Enflasyon yüzde bir milyona ulaşır, ülkeden ciddi ölçüde sermaye kaçışı yaşanır, Ford, Good Year gibi önemli şirketler ülkeyi terk ederken, resesyon 6. yılına girerken, siyasi kriz derinleşerek ülkeyi, uluslararası alanda ekonomik ve siyasi yankılar yaratmaya, tehlikeli gelişmelere yol açmaya aday bir rejim değişikliğinin eşiğine getirdi.
Hugo Chavez öldükten sonra, Devlet Başkanı olan Nicolas Maduro Mayıs ayında, muhalefetin büyük ölçüde boykot ettiği başkanlık seçimlerini kazandı.
Geçen hafta Maduro ikinci 6 yıllık dönemine başlamak üzere yemin ederken, Temsilciler Meclisi'nde çoğunluğa sahip muhalefetin seçtiği meclis başkanı, 35 yaşındaki Juan Guaido, Maduro'yu "hakkı olmayan bir mevkii ele geçirmekle" suçlayarak, Devlet başkanlığını üstlendiğini açıkladı.
Aynı gün bir grup asker Maduro'yu tanımadıklarını ilan ederek bir darbe girişiminde bulundular. Girişim bastırıldı ama Meclis katılan askerler için af çıkardı.
ABD'deki Trump yönetimi, ardından Brezilya, Arjantin olmak üzere birçok Latin Amerika ülkesi Guaido'nun Devlet Başkanlığını tanıdılar. Bu ülkelere göre Maduro yönetimi artık meşruiyetini kaybetmişti.
ABD yönetimi, Venezuela'da bir rejim değişikliği konusunda çok kararlı görünüyor. Trump'ın Başkan yardımcısı, Mike Pence, "Amerika Birleşik Devletleri, Venezuela'da demokrasi restore edilene, Venezuela halkı doğuştan hakkı olan özgürlükleri elde edene kadar çabalarına ara vermeyecek, asla geri adım atmayacaktır" diyordu.
Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışman John Bolton'a göre de "O yarı küredeki tiranlık troykası Küba, Venezuela ve Nikaragua nihayet boylarının ölçüsünü alacaklar. ABD, Venezuela'da diktatör Maduro'ya karşı mücadele ediyor. Çünkü o gayri meşru bir Kurucu Meclis kurdu, siyasi amaçlarla parasının değerini düşürdü, vatandaşlarını yolsuzluklara batmış bir gıda dağıtımı hizmetine katılmak ya da açlıktan ölmek seçeneğiyle yüz yüze bıraktı".
The Guardian'da Simon Tisdall Perşembe günü "Trump'ın deliler gemisi Venezuela kayalıkların doğru gidiyor" başlıklı yorumunda, Trump yönetiminin yine birçok felakete yol aşabilecek bir maceraya kalkışmasından korkuyordu.
Bunlara karşılık, Rusya, Çin'in ve Bolivya, Küba gibi Latin Amerika ülkelerinin Maduro'yu destekledikleri görülüyor.
Rusya Dışişler Bakanı, Sergey Lavrov'a göre "ABD'nin Venezuela devlet başkanı olarak Nicolas Maduro'yu değil Meclis başkanını tanıdığına ilişkin, askeri müdahaleye zemin hazırlayan açıklamalar duyuluyor. Bunlar çok kaygı vericidir. Bunlar, ABD'nin hoşlanmadığı yönetimleri devirme eğiliminin devam ettiğini gösteriyor."
Perşembe günü, Kremlin'den yapılan bir açıklamaya göre de Putin Maduro'ya telefon ederek "dış müdahalelere karşı olduğunu ve Maduro'yu desteklediğini" belirtti.
Çin Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Hua Chunying'in aynı gün yaptığı açıklamaya göre de "Çin dış müdahalelere karşıydı, Venezuela yönetiminin egemenliğini, bağımsızlığını istikrarını koruma çabalarını destekliyordu".
Perşembe günü Maduro yönetimi ABD ile diplomatik ilişkileri kestiklerini açıkladı ABD'li diplomatlara ülkeyi terk etmeleri için 72 saat süre tanıdı. Meclis Başkanı Juan Guaido, Amerikalı diplomatların gitmeyeceğini söyledi. Daha sonra, yönetimi terk ederlerse Madura ve yakınları için af ilan edileceğini açıkladı.
Venezuela ordusunun ise hala Maduro'yu desteklemeye devam ettiği anlaşılıyor.
Venezuela ordusunun sözcüsü televizyonda yaptığı açıklamada, muhalefetin Maduro'yu devirme çabalarını bir darbe girişimi olarak niteledi.
New York Times'ın aktardığına göre ABD, Venezuela başkenti Carakas'taki temsilciliğini, yalnızca çekirdek bir personel bırakacak biçimde boşaltıyor, diplomatları ve ailelerini ülkeden çıkarıyor.
Şimdi Venezuela'nın önünde, bir askeri darbe, bir savaş, ya da bir ABD müdahalesi gibi son derecede tehlikeli ve uluslararası boyut kazanmaya potansiyeli yüksek olasılıklar var.
Venezuela bu duruma nasıl geldi?
Venezuela 1960'larda ve 70'lerde Latin Amerika'nın en zengin ülkelerinden biriydi. Kişi başına milli gelir İspanya, İsrail ve Yunanistan'dan, işçi, ücretleri de diğer Latin Amerika ülkelerindekinden daha yüksekti.
Petrol fiyatları 1980'lerde aniden ve hızla düşmeye başlayınca bu manzara çarpıcı biçimde değişti.
Bu değişim ABD ve Batı medyasında genellikle şöyle tanımlanıyor: "Bir zamanlar Venezuela, Suudi Arabistan ve İran'dan daha büyük petrol rezervlerinin üzerinde Latin Amerika'nın en zengin ülkesiydi, Ancak Venezuela ekonomisi, 2013'de ölen Hugo Chavez'in ve onun yetiştirmesi Maduro'nun kötü yönetimi, yolsuzluklar ve ülkenin belini kıran borç yük altında giderek kontrolden çıktı."
Gıda ve ilaç kıtlıkları, yoksulluk, kamu düzenini, vatandaşların mal ve can güvenliğini tehdit eden suçlar gittikçe arttı ve halkın bir kısmı bu duruma karşı tepki göstermeye başladı. Protesto eylemleri yoğunlaşırken yönetimin karşıt önlemleriyle toplumsal kutuplaşma daha da arttı.
Özetle, bugünkü durumun arkasında derin ve kronik bir ekonomik kriz var, genel kabul gören anlatıya göre bu ekonomik kriz esas olarak Chavez ve Maduro'nun, Venezuela'daki 'sosyalist' yönetimlerin ürünü.
Kabul etmek gerekirse bu saptamalarda belli bir doğruluk payı var. Kötü yönetimden yolsuzluktan, kaynak israfından söz etmek olanaklı.
Chavez ve Maduro'nun ekonomik ve sosyal politikalarına karşı yükselen iş çevrelerinin ve orta sınıfların direncini, yönetememesinin, muhalefetle ilişkili kimi şirketlerin ekonomiyi sabote etme çabalarını engelleyememesinin, her an ABD kaynaklı bir darbe olabilir korkusunun siyasi istikrarı sık sık bozduğu da söylenebilir.
Yine de bu genel geçer resim önemli ölçüde eksik.
Birincisi, Venezuela ekonomisinde yoksul halka sunulan sosyal yardımların, çoğu zaman başarısız kooperatif denemelerinin ötesinde bir sosyalizmden söz etmek olanaklı değil.
Venezuela ekonomisi, merkezi planlama ilkelerine göre değil, piyasa ilişkilerine göre işliyor.
Kimi hesaplara göre ekonomide özel sektörün payı yüzde 80'e ulaşıyor. Bu da büyük ölçüde iş çevrelerinin ve orta sınıfların direncinin gücünü açıklıyor.
Kısacası en fazla, Venezuela'da halkçı ilkelere göre işlemeye çalışan, ancak iyi yönetilemeyen bir karma-ekonomiden söz etmek olanaklı.
Genel geçer resimdeki çok önemli iki eksiklik daha var; biri petrol üretimi diğeri de ABD yönetimlerinin uygulamaya koyduğu yaptırımların Venezuela ekonomisi, üzerindeki olumsuz etkileri.
Petrol fiyatları 1980'lerde düşmeye başlayınca Venezuela'nın ekonomik büyüme hızı da düştü, giderek negatif alana geçti.
Enflasyon artmaya başlayarak iki haneli oranlara çıktı. Enflasyon oranları 1988'lerin sonuna gelindiğinde artık yüzde 80 düzeyine ulaşmıştı.
Dönemin devlet başkanı neoliberal politikalar uygulamaya, ülkeyi, dünya piyasasına, yabancı sermayeye açmaya başladı.
Venezuela ekonomisinin büyüme oranı 1989'da yüzde -8.3'ten 1990'da yüzde 4.4'e yükseldi, 1991'de yüzde 9 düzeyine ulaştı.
Buna karşılık, hemen tüm neoliberal politikaların sonuçlarında görüldüğü gibi, çalışanlar bu ekonomik toparlanmadan yararlanamadılar. Ücretler düşük, işsizlikte yüksek oranlarda seyretmeye devam etti.
Piyasa reformlarının ilk etkileri kısa sürede tükendi. 1990ların ortalarında, enflasyon yeniden artmaya başlayarak 1990'ların ikinci yarısında yüzde 100 oranına ulaştı.
Yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı 1990'ların başında yüze 36'dan yüzde 64'e ulaşmıştı. Ülke nüfusunun yarısından fazlasının yoksulluk sınırı altında yaşadığı düşünülüyordu.
Chavez 1999'da iktidara bu gelir dağılımı bozukluğuna ve yaygın yoksulluğa karşı yükselen tepkilerin üzerine geldi. Yine de kimi yorumcular hala, "ancak Chavez'den önce Venezuela müreffeh bir ülkeydi ve mali dengeleri sağlamdı" diyebiliyorlar.
Chavez dönemi (1999-2013), petrol fiyatlarının hızla artma eğilimiyle çakıştı; dünya piyasasında, ham petrolün varil fiyatı 20 dolar düzeyinden 100-120 dolar düzeyine yükseldi.
Petrol üretimi Venezuela GSMH'sının yüzde 30'unu ve ihracatın yüzde 95'ini oluşturduğundan, Chavez yönetiminin kasaları hızla dolmaya başladı.
Chavez yönetimi bu gelirleri ağırlıklı olarak yoksullukla mücadele, bir eğitim seferberliği projelerinde, Küba'dan binlerce doktor getirerek sağlık sistemini iyileştirmekte, dost ülkelere ucuz fiyatta petrol ihraç ederek jeopolitik etkisini genişletmekte kullandı.
Bu nedenledir ki Chavez, bir darbe girişimini halkın sokaklara çıkmasıyla atlattı, girdiği tüm seçimleri kazandı.
Ancak kabul etmek gerekir ki, petrol gelirleri, ülkenin petrol dışındaki sanayi üretimini ve ihracat kapasitesini arttıracak, ekonominin alt yapısını güçlendirecek, petrol endüstrisinde ekonomik verimliliği, üretim kapasitesini arttıracak yönde kullanılamadı.
Bu nedenle de halk sınıflarına yönelik sosyal hizmetleri, temel malların fiyatlarına devlet desteğini uzun dönemde sürdürecek gelirleri yaratabilecek projeler hayata geçirilemedi.
Venezuela gerekli yatırımları yapmadığı için petrol üretim kapasitesini de arttıramıyor petrol gelirleri de artmıyordu.
Chavez hükümeti, sosyal harcamaları sürdürebilmek için para basımını hızlandırdıkça, ülkenin üretim kapasitesi artmadığından Venezuela parası 'Bolivar' değer kaybetmeye başladı.
Chavez yönetimi bu eğilimi, 2008 yılında Venezuela parası bolivarı, 1000 bolivara eşit yeni bir parayla bolivar fuerte ile (güçlü bolvar) değiştirerek yönetmeye çalıştı.
Chavez 2013'de öldüğünde onun yerine geçen Maduro döneminde petrol fiyatlarının hıza düşmeye başlaması, Venezuela'nın ekonomik sorunlarını daha da ağırlaştırdı, bolivar fuertenin değer kaybını hızlandırdı.
Bu süreç Maduro döneminde petrol fiyatları gerilerken, devalüasyon süreci hükümetin para basmaya devam etmesiyle, yoksullukla mücadele ve sosyal tabanını koruma kaygısıyla sık sık arttırılan asgari ücretin baskısıyla enflasyonun, 2019'da yıllık yüzde bir milyona yükselerek hiper-enflasyona dönüşmesiyle hızlanarak devam etti.
Maduro yönetimi 2018'de bolivar fuerteyi, bir milyon orijinal bolivara eşit bolivar soberano ile değiştirdi; soberano'yu da korumak için, kendi yarattığı, kavramsal olarak petrol gelirlerine endeksli, bir dijital kripto paraya bağladı.
Ancak bu dijital para ciddiye alınmadığı gibi, onun açtığı kapıdan, ülkede "bitcoin" kullanımı yayıldıkça ülkeye kayıt dışı para girişi ve çıkışı kolaylaştı, hızlandı.
Maduro yönetiminin ekonominin fon akımı üzerindeki denetimi tamamen kayboldu.
Petrol Üretimi mil v/g | Petrol ihracat milyar dollar | |
---|---|---|
2008 | 3.23 | 89.1 |
2009 | 3.01 | 53.3 |
2010 | 2.98 | 65.7 |
2011 | 2.99 | 95.8 |
2012 | 2.91 | 106.7 |
2013 | 2.9 | 94.3 |
2014 | 2.79 | 81.7 |
2015 | 2.75 | 42.5 |
2016 | 2.47 | 30.9 |
2017 | 2.07 | 24.9 |
2018 | 1.52 | 20.9 |
Venezuela'da ekonomik krizin gelişmesinde petrol fiyatlarındaki dalgalanmalar ve Chavez, Maduro yönetimlerinin petrol gelirlerini kullanmadaki kısa dönemli bakışlarına ek olarak, ABD yönetiminin 2013 ve 2017 de uygulamaya koyduğu yaptırımlar da büyük rol oynadı.
Kongre Araştırma Servisi'nin 21 Kasım'da yayımladığı bilgi notuna göre, ABD 2006'dan bu yana 90 Venezuela vatandaşına yönelik yaptırımlar koymuş.
Başlangıçta yaptırımların nedenlerinin başında Venezuela'nın "terörizmle mücadele konusunda" esas olarak Hizbullah ilişkilerinde ABD'ye yardımcı olmaması geliyordu.
Bu yaptırımlar, kişileri Venezuela'ya silah satışını hedef alıyordu.
Sınırlı kapsamlarına karşın, bu yaptırımlar özellikle 2014'te, ABD'de Obama yönetiminin, tam da petrol fiyatları gerilemeye başlarken, Venezuela'yı ABD'nin ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olarak saptadıktan sonra Venezuela ile iş yapacak olanlar için korkutucu bir ortam, uluslararası şirketlerin yönetimleri üzerinde de caydırıcı bir etki yaratmış.
Sonuçta bu yaptırımların, Venezuela'nın ithalat ve ihracat kapasitesini, uluslararası mali ilişkilerini olumsuz etkileyerek ekonomik dengelerinin daha da bozulmasına katkıda bulunduğu, kimi yorumculara göre adeta Venezuela'ya yönelik bir ambargo iklimi yarattığı anlaşılıyor
Trump başkan olduktan sonra, bu iklimi yoğunlaştırma çabaları artmış. Trump yönetimi Mart 2017'de uygulamaya koyduğu bir yaptırımla, Venezuela hükümetinin ABD'deki borç ve varlık piyasalarına erişimini yasakladı.
Ancak Venezuela'nın Petrol şirketi PdVSA'nın sahip olduğu Citgo'nun borçları, bunlar ABD vatandaşlarının elinde olduğundan muaf tutmuş.
Mart 2018'e devreye gren ikinci dalga yaptırımlar bu kez Venezuela devletinin çıkardığı borç senetlerinin satın alınmasını, Venezuela devletinin yarattığı dijital kripto paranın dolaşımını yasaklamıştı.
Mayıs 2018'de bu yaptırımların kapsamı, Venezuela borç senetlerine ilişkin işlemleri de yasaklamıştı. Kasım 2018'de altın sektörünü de kapsamına alan yeni yaptırımlar açıklanmıştı.
Bu yaptırımların Venezuela'nın dış kaynağa ulaşma kapasitesini büyük ölçüde kısıtlaması, Venezuela'nın geçen yılın ikinci yarısında petrol fiyatlarındaki artıştan yararlanabilmesi için gereken üretim artışını gerçekleştirmesini engelledi.
Venezuela hükümetinin kaynaklarından, Bloomberg'in derlediği verilere bakınca, Chavez iktidara geldiğinde Venezuela'da rafineri kapasite kullanımı yüzde 80'in üzerinde olduğu görülüyor.
Chavez döneminin sonunda yüzde 70 dolayında seyreden kapasite kullanım oranının 2018 sonunda yüzde 17 gibi son derecede düşük bir düzeye gerilediği olduğu anlaşılıyor.
Böyle bir kaynak kaybının Venezuela ekonomisinin krizini daha da derinleştirerek, halkını daha da yoksullaştırarak, ülke dışına beyin göçünü daha da hızlandırarak toplumsal çelişkileri serleştirerek son olayları hazırladığı da söylenebilir.
Geçen haftaki gelişmelerden sonra bu manzaranın belirgin biçimde kötüleşmesini beklemek gerekiyor.
ABD petrol ithalatının yüzde 7'sini karşılayan Venezuela petrolleri bugüne kadar yaptırımların dışında tutulmuştu. Ancak hafta başında, Wall Street Journal, Trump yönetiminin ABD'nin Venezuela'dan petrol ithalatını ve Venezuela ordusunun üst komuta kademesini hedef alan yeni yaptırımlar koymaya hazırlandığını aktarıyordu.
Reuters'ın bir yorumuna göre Venezuela'nın petrol ihracatının yarısı ABD'ye gidiyor.
Bu kapı kapandığında Venezuela'nın kısa dönemde fiyat kırarak Çin, Rusya Hindistan'a ihracatının artması söz konusu olabilir. Bu gelişmelerin Venezuela ekonomine taze kaynak girişini olumsuz etkileyerek ekonomik krizi derinleştirmesi kaçınılmaz.
Kimi yorumcular Venezuela rejiminin bu ekonomik dinamiklerin altında kalarak kendiliğinden çökebileceğini de iddia ediyorlar.
Buna karşılık toplumdaki kutuplaşmanın sertliği ve silahlanma oranı, ABD'nin yeniden nükseden "sosyalizm saplantısı", ülkeyi sert çatışmaların beklediğini, Maduro yönetim devrilirse, 1973 Şili Darbesini andıran gelişmelerin yaşanabileceğini düşündürüyor.
ABD'nin dünyanın en büyük petrol rezervlerine sahip Venezuela'ya doğrudan bir askeri müdahalesinin ise günün jeopolitik kutuplaşma, büyük güçler arası rekabet ortamında yol açabileceği olası gelişmeleri düşünmek bile insanın uykusunu kaçırmaya yeter.
© Tüm hakları saklıdır.