Paris saldırılarını üstlenen IŞİD'le mücadeleyi sertleştiren Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande, uluslararası bir ittifak kurulabilmesi için harekete geçti. Dün Paris’e gelen İngiltere Başbakanı David Cameron’dan destek sözü alan Hollande’ın planlarına ilişkin Frankfurter Allgemeine Zeitung şu yorumu yapıyor:
„Reel politikacı Hollande’ın Rusya’yı da hoşgörmeye başlaması lazım. Ama nereye kadar gitmeli? Putin şayet iddia ettiği gibi öncelikle IŞİD ile mücadele etmek istiyorsa, Batı ile işbirliğine o kadar zorlanmaması gerek. Bu noktada Ukrayna krizinde bir ödün verilmesine gerek yok. Sonuçta, kimin Fransa’nın yanında hangi şekilde bulunduğu önemli olacak. Terör örgütüne karşı kararlı bir askeri müdahale gerekiyor. Tabii ki bombalar yeterli olmayacak. İslamcı terörizme karşı izlenecek stratejide, Arap-Müslüman dünyasında militan İslamcılığı doğuran bataklıkların kurutulması ve Batı toplumlarındaki müslüman gençlerin radikalleşmesiyle daha yoğun bir şekilde mücadele edilmesi de önemli. Bunun için uzun soluklu olunması gerek.“
Teröre karşı uluslararası ittifak kurulması konusunda Neue Osnabrücker Zeitung şu yorumu sunuyor okurlarına:
„Fransa Cumhurbaşkanı terörizmle mücadele için uluslararası bir ittifak kurmak istiyor ve bu amaçla dünyanın en önemli devlet ve hükümet başkanlarıyla görüşüyor. Aynı Avrupa Birliği'nin Brüksel'deki mülteci krizinde Almanya Başbakanı Merkel'in başarısızlığa uğradığı gibi, başarısız olması da ihtimal dahilinde. Merkel sığınmacıların üyeler arasında adil bir şekilde dağıtılmasını rica ettiğinde, aralarında Hollande'ın da bulunduğu birçok lider kendisine red cevabı vermişti. Şimdi Hollande'ın kendisi bir istekle kapıyı çalıyor ve sarfedilen sözlerin ne kadar geçerli olduğunu kendi gözleriyle görecek. ABD Başkanı Obama Paris saldırılarının ardından ülkesinin Fransa'nın yanında olduğunu söylemişti. Bu somut bir yardım anlamına mı geliyor? Bu epey kuşkulu. Obama, Başbakan Merkel'i de Suriyeli sığınmacılara kapıları açtığı için tebrik etmişti. Ama kendisinin kabul etmek istediği Suriyeli sayısı 10 bin. Yani Münih'e sadece bir hafta sonunda gelen sığınmacı sayısı kadar.”
Mülteci krizi Almanya'daki siyasi gündemi belirlemeye devam ediyor. Federal Hükümet'i oluşturan koalisyon ortakları arasında krizin çözümü konusunda izlenecek yol, sürekli tartışmalara neden oluyor. Başbakan Angela Merkel, ülkeye kabul edilecek mülteci sayısına bir üst sınır konmasına karşı çıkarken, kardeş parti Hristiyan Sosyal Birlik (CSU) bir sınır belirlenmesi konusundaki ısrarını sürdürüyor. Koalisyonun diğer ortağı Sosyal Demokratlar ise, bu konuda Merkel’in çizgisinde. Berlin’de çıkan Der Tagesspiegel adlı gazetenin tartışmalara yönelik yorumu şöyle:
„Bir kontenjan uygulaması alınacak bir dizi önlemden sadece biri olarak işe yarayabilir. Almanya’nın bu amaçla Ürdün, Lübnan ve Türkiye ile işbirliğini sıkılaştırması gerek. Hedef ise şöyle tanımlanabilir: Biz belli sayıda sığınmacıyı kabul ederiz, siz de bunun karşılığında ülkelerinizdeki sığınmacıların koşullarını iyileştirir ve Avrupa yönündeki sınırlarınızdaki güvenliği artırırsınız. Ama kontenjan uygulaması tüm sorunları kökünden kazıyacak bir çözüm değil. Bu boyutta bir kriz, hangi yola başvurulursa başvurulsun birden bire ufalmaz. Boyutlarını biraz olsun küçültebilmek bile ciddi bir başarı olur.“
Bu arada Balkan güzergahı üzerinden sığınmacı akını da devam ediyor. Balkan ülkeleri Makedonya, Sırbistan ve Hırvatistan‘ın perşembe gününden bu yana yalnızca Suriye, Afganistan ve Irak vatandaşlarının geçişine yeşil ışık yakması yüzünden, Yunanistan - Makedonya sınırında geçişlerine izin verilmeyen sığınmacılar arasında İran'dan geldiklerini belirten bir grup sığınmacı, ağızlarını dikerek uygulamayı protesto etti. Lüneburg’da yayımlanan Landeszeitung adlı gazetenin konuyla ilgili yorumunda şu satırları okuyoruz:
„Bazıları yaşam şeklimizden o kadar nefret ediyor ki, bize mümkün olduğu kadar zarar verebilmek için kendilerini havaya uçuruyor. Bazıları ise, yaşam şeklimizi o kadar seviyor ki, özlemini çektikleri Avrupa’nın kapısında durduruldukları zaman çaresizlik içinde dudaklarını dikiyorlar. Avrupa Projesi'nin ateşi, tutkusu sadece biz Avrupalılar'da sönmüşe benziyor. İşte tam da bu yüzden, borç krizi, sığınmacı akını ve terör gibi üstesinden gelinmesi gereken farklı sorunlar Avrupa'yı titretiyor, istikrarsızlaştırıyor. Avrupa'ya gelmek için her yolu deneyen sığınmacılar, bizim neyi yitirdiğimizi hatırlatıyor bizlere. Bu da yaşam şeklimize olan inancımız. Bu inancın tazelenmesi hepimize iyi gelecektir.”