Gündem

'Van'da bir demir leblebi '

Radikal gazetesi yazarı Baskın Oran'ın yazısı...

23 Eylül 2010 03:00

T24- Aziz Aykaç, Ahtamar'daki ayine gelecek Ermenileri evlerde misafir etme fikrinin mucidi. Gitmeden araştırdım. Hiç boşu yok. 'Her hadisede çıkar' diyorlar. Van gibi yerde, biri dört dilde, iki gündelik gazete çıkarıyor.


Bu Aziz Aykaç altmış yaşlarında, kuru, ufak tefek, gözlüklü, beli hafif eğik, kendi halinde bir zat ama, demir leblebi mübarek. Ahtamar’daki ayine gelecek Ermenileri evlerde misafir etme fikrinin mucidi. Van gibi yerde, biri dört dilde olmak üzere iki gündelik gazete çıkarıyor. Geçenlerde referanduma evet diyeceğini ilan ettiği için karşıtları yine epey halini-hatırını sormuş olmalı. Fakat bu şimdi söylediği aşırı bir durum. Neyi konuşmaya geldiğimi unutup merakla soruyorum, ‘ilkokul 3’te nasıl oluyor’ diye.


“Bizim köyde güçlü bir ağa vardı. Babam da Şemsiki aşiretinin ileri geleni; Muhtar. Etkili adam. Köy gibi yerde 1960’ta ilkokul açtırdı. 3. sınıfa gelince Türkçeyi söktüm. Bir gün eve dönüyorum, herkes göğe bakıp bakıp ağlıyor, dövünüyor. Sordum, dediler ‘Kıyamet kopiy! Kıyamet kopiy! Baksana!’ Baktım, masmavi gökte bembeyaz bir duman, kalem gibi dümdüz. Jet geçmiş, dumanın izi kalmış.


Köyün imamı seyitlik iddiasında bir yobaz. Bunun kıyamet alameti olduğunu söyleyince herkes birbiriyle helalleşmeye başlamış. Bu arada da seyidin evine çuval çuval erzak yollamaktalar ki, herif dua ede de kurtara herkesleri. Babam da korucuyu çağırmış, kilerden bir çuval unla bir teneke yağ yolluyor herifin kilerine.


Ben seyide yaklaştım, dedim: ‘Kıyamet kopunca seyitlere kopmuyor mu?’ Köpürdü. Döndü babama: ‘Ben sana demedim mi çocuklarını okutma, komünist olurlar!’ Halbuki kendisi de çocuğunu okutmakta. Babam taşı aldı, kovaladı beni.


Ben günlerce düşündüm ula bu komünizm nedir. Dedim, komünistlik yanlışa itiraz ise, ben komünistim! Sonra duman dağıldı, yine gittim, ‘Seyidim, bu aldıklarını geri vereceksin!’ Seyit ne desin? ‘Ula komünist! Sesini çıkartma! Seni görecem. Ayakkabı ney alacam!’”


‘Her hadisede çıkar!’

Ben bu küçük dev adamı görmeye gitmeden başkalarından araştırdım. Hiç boşu yok. “Her hadisede çıkar” diyorlar. Hacılığı var, belinde de 1.5 kiloluk çelik platini. 24 gün Filistin askısında kalmaktan. Hürriyet yerel muhabirliği yapmış. Şimdi 5’i muhabir olmak üzere 23 sigortalı personelle çıkardığı iki günlük gazeteden biri, Türkçe yayımlanan Şehri Van. Sekiz yıldır çıkıyor, aldığı ilanla bu yıl başlayan ötekini finanse ediyor: Farsça, İngilizce, Kürtçe, Türkçe basılan Van Times (yani, New York Times’ın adaşı). Ahtamar olayı vesilesiyle bir de Ermenice dahil edilmiş. Burada çok Farsî olduğunu öğrendim, Kürtçe ve Türkçe de tamam, ama İngilizce ve Ermenice? Oğlu İngilizce biliyormuş, ötekinde de Agos yardımcı oluyormuş. Sadede geliyoruz:
“Ayin kararı alınınca, dedik otellerde yer kalmayabilir, evlerimizi açalım dedik. Bin 18 aile bana başvurdu. Kimi iki tane, kimi on tane alırım, diyor. Yeme, içme, yatma misafir... Fakirliğinden utanan, acaba misafir edebilir miyim diye çekinenler var. Ortadoğu halkı kadirşinas olmayan bir halk değil. Tabii, biz onları sürmüşüz, biraz da bundan insanlar iyi karşıladılar. Önce biraz acayip durdular, doğru. Hani, acaba halk kabul eder mi, devlet ne der. Ama ne devlet zorluk çıkardı ne halk. Özellikle, hakiki dindar kesim reaksiyon vermedi. Kafatasçılardan bir-iki ‘Niye bu Ermeni uşaklığı?’ geldi”.


Ailesinde Ermeni var mı acaba bu Aziz Bey’in: “Yok. Ben Kürt’üm. Ama babam iyi Ermenice bilirdi. Komşuları Hespistan Köyü’nde Ermeni imiş. Hepsi de ticaret yaparmış. Zaten köyün adı alıp-satan demek. Burada ailesinde Ermeni olanlar çoktur. Onlar da bilir, herkes de bilir. Bahsedilmez. Ortam uygun olunca dillendirirler, artık kesilmeyiz diye. Açığa çıkınca halk cesaret de veriyor”. Neden acaba?


‘Katlettik, sürdük’ ezikliği

“İnsanların bilinçaltında eziklik duygusu var. Katlettik, sürdük. Köy isimlerinin hep Ermenicesi bilinir. Mesela Şuşanis Köyü’nün Türkçesini kimse bilmez. Yeni adı Karpuzalanı mı, Kavunalanı mı, öyle birşey”.


Oysa, daha birkaç yıl önce, Ermeni asıllı Amerikalı Viktor Bedoyan’ın burada açtığı ve oğlunun adını koyduğu Hotel Vartan’ın başına gelenleri unutmadık. 8 Haziran 2001 tarihli Agos’ta Karin Karakaşlı ile Sarkis Seropyan yazıyor: İşletmesi iptal edilmiş, kapıdaki yıldızları sökülmüş, reklam panoları brandayla kapatılmıştı. Turizm Bakanı Erkan Mumcu’ya göre otelin ‘teknik eksiklikleri var’dı. Basın yazmadığını bırakmamıştı: “Uyanık Ermeni’nin hesabı tutmadı”, “Sözde otele baskın”, “Ermeni oyunu”. On yıldan az bir zaman geçince ne değişti de her şey bu kadar farklı oldu?


Aziz Aykaç çok büyük değişiklik olduğunda hemfikir. Ama önce tam adını koyamıyor: “Zaman çok şeye ilaçtır. Büyük bir değişim var. Nasıl bir isim koysam?” Çaylar yenileniyor, başlıyoruz bunu tartışmaya. Bir şok sarsmış olabilir mi, Hrant’ın ölümü mesela? Hemen onaylıyor: “Gençler çok etkilendi. Bu insanlara çok yapılmış, dediler. Onlar da büyükleri etkilediler. Çok şeyi değiştirdi”.
Peki, ekonomik bir etken, bölge halkının eline para, dememe kalmıyor, cümleyi tamamlıyor: “1990-98 arasında İran’la büyük ticaret oldu. Mazot. Her türlü akaryakıt serbest geliyor. İnsanların eli para gördü. Büyük-küçük herkes buna odaklandı. Hayatında ilk defa para gördü. Uluslararası ticareti hemen öğrendi. Akaryakıt alıp gıda, mobilya, giyim, aklına ne gelirse sattılar”.


Peki, diyorum, bizdeki iç savaş? Faili meçhuller en çok 90’larda? “Burada pek olmadı. Daha çok Diyarbakır, Şemdinli, oralarda oldu” diyor.


Cibranlı Halit’in yengesi Ermeniydi

Yine anahtar konuya dönüyoruz. Diyorum ki, “Bugün Ankara’nın doğusunda doğmuş olup da ailesinde en az bir Ermeni gelin bulunmayan kimse var mıdır? Van Times’in Genel Yayın Yönetmeni Selim Kemaloğlu çok somut biçimde giriyor: “Ben Cibranlı Halit’in torunuyum. [1925 isyanını düzenleyen Azadi’nin miralay lideri, Şeyh Sait’in de kuzeni ve kayınbiraderi. Bitlis Cezaevi’nde kurşuna dizildi]. Onun kardeşi Ahmet Bey’in (Sever) annesi Suriye Ermenilerinden Qudê Hanım’dır. Hatta kendisine Ahmet-i Qudê derlermiş, ‘Qudê’nin oğlu’ anlamında. Zaten Ahmet Bey 1925’te kaçtığında Suriye’ye gidiyor, dayılarının yanına”.


“Bu konuda sizin gazeteyi rahatsız ettiler mi”, diyorum, anlatıyorlar: ‘Ermeni Zulmüne Uğramış Aileler Derneği’ diye bir dernek kurulmuş. Gazetenin köşe yazarı Muhittin Çelebi bir yazı yazıyor, diyor ki, geçmişte olup biteni yeni nesle taşımayalım, bu derneğe ne gerek var?


Tabii, küçük yerde büyük gürültü kopuyor. Ama işin enteresan tarafı, bir gün bakıyorlar ki (bugünün parasıyla) 58 bin lira tazminat geliyor gazeteye. Neden, çünkü adamlar tekzip yollamışlar, postacı zarfın üzerine “Bu adreste böyle biri yoktur” dediği gibi geri götürüyor, yargıç tebligatı yapılmış kabul ediyor, üzerine faiz de biniyor. Aziz Aykaç ve ekibi açlık grevine başlıyorlar. Olay yankı uyandırıyor, yurtiçinden dışından büyük ilgi başlıyor. Tam o sırada bir avukat başka bir şeye bakarken zarfın üstünü okuyor. Yargıca gidiyor, hâkim yargılamayı mecburen yeniliyor, beraat!


Aziz Bey’e, bu ‘çıkıntılık’ işini sordum. Diyor ki: “Neden her hadisede sen çıkıyorsun, derler bana. Ben hep sorguluyorum, bütün olumsuzluklar da beni buluyor. Ben küçükten beri isyankâr çocuk. Hürriyet’te yerel muhabirken babam kanunsuz bir iş yaptı, haber yaptım, babam yargılandı, beni bir hafta köye sokmadı”. Bir an durup devam ediyor:
“Biz çok acılarla başladık hayata. Jandarmayla, tahsildarla büyüdük. Onun için gülemiyoruz, mesut olamıyoruz”. Bunları söylerken yüzü ilginç. Acılı bir yüz ile muzip bir çocuk arası bir durum. Peki, bu kadar düşman kazanmaktan korkmuyor mu?
“Benim arkam aşiret açısından sağlam”.


Düğün ve vaftiz niye olmasın?

Yarınki olay nasıl geçecek? “Birkaç gündür hayatımın en mesut günlerini yaşıyorum. Vali Bey’e iki öneri daha götürdüm: Kilisede düğünler için izin verelim, vaftiz törenleri için izin verelim. Çok olumlu karşıladı. Çok açık fikirli adam. Geçen gün Emniyet’ten çağırdılar, polisin aileleri tehdit ettiği haberleri çıkmış dış basında”. Herhalde burada sözü edilen, diyasporanın sıkı şahinlerinden Harut Sassounian’ın “Ermeniler Ahtamar’a Niye Gidip Türk Propagandasının Aleti Olsunlar?” başlıklı 17 Eylül makalesi. Şöyle diyor: “Türk gizli polisi, Ermeni misafir ağırlamak isteyen binlerce aileyi sorguya çekti! Nazi Almanyası Gestapo taktiklerini hatırlatan bu olaylar sonucu, bazı ailelerin evde Ermeni misafir etmesi resmen yasaklandı. Bir ‘müze’de yapılacak dinsel ayine safça gidecek Ermeniler, tarihi kiliseye el konmasını meşrulaştıracak ve Türk siyasal şovunun reklamını yapacaklardır.”


Aziz Bey devam ediyor: “Yok böyle bir şey. Tersine, vali teşvik etti. Hatta, Alperenler ‘olumlu’ bir basın açıklaması yapacaklarmış, vali buna bile izin vermedi”.
Herkesten vali hakkında olumlu şeyler duyuyorum. Kendisiyle tanışmak için çok yakındaki Vilayet’e doğru yürüyoruz koruma polisi arkadaşım Barış’la.

YARIN: Vali haç meselesini anlatıyor 


(Radikal gazetesi yazarı Baskın Oran'ın bugün (23 Eylül 2010) yayımlanan yazısı)