T24 - Umur Talu, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın YGS ve ÖSYM’deki skandalların faturasını konuyu sürekli gündemde tutan Milliyet gazetesi yazarı Abbas Güçlü'ye çıkarmasını eleştirdi.
Talu'nun Habertürk'te "Bedelli gazetecilik" başlığı ile yayımlanan bugünkü (24 Mayıs 2011) yazısı şöyle:
Başbakan yine gazeteci kovalıyor.
Bu kez anlaşılan Abbas Güçlü için “Bedelini ödeyecek” dedi.
Çünkü, “ÖSYM kampanyası” yapmış.
Yani ortada sorun yok…
Yüz binlerce genç ve ailesinin duyduğu kuşku yok…
Bu kuşkuların, KPSS benzeri sınavlardan kaynaklanan geçerli sebepleri yok…
Ama “kampanya” var.
Sanki tek yazan da Abbas.
Aha bu sütunda da onlarca yazı çıktı.
***
Gazeteci görünür gerçeklikler üstünden haber ve yorum yapar; soru sorar, eleştiri getirir.
Mahkemeye gitmiş, haklı ya da haksız yüz binlerce gencin, ailesinin zihnini bulandırmış, endişeye sevk etmiş, üstelik “şifre var ama sehven” denmiş bir konu “görünür gerçeklik” olmayacak da ne olacak!
***
Bir gazetecinin soyadı Güçlü bile olsa, Güçlüler, Güçlü başbakanlar, Güçlü devlet, Güçlü generaller, Güçlü patronlar karşısında genellikle güçsüz kalır.
Hele yalnız kaldığında.
O yüzden, ister adı, ister makamı Güçlü olsun; tüm gazeteciler, meslek ve meslektaş duyarlılığı ile dayanışmasına sahip kılacak ilkelerle haşır neşir olabilmeli.
Lakin, bir gün bir başbakan, bir gün bir general, bir gün bir işadamı, bir gün bir patron, bir gün polis baskısına muhatap kaldığında yalnızlığını, güçsüzlüğünü idrak eden nice kardeşimiz, büyüğümüz; başka meslektaşları harcanırken, hırpalanırken, kazınırken “Güçlüler” yanında saf tutup sessiz kalmanın, hatta düşene bir tekme daha vurmanın utancını da taşır.
***
Erken öğrendik geç öğrendik, becerdik beceremedik, “ilke” diye tutturmak bu yüzden.
Bir gün bir baskıya boyun eğen yahut boyun eğdirilenlere dair bir isyan hissi bile olmayan, başka bir gün kendi despotuna, celladına da cesaret verir.
O yüzden, “Demokratik hukuk devleti”nde; eli altında polis, istihbarat örgütleri, Maliye, belediye, kimi kanunu icra imkanı, hakim ve savcı tayinleri bulunan bir başbakan “bedel ödenmesi”nden bahsedebiliyorsa, buna alışıldığındandır.
Ne demokratik, ne hukuktur ama gelenektir!
Ondan önce de onun zamanında da, askeri veya sivil baskılar karşısında gazetecilere kolayca bedel ödettirildiğindendir.
Gazetecilerin; kovulan, ezilen, kazınan meslektaşlarına sırt dönüşlerindendir.
Gazetecilerin, ister manen ister maddeten, bedeli mukabilinde gazeteciden başka her şey olabilmelerindendir.
Gazetecilerin; bir ötekinin kurdu olup bir diğerine bedel ödetmekten, ödetilmesinden ciddi ve pis bir haz almalarındandır.
Gazetecilerin, hatta çok cesur sanılan kimilerinin de kolayca emir kulu olabilmelerinden, kolayca üç maymunlaşabilmelerinden, kolayca leş kargasına dönüşebilmelerindendir.
Her devir her çeşit güçlüden gelen çeşitli baskılarla kovulan, biçilen, lanetlenen meslektaşları için pişkince “Abbas yolcu” diyebilmelerindendir.
***
O yüzden “ilke” öğretir, eğitir; muhakeme ve vicdanı diri tutmaya çalışır.
O yüzden, insanların hayatının ve siyasetin “iğrenç” yöntemlerle, iktidar yahut başka derin güçler tarafından biçilmesi, biçimlendirilmesi de hep iğrençtir.
Kara listelerle, darbede ilk tutuklanacaklar sıralamalarıyla yahut kökeninden, fikrinden ötürü hedef göstererek, katilinin ve katlinin yollarını döşeyerek insanların hayatıyla oynamak, aklınca bedel ödettirmek de iğrenç ötesindedir.
Kim yapıyorsa…
Ne zaman ve ne için yapıyorsa…
Lanet olsun!