22 Haziran 2017 16:11
*Ümit Kıvanç
Mesud Barzani, 1946’da (hâlihazırda İran’a ait topraklarda) sadece yaklaşık bir yıl yaşayabilen Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni işaretle, bağımsız Kürdistan bayrağı altında doğduğunu, bağımsız Kürdistan bayrağı altında ölmek istediğini söyledi. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi, 25 Eylül’de bağımsızlık referandumu yapacağını ilan etti.
Ve herkes karşı çıktı.
Gerçekten herkes karşı mı, kim ne kadar karşı?
Avrupa Birliği, bağımsızlığa giden yolda “tek yanlı girişim”lerin münasip adımlar olmayacağını ifade etti. Yani, “canım, aslında tabiî, neden olmasın, fakat o kadar acele şey etmesek…” kabilinden birşeyler demiş oldu. AB’nin, daha fazla savaş ve kana yolaçmayacak, daha fazla mesele -ve mülteci- çıkarmayacak yol bulunursa Kürdistan’ın bağımsızlığına ilânihaye karşı çıkmayacağı belli. Dolayısıyla AB’nin tutumunu geçiştirici, diplomatik, formalite icabı sayabiliriz.
Birleşmiş Milletler adına yapılan açıklama daha sertti. BM Irak Yardım Misyonu (UNAMI), neredeyse tehditvârî görünen duyurusunda, “bu sürece hiçbir şekilde katılmayacağını” belirtti. UNAMI’nin referandumu gözleyeceği, denetleyeceği yollu “haberler üzerine” yapıldığının vurgulanması, açıklamanın tonunu haliyle yumuşattı. Üye ülkenin topraklarında başka ülke kurulmasına varabilecek bir işe kalkışıldığında BM gibi bir kuruluşun bunu teşvik etmesi, siyasî adımların, anlaşmaların yerine geçecek tutumlar empoze etmesi beklenemez. Böyle davranması gerekir. Aksi halde üzerinde kurulduğu, oturduğu temeli, dayandığı mantığı sarsar. Dolayısıyla BM’den gelen tepkiyi de protokol icabı, âdap gereği sayabiliriz. Nitekim, yeni kurulan Kürdistan Bölgesi Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu’nun başkanı, BM temsilcileriyle biraraya geldiklerini, BM görevlilerinin, referanduma karışmamakla beraber, “kendilerini eğitmeye ve prosedüre ilişkin düzenlemeleri kaleme almada” kendilerine yardım etmeye hazır olduklarını söyledi.
ABD’nin gözüne Kürdistan’ın bağımsızlık girişimi, zaten kendi içinde ve dışarıda bin türlü belaya batmışken çıkan bir ilave pürüz gibi görünüyor muhakkak. Washington, “şu an için başka öncelikler var” açıklaması yaptı. Yani “sırası mı şimdi?” dedi. Bu elbette aynı zamanda, “olmaz değil” demek. Ama “şimdilik durun” da demek. “Şimdilik”in zamanlamasına dair Irak Kürtlerini karamsarlığa sevk edebilecek husus ise, ABD dışişleri bakanlığının “birleşik, federal, istikrarlı ve demokratik bir Irak’tan yana” olduklarını açıklaması. IKBY, zamanlamaya ilişkin itirazı baştan reddediyor: referanduma çoktan hazır olduklarını, bölgedeki gelişmeler nedeniyle yeterince ertelediklerini ileri sürüyor. Pentagon’un Suriye’de Kürtlerle girdiği işbirliği ve bölgedeki operasyonlarını sürdürebilmek için Kürt topraklarına ihtiyaç duyması, hernekadar Irak ile Suriye Kürtleri bambaşka siyasî otoriteler altında yaşasalar ve eyleseler de, ABD’nin Irak’ta “bağımsız Kürdistan” girişimine açıkça düşmanca tutum takınmasına elvermez görünüyor. IKBY zaten Washington’un kolayca sırt çevireceği, kendi haline terk edeceği bir bölgesel unsur değil. Belki de ABD’nin bağımsız Kürdistan’a sempatisi, Bağdat’ın Tahran’a yaklaşması oranında artacaktır; kimbilir…
Türkiye’den yükselen ses, “bağımsız Kürt devleti” gibi bir ezelî öcü motifi sözkonusu olduğunda çıkması beklenecek patırtıya göre pek cılız, “çok yanlış, kabul etmeyiz” derkenki edâ biraz yapmacıktı. Türkiye’nin muktedirleri IKBY egemenlerinin bir numaralı iş ortağıyken, Irak’ın kuzeyindeki her türlü askerî girişim ve istihbarat faaliyeti Erbil’in işbirliğiyle yürütülüyorken takınılacak olumsuz tutumun sınırları olacağı âşikâr. İlaveten, Ankara’nın, bağımsız bir “Barzani yönetimi” veya türevi üzerinde, Bağdat’la rekabet ortadan kalktığında, çok daha etkin denetim kurabileceğini varsaydığını düşünebiliriz. Kürdistan’ın bağımsızlığı önünde Türkiye’den kaynaklanacak engeller, her zamanki gibi, ekonomik, siyasî, askerî, somut, pratik hiçbir sebebe dayanmayacak, yalnız ideolojik temelli, ırkçılık kaynaklı olacak. Entipüften ideolojik bariyerin ekonomik-siyasî avantaj hesaplarına ne kadar direnebileceğini göreceğiz. Buraya belki eklenmesi gereken tek ayrıntı, bağımsız Kürdistan’ı Rusya dahil başka herkes onaylarsa Türkiye’nin tek başına bunu engelleyemeyeceği.
Bağdat’la ne olacak?
Ve gelelim, bugün hiç öyle görünmediği halde Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda tutumu en belirleyici olacak etkene: Bağdat. Erbil’den yapılan duyuruya Bağdat’ın tepkisi beklenebilecek ölçüde şiddetli olmadı. Bu şüphesiz “razı geliriz” işareti değildi. Mesud Barzani, Irak Başbakanı Haydar el-İbadi’ye telefonda “meseleyi şiddetle değil barışçıl yolla, görüşmelerle halletmek istiyoruz” dediğini, başbakanın kendisini dinlediğini ve “anlayışlı, yapıcı” davrandığını ileri sürdü. İbadi, ilk duyduğunda da girişimi korkunç, feci, vatan hainliği vesaire değil “zamansız” diye nitelemişti.
Ancak Haşdi Şabi bünyesindeki çeşitli grupların caddeye Kürdistan bayrağı serip üzerinden arabalarla geçtikleri, bunların videolarını pek kibarca olmayan laflar eşliğinde paylaştıkları günler çok geride kalmadı. Ayrıca, bunca kan ve kurbanın üzerine, “ortak iç düşman”a odaklanan “birleştirici” bir Irak milliyetçiliğini birilerinin pişirip etkili hale getirmesi de sürpriz sayılmaz. “Kürtlere karşı olma” motifi, Şii ve Sünni pek çok Arap grubu biraraya getirebilir.
IKBY ileri gelenlerinin, “asıl bağımsızlık olmazsa kanlı çatışmalar çıkar, savaş çıkar” iddiası şüphesiz böyle bir ihtimalin varlığına işaret ediyor ve bağımsızlık girişimine uluslararası düzeyde destek toplamak için öne sürülebilir bir veri içeriyor.
Bağdat’tan, başbakan Haydar el-İbadi’nin ağzından duyulan ilk açıklamadaki önerme, “Irak’ın geleceğini şekillendirmek yalnız belirli bir gruba değil bütün Iraklılara düşer” hükmü, eli silahlı birilerince eğilip bükülürse, çatışma yoluna kapı açabilecek nitelikte. Özellikle Musul’un tamamen alınmasından sonra Sünnî ahaliyi Bağdat’taki otoriteye düşman gözüyle bakmaktan uzaklaştıracak işler başarabilirlerse neden olmasın?
Varolan Irak Anayasası, aslında ülkeyi oluşturan belli başlı grupların içerisinde kendilerini rahat hissedebilecekleri imkânlar sunuyor - bilenlerin söylediğine göre. Nitekim Kürt yöneticiler Bağdat’ı bizzat bu anayasanın gereklerini yerine getirmemekle suçluyor. Yalnız, “Anayasa uygulansa bu kadar sorun çıkmazdı” görüşü, bağımsızlık referandumu gibi bir girişimin karşısına dikilebilecek bir tür “neyiniz eksik?” kampanyasının zemini de olabilir. Bağdat sözcüleri bu yüzden Kürtlere anayasayı işaret ediyor, “anayasaya uyarak tartışalım” diyorlar. Kürtler de, işte, “anayasa uygulanmıyor ki”yi öne sürüyor. Anayasa tartışması, referandum-bağımsızlık atılımını geciktirebilecek, IKBY dışında herkesçe meşru görülen bir uğrak haline gelebilir.
Erbil-Bağdat arasındaki sorun, daha baştan, hernekadar şu anda (“birlik-beraberliğe en çok ihtiyaç duyulan” günlerde:) böyle telaffuz edilmese de ilkesel olarak böyle bir bağımsızlığın lafının edilip edilmemesi çizgisinden başlıyor, üstelik, epeyce ileri uzanıyor. Bu “ileri uzanış” sadece bir mecaz değil. Barzani yönetimi, potansiyel bağımsız Kürdistan alanını, Bağdat’ın tartışmasız “Kürt bölgesi” sayacağı sınırların çok ötesine yayıyor. Kürt yetkililere bakılırsa potansiyel Kürdistan’a katılmaması sözkonusu dahi edilemeyecek, Iraklı yetkililere göreyse asla Irak’tan koparılamayacak, dolayısıyla Bağdat ile Erbil arasında kaderine kolay karar verilemeyecek yerler (Kerkük başta, Mahmur, Şengal, Hanekin…) var.
Bağdat ile Erbil arasında şu sıralarda hüküm süren karşılıklı nezaket, şüphesiz büyük ölçüde, Irak ordusu ve polisi ile Peşmerge’nin Musul’da DAİŞ’e karşı birlikte savaş yürütüyor oluşundan, bir nevî “silah arkadaşlığından” kaynaklanıyor. O savaş yatıştığında tarafların silahları birbirlerine çevirmemeleri bugünden ancak temennî edilebilir.
Şengal: özel bir mesele
Kerkük’ün tartışmasız ekonomik önemi yüzünden kopacak gürültü bir yana, Şengal meselesi bu çerçevede özel bir yer tutuyor. Barzani’nin Ezidîleri neredeyse DAİŞ’e teslim etmiş olması, hikâyenin hayli can sıkıcı, baş ağrıtıcı, mide bulandırıcı ilk kısmı. Ardından, dağa sığınan Ezidîleri kurtarmaya geldikten ve bunu başardıktan sonra Şengal’de mevziler tutan PKK’nin oradaki varlığı, etkinliği geliyor. Fakat Erbil, -kimbilir, belki sadece bölgesel güvenlik-etkinlik kaygılarıyla da değil- Ezidîlere yönelik olarak insanî bakımdan kabul edilemez, uluslararası platformlarda kendisini zor durumda bırakacak bir politika izliyor. Soykırım geçirmiş, evi barkı talan edilmiş, hâlâ binlerce kadını DAİŞ’in elinde bulunan Ezidî ahali bir de ekonomik ambargolarla, serbest gidiş-gelişini kısıtlayan sert askerî tedbirlerle karşı karşıya. Oluşturulan yerel Ezidî silahlı gücünü (YBŞ) bölgedeki PKK eğitti ve haliyle bu güç şimdi PKK’ye yakın diye, anlayabildiğim kadarıyla, Ezidî topluluğu -doğrudan Erbil’le işbirliği içinde bulunanlar hariç- bir nevî sakıncalı nüfus muamelesi görüyor. Hoş, şu anda IKBY yöneticileri Ezidîlerin gönlünü almak için gece gündüz uğraşsalar bile bu halk herhalde nasıl DAİŞ’in eline ve -olmayan- insafına terk edildiğini kolay kolay unutmayacaktır.
Şimdi Ezidî bölgesine Haşdi Şabi milisleri de geldi ve öyle görünüyor ki, yerleşti. IKBY yetkilileri, “Gitmezlerse sorun çıkar,” diyorlar. Burada, muhtemel bağımsız Kürdistan’ın parçası olmak yerine Bağdat’a bağlı kalmak isteyen bir nüfusun varolacağı âşikâr. Hiçbir başka sonuca yolaçmasa bile, bu durum, Erbil’in çizeceği -zaten çok yeri çok gürültü koparacak- haritayı bir de burası açısından tartışmalı kılacak.
Erbil’in Ezidîlerle ilişkili durumu, nedense, Ankara’nın Türkiye’deki azınlıklarla ilişkili tutumunu hatırlatıyor. Alâkası olmayan, benzemeyen taraflar bol bulunur muhtemelen, lâkin göze çarpan benzerlik konuyu yeterince sevimsiz kılıyor.
Bağlayıcı mı? Geçerli mi?
Foreign Policy’de yayımlanan söyleşisinde, Erbil’de çalışan bağımsız gazeteci Campbell MacDiarmid, Mesud Barzani’ye, 2005’teki bağımsızlık referandumunda toplanan yüzde 98 civarındaki evet oyunun Kürdistan’a bağımsızlık getirmediğini hatırlatıp, bu defa neyin niçin farklı olmasını beklediğini sordu. “2005 referandumu,” dedi Barzani, “sivil toplum kuruluşlarınca örgütlenmişti. Şimdiki resmîdir ve hükümet ile siyasî partilerce yürütülüyor. Bu bağlayıcıdır, öbürü değildi.”
“Irak Kürdistan’ı bağımsızlık referandumu yapıyor” dendiğinde ne kastedildiğine dair kafa karışıklığını artıran bu ifadeyi aydınlatmalıyız.
Şunu hatırlatarak bitireyim: Yapılacak referandum, bir bağımsızlık ilanı değil. Bağımsızlık referandumu ile bağımsızlık ilanı farklı eylemler. Biri bir zincirin başındaki, ortasındaki, vs. bir halka, ötekiyse -uluslararası düzeyde tanınma hariç- işlemi tamamlayan bir damga.
Referandumun uluslararası hukuk ve devletlerarası ilişkiler bakımından, Irak devleti ve rejimi bakımından yaratacağı, yaptırımlı herhangi bir sonuç yok. Buna karşılık, “halkının -diyelim- yüzde doksan dokuzu bağımsızlıktan yana” bir bölgesel yönetimin temsilcileri olarak IKBY yöneticileri konuyu farklı platformlarda daha güçlü, daha güvenli gündeme getirme şansı elde edecekler.
İşin Bağdat’la eşit şartlarda iktidar ve imkân paylaşımı pazarlığına dönmesi de ihtimal dışı sayılmaz. Cebinde yüzde doksan dokuzluk “bağımsızlığa evet” oyuyla Mesud Barzani, Haydar el-İbadi’nin karşısına daha bir kurumla oturur.
Sonuç olarak, referandum, şimdilik IKBY’ye daha geniş alanda yetki ve imkânlar sağlayacak bir pazarlık aracı ya da sahiden bağımsızlığa giden yolda önemli bir ideolojik-siyasî adım olabilir, ama 26 Eylül sabahı herhangi bir fiilî sonuç yaratmayacak.
Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.