Gündem

Vatan Gazetesi Başyazarı Mengi'den 'Kafes' özeleştirisi

27 Kasım 2009 02:00

T24 - 'Kafes Eylem Planı' ile ilgili soruşturma savcılıkça sürdürülürken, köşe yazarları arasında da 'Kafes' yazıları devam ediyor. 'Kafes Eylem Planı' ile ilgili haberi ilk kez duyuran Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan'ın merkez medyanın haberi kullanmamasını eleştirmesiyle başlayan polemiğe bugün Vatan Gazetesi Yazarı Güngör Mengi de Kafes Eylem Planı ile ilgili haberi neden şimdi yayınladıklarını açıklayarak katıldı.

Türkiye'de yaşayan gayrimüslim vatandaşların hedef alındığı haberde içeriği gereği konuya ihtiyatlı bir şekilde yaklaştıklarını ifade eden Mengi, süreci izleyip adım atmak istediklerini ancak yargı kararı sonrası aşırı ihtiyatlılık yaptıklarını belirtti.

Vatan gazetesi yazarı Güngör Mengi'nin bugün (27 Kasım 2009) yayınlanan "Neden şimdi?" başlıklı yazısı şöyle:

Neden şimdi?

Bugünkü manşetimizi gördüğünüzde bir çoğunuz “Neden şimdi?” diye sormuş olabilirsiniz..

Çünkü Deniz Kuvvetleri’nde bir cuntanın hazırladığı öne sürülen gayrimüslim vatandaşlara yönelik suikastler içeren korkunç planın Taraf Gazetesi’nde yayınlandığı günün üstünden bir hafta zaman geçti.

Meslek ahlâkımız bu habere niçin mesafeli durduğumuzu okurlarımıza açık açık anlatma sorumluluğu yüklüyor.

VATAN’da gündemin tartışıldığı masa özgür bir platformdur. Burada gazetenin kurumsal aklı ve vicdanı oluşur.

19 Kasım’da Taraf Gazetesi Poyrazköy’ün izini süren Ergenekon savcılarının “Kafes Eylem Planı”nı deşifre ettiğini duyurduğunda habere ihtiyatla yaklaşmak, bize sorumlu gazeteciliğin gereği göründü.

Çünkü Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’ın bile yazdığı gibi “normal bir insanının zihninin alabileceği işler değildi planladıkları” şeyler.

Delirmişler mi?

Ahmet Altan “Planı okuduğumda ‘delirmişler mi bunlar’ diye düşündüm; sanırım siz de böyle düşüneceksiniz” diyordu.

Ertesi gün Başbakan Erdoğan’ın yaptığı açıklama önemli bir kurumu suçlamamak ve binlerce vatandaşa tetiğin ucunda oldukları hissini vermemekle doğru bir tercih yaptığımızı bize düşündürdü.

Çünkü Erdoğan habere tepki gösteriyor ve “Bir gazetede kampanya var. Bu kampanyalar tabii ki bu kurumlarımızı zedeliyor yıpratıyor, tahrip ediyor tahrik ediyor” diyordu.

Başbakan yargı sürecine girmiş olayların abartılı şekilde üstüne üstüne giden çevrelerin gerilimi teşvik ettiğinden şikâyet ediyordu.

Genelkurmay da tepkisini Başbakan’ın açıklamasına gönderme yaparak belirtirken haberi veren gazete hakkında suç duyurusu yapıldığını bildirdi.

Ama dün (26 Kasım 2009) hepsinden daha önemli bir gelişme oldu:

Yargının kararı

Haberin ayrıntısını okuduğunuzda sizin de dudaklarınızı uçuklatacak korkunçlukta komplolar ve saldırılar kurgulayan planın gerçek olup olmadığını, bunun TSK’yı karalamaya yönelik bir tertibe hizmet edip etmediğini değerlendirmek takdir hakkımızın sınırlarından çıkmıştır.

Çünkü yargı, soruşturma kapsamında iki albay ile bir yarbay hakkında tutuklama kararı vermiştir.

Tutuklama kararları, iddianın yargı katında soruşturulmaya değer görüldüğünü, bizim de aşırı ihtiyatlılık yüzünden takdir hatası yaptığımızı ortaya koyuyor.

Ben de dün yaptığımız bu özeleştiriyi okurlarımıza duyuruyorum.

TSK içinde oluştuğu iddia edilen hukuk dışı grupların tasfiyesini hedef alan yargı sürecini, sorumlu gazeteciliğin dikkatiyle ve daha aktif biçimde izlemeye devam edeceğiz.


Taraf gazetesi yazarı Ahmet Altan'ın "İşte bu medya..." (22 Kasım 2009) başlıklı yazısı:


İşte bu medya...

Siz bu ülkenin yaşadıklarını neden yaşadığını merak ediyorsanız son üç günlük gazeteleri alın ve bir bakın onlara.

Şu son üç günde yayımlanan gazeteler size bütün yakın tarihimizi anlatacak.

Bu gazeteler, bu medya, bunların hepsi, varlıklarını söylediklerine değil “söylemediklerine” borçlular.

Anlatmadıklarına, yazmadıklarına, görmediklerine borçlular sahip olduklarını.

Geçmişimiz ve halimiz onların “sessizliğinde” saklıdır.

Biz üç günden beri, onlarca çocuğu bombayla havaya uçurmayı, gayrımüslimlerle insan hakları savunucularını öldürmeyi, kanlı bir kaos yaratıp bu kaosta hükümeti devirmeyi amaçlayan bir cuntanın planlarını yayımlıyoruz.

Bakın bakalım gazeteler bu konuda neler yazıyor.

Hürriyet’e, Sabah’a, Milliyet’e, Vatan’a, Radikal’e, Habertürk’e, Akşam’a bir bakın.

Sadece bu gazeteleri okuyan insanlar, bu ülkede daha sekiz ay önce böyle korkunç bir plan hazırlayan bir cunta olduğunu, o cuntanın üst rütbeli yöneticilerinin orduda hâlâ görevlerini sürdürdüğünü bilmiyorlar.

Televizyonlara da bir bakın.

Kaç haber kanalı bu haberi verdi, kaç haber kanalı bu meselenin üstüne gitti?

Peki, niye bu haberi vermiyorlar?

Bu yayın organları, onlarca çocuğun havaya uçurulacağı bir eylem planını “önemsiz” mi buluyorlar?

Gazetecilik ölçüleriyle bu olaya baktığımızda bunu “önemsiz” görebilirler mi?

Bana böyle bir haberi, medyasının önemsiz bulacağı bir ülke söyleyin.

Fransa’da böyle bir cunta haber olmaz mıydı, Amerika’da, Hollanda’da, İngiltere’de, Portekiz’de, Polonya’da, Japonya’da, Hindistan’da haber olmaz mıydı?

Hepimiz biliyoruz ki olurdu.

Türkiye’de neden olmuyor, Türkiye’nin bu ülkelerden farkı ne?

Fark, bu ülkede askeriyenin “gizli bir iktidarının” bulunması ve bu gizli iktidarın medya tarafından sıkı sıkıya desteklenmesi.

Medyanın, bu askerî iktidarı pekiştirmek için “milliyetçiliğe” abanıp, birçok gerçeği saklaması.

Cumhuriyet tarihince hep böyle olmuş.

Bugün belki de ilk kez Dersim katliamının “gerçek yüzünü” okuyup öğrenen insanlar, o katliamın yaşandığı tarihlerdeki gazetelere de bir göz atsınlar, baksınlar bakalım, bugün öğrendikleri gerçeklerin binde biri o zamanki gazetelere yansımış mı.

Gerçek başkaydı, o günkü gazetelerin anlattıkları hikâyeler başka.

Bugün de durum aynen o günler gibi.

Zaman zaman korku şokları geçirip, fazlasıyla kurnazca hesaplar yapan, bu şoklar sırasında da nereye varacağını hesap edemeyeceği laflar eden Başbakan Erdoğan’ın biraz ruleti andıran bir kişiliği var, topun siyahta mı beyazda mı duracağını bilemiyorsunuz, siyahta durduğunda cuntacılar yerine o cuntacıları ortaya çıkartan gazeteleri eleştiren ama “beyazda” durduğunda da daha önce söylenmemiş gerçekleri anlatan bir kişilik bu.

Dün “ruletin topu” beyazda durdu ve Erdoğan, Güneydoğu’da 90’lı yıllarda oradaki insanlara uygulanan “gıda ambargosunu” anlattı.

Batıda yaşayan insanlar bunu biliyor muydu, bilmiyordu.

Çünkü “medya” bundan söz etmiyordu.

Bugün de aynı şeyi yapmak, susarak gerçekleri gizlemek, “hayati konuları” saklamak istiyorlar.

Ama yapamıyorlar.

Birincisi Taraf gibi bir gazete var, ikincisi bu tür haberlerde dürüst davranan Zaman, Yeni Şafak, Bugün gibi gazeteler bu haberleri saklamadan veriyor, üçüncüsü “askerî medyanın” içinde namuslu kalemler gerçekleri yöneticileriyle çelişme pahasına yazıyorlar.

Medyanın bana fevkalade ahlaksızca gözüken bu sessizliğini asıl yırtanlar, bu medyanın içindeki namuslu insanlar, Sabah susarken o gazetede yazan Emre Aköz, Mahmut Övür gibi yazarlar susmuyor, Hürriyet susarken o gazetede yazan Eyüp Can susmuyor.

Eyüp Can, böyle bir plan karşısında “vicdanı olan herkesin hop oturup, hop kalkması” gerektiğini yazıyor.

Yakında, diğer namuslu kalemler de yazacaktır bu konuyu.

Darbelerin, muhtıraların, cuntaların, toplumun üstüne kapan o ağır ve kanlı kapısının “menteşesi” bu medyadır, o cuntacılar medyanın “sessizliğine ve yandaşlığına” güvendikleri için hazırlıyorlar o planları, darbe kapısı o “menteşe” sayesinde kapanıyor üstümüze.

Bir zamanlar dünyanın en büyük suç şehri olan New York’ta yetkililer, en “büyük” suçluları yakalamaya çalışır ama bir türlü başarılı olamazlardı, sonra bir belediye başkanı geldi, “büyükleri bırakın, önce onların sokaklarda çalışan adamlarını yakalayın” dedi, dediğini yaptılar, “büyükler” çalıştıracak adam bulamayınca suçlar bıçak gibi kesildi.

Darbeleri önlemek mi istiyorsunuz, bu medyayı afişe edin, gerçek yüzlerini örneklerle gösterin, insanlara anlatın, medyayı böyle düzeltin.

Medyayı düzelttiğiniz gün ne cunta kalır, ne darbe