11 Mayıs 2017 21:51
*Ümit Kıvanç
Türk İslâmcısının sevgilisi Donald Trump YPG’ye ağır silah vererek alenen kazık attığına göre, Tayyip Erdoğan’ın kısa süre önce savurduğu tehdidi hatırlamanın ve kendimize çeki düzen vermenin yeridir. “Elimizi sallasak ellisi” teorisini kabul ediyor ve diyorum ki, o halde Şangay Beşlisi’ne girelim. Nitekim onlar da kapıya çıkmış bizi bekliyor, söylendiğine göre. Putin nasıl olsa ahbabımız, kararımızı büyük sevinç ve “Kanlı Mary” ile karşılayacak -kansız bir şey bize de ona da yakışmayacağından değil, votka ile domates suyu bir nevi füzyon hadisesi olacağından-, muktedirlerimiz alkol almadığından bardaklara domates suyu konacak, lâkin domates de mesele… uzatmayayım. Bir an önce Çin’e geçelim. Bir ara bir yerden duymuştum, Şangay Beşlisi’yle Çin yönetiminin ilişkisi var demişlerdi. Şangay Çin’de, belki ondandır.
Şimdi ortalık “ABD ile ilişkiler ne olacak?” yorum, öngörü ve sallamalarından geçilmeyecek ya, bu satırların yazarı olarak bendeniz de nâçizâne, kendi çapımda ters köşe yaparak ABD’den değil Çin’den bahsetmeyi münasip gördüm.
Çin deyince akla ne gelir?
Sincan, Çin’in kuzeybatısı, biliyorsunuz. Nereden biliyorsunuz? Orada bölge nüfusunun yaklaşık yarısını meydana getiren on milyon Müslüman Uygur yaşıyor. Uygur Türkleri. Büyük çoğunluğu değil, yaklaşık yarısı, çünkü buraya habire Çinli nüfus yerleştiriliyor. Çin yönetiminin Uygurlara yaptığı baskılar ve Uygurlar arasında taban bulmuş İslâmcı şiddet örgütlerinin eylemleri sık sık haber olur. Son yıllarda, Suriye’de hem müsellah vaziyette hem de çoluk çocuk boy gösteren Uygur nüfus o kadar haber olmuyor. Sebepleri mâlûm. CHP genel başkan yardımcısı eski başkonsolos TC Musul temsilciliğinde DAİŞ’in ağırlanma macerasından niye sözetmiyorsa ona benzer sebepler sözkonusu.
Çünkü biz birtakım gerçeklerden sözetmezsek, birşeylerin hiç olmadığını iddia edersek bunların ortadan kalkacağına inanan, saf bir ahaliyiz. Bu yüzden, “Canım ne var,” diye omuz silkebiliyoruz, en kritik durumda. “Vurur kapıyı, gider Şangay Beşlisi’ne gireriz.”
Öyleyse Uygur’ların bu dünyadaki macerasıyla azıcık ilgilenelim. Ankara’dan Şangay Beşlisi’ne doğru yola çıkınca, Pekin’e yaklaşamadan Sincan duvarına toslanacak ya, o bakımdan.
Evet, Sincan: Uygur bölgesinden Hac’ca gitmek resmî izne bağlı. Gerçi geçen Ramazan’da Uygur lokanta sahiplerine isterlerse dükkânlarını ay boyunca kapatabilme şansı tanındı, ama parti üyelerinin ve kadrolarının, sivil memurların, öğrencilerin ve çocukların oruç tutması yasak. Partililerle memurların herhangi bir dinî (İslâmî) faaliyete katılması da yasak. Tesettürle ilgili, koşullara göre hafifletilip ağırlaştırılan çeşitli kısıtlamalar var, yüzü kapatan, burka ve benzeri kıyafetle otobüse binilememesi gibi. 18 yaşından küçüklerin camilere girmesi yasak. İçki ve sigara satmayan dükkânlar zaman zaman kapatılma tehdidiyle yüzyüze kalıyor.
Sincanlıların epeycesi pasaportlarını mecburen polise teslim ettiler, ülke dışına çıkabilmeleri, yapılacak “inceleme sonucuna” bağlı. Sincan’ın bir milyonu aşkın nüfuslu Bayingolin Moğol Özerk İli’nde (Sincan’ın güneydoğusu) bütün taşıt aracı sahipleri, araçlarına, önümüzdeki Haziran’ın 30’una kadar, hükümetçe bu amaçla geliştirilmiş Beidou Uydu Navigasyon Sistemi’ne bağlı GPS cihazları takmak zorundalar. 462 bin kilometrekarelik ildeki bütün araçlar böylelikle her an takip edilebilecekler. Benzin istasyonları, bu aracı takmamış araçlara hizmet vermeyecek. Yetkililerin bunu “hem araç çalınırsa sahibi kolayca bulabilecek” diye sunması, bizim için tanıdık bir pişkinlik türü. “Şangay Beşlisi içinde daha rahat hareket ederiz” yollu yüksek fikirlere dayanak işte…
Saydığım tedbirlerin yanısıra, Çin ordusu ve paramiliter gruplar arasıra Sincan caddelerinde tantanalı gösteriler, geçit törenleri yaparak halka gözdağı vermeyi ihmal etmiyor.
Geçen ay, “normal olmayan” sakalların kesilmesi buyruğu bunların üzerine eklendi. Kamu ulaşım araçlarının sürücülerine talimat verildi, yüzlerini veya bütün bedenlerini örten kadınları polise bildirecekler. Sincanlıların çocuklarına “aşırı dinî vurgulu” isimler koymaları da yasaklandı. Yasaklı isimler listesinde Muhammed de var, meselâ. (Mekke ve Saddam da var.) Anababalar, çocuklarının bedava eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi için bir kayıt belgesi almak zorundalar; bu tarz isimler konmuş çocuklarla bunu alamayacaklar.
Sincan’ın başkenti Urumçi’nin sakinleri, yeni bir mobil uygulama ile, şüpheli gördükleri kimseleri ve güvenliğe yönelik tehditleri yetkililere bildirebilecekler. Çin yönetimi, çeşitli isimler altında bekçi, korucu vs. kadroları açmaktansa teknolojiden yararlanmayı ve bütün yurttaşları işe koşmayı tercih etmiş.
Kuzey Sincan’daki (yaklaşık 150 bin nüfuslu) Altay yöresinde, “militanların” yakalanmasını sağlayacak kimselere 5 milyon Yuan (yaklaşık 720 dolar) ödül vaat ediliyor. Yetkililere ihbar edilmesi istenen, sadece militanların saklandığı evler değil. İmam nikâhı veya sünnet düğünü gibi dinî faaliyetlerin de bildirilmesi isteniyor.
Bu bilgilerin önemli bölümünü aldığım The Economist haberine göre, yakın zamanda Hotan’da bir yetkili, “dinî aşırılıkla mücadele”de “ürkeklik” gösterdiği için cezalandırılmış. Kabahati, bir grup Müslüman din adamının önünde sigara içmeyi uygun bulmamış olması.
Bütün bunların yanısıra Sincan’a yönelik olarak yapılan güvenlik harcaması, 2016’da bir önceki yıla göre yüzde 20 oranında arttı. Çünkü Afganistan ve Suriye’deki ortam, Çin yönetimine karşı silahlı mücadele yürüten Uygurların örgütü Türkistan İslâmî Partisi’ne geniş imkânlar sağladı. Özel olarak Sincan’da olup bitenler ve bu silahlı mücadelenin öyküsü, konumuz dışında. Doğrudan Suriye’ye atlıyorum.
Uygurların seyahat acentası olarak Ankara
Uygurların cihatçı örgütü Türkistan İslâmî Partisi Suriye’de alenî bir varlık gösteriyor. Örgüt eskiden Doğu Türkistan İslâmî Hareketi adıyla biliniyordu. (Sincan’a “Doğu Türkistan” da deniyor.) Uygurların çoğu, “Fetih Ordusu” saflarında, (El-Kaide’nin Suriye kolu, o sıradaki adıyla El-Nusra, Ahrar el-Şam ve başka cihatçılarla birlikte, Suudi Arabistan, Katar ve Ankara’nın desteğiyle) ele geçirilmesinde rol oynadıkları İdlib’teler: Genellikle Cisr el-Şuğur, Eriha ve Cebel el-Zaviye’de yaşadıkları söyleniyor. Hama kırsalında, Lazkiye’de el-Ahmar’da savaşırken görüldükleri videolar da var.
Uygurlar İdlib’te, özellikle Cisr el-Şuğur’da, katliam korkusuyla göçmek zorunda kalan Alevilerin boşalttığı köylere yerleşmişler. Aralarında evlerini barklarını satıp aileleriyle gelmiş olanlar çok. Bu yüzden, bir kısmının Suriye’den çıkıp gitmeyi, ülkelerine geri dönmeyi asla düşünmedikleri varsayılıyor. Yüzlerini hiç gizlemiyor oluşları da buna kanıt kabul ediliyor.
Yalnız Sincan’dan yola çıkanların değil, Afganistan-Pakistan sınırında üslenen ve Pakistan ordusunun operasyonlarından bunalan, El-Kaide bağlantılı Uygurların da Suriye’ye geçtikleri söyleniyor.
Ankara’nın Şangay temalı fantezilerini işiten Çinli muktedirlerin ilk soracağı soru Tayyip Erdoğan’ın 2009’da Pekin’in Uygurlara yönelik baskılarına dair sarf ettiği “âdetâ soykırım” sözünün anlamı olacaksa, ikincisi de işte bu “geçiş” meselesi üzerine olur. Uygur cihatçıların Suriye’ye geçişi konusunda Ankara’yı suçlayanlar çok. Çoğunun, kendilerine verilen özel TC pasaportlarıyla Orta Asya ülkelerinden geçip Türkiye’ye geldikleri, kaçak girdikleri Malezya, Tayland gibi ülkelerde kendilerini yakalattırıp, sınırdışı edildiklerinde ellerindeki TC pasaportları sayesinde Türkiye’ye gönderilmeyi garantiledikleri yaygın iddialar. Verilen özel pasaportların Türkiye’ye girişte alındığı, Uygurların yollarına Çin pasaportlarıyla devam ettikleri ileri sürülüyor. İddialara göre, Türkiye’de çok kısa süre, bazen bir gün kalıyor, sonra sınırdan İdlib’e geçiriliyorlar. Ankara’nın Çin uyruğundaki Uygurlara çeşitli vesilelerle pasaport verdiğinin, Türkiye’ye yerleşen Uygurların çoğunun da TC pasaportunu şu ya da bu şekilde kullanarak buraya geldiğinin bilinmesi, iddiaları güçlendiriyor.
2016 Nisan’ında Suriye Başbakanı Veyl Nadir el-Halki, Türkiye’den İdlib ve Halep varoşlarına geçen beş bin cihatçıdan sözetmişti, ama başından beri bu yolu kat edenlerin sayısı konusundaki tahminler çelişkili. Suriye’deki Uygur cihatçılar ve ailelerinin oluşturduğu nüfus muhtemelen on binden az değil.
Gerçi İdlib’teki Uygurlar esas olarak, Taliban’la geleneksel bağlantıları üzerinden El-Kaide’ye yakınlar ve DAİŞ’i “Haricî” diye niteliyorlar, ancak DAİŞ’te de Uygurlar var. Bunların Çin bayrağını yaktıkları bir videodan, 2017 Şubat’ında Irak’ın batısındaki bir kampta eğitim gördükleri anlaşıldı. DAİŞ’teki Uygurlar, El-Kaide’ci olanları gibi, köprüleri atıp gelmiş militanlar değil. Sincan’a dönmeyi ve “halkın dediği lafı anlamayan Çinli”ye dünyayı dar etmeyi planlıyorlar. Elbette DAİŞ’çi Uygurların nereden hangi yolla buraya geldikleri de ilginç bir soru olarak karşımızda duruyor.
Sözkonusu video, DAİŞ’in Çin devletine “ilk doğrudan tehdidi” olarak nitelendi. Videonun yayımlanmasının, Çin ordusunun on binden fazla askerle Urumçi caddelerinde gövde gösterisi yaptığı güne denk gelmesi şüphesiz ayrı bir hoşluk.
Tekrar edeyim: DAİŞ’teki Uygur varlığına rağmen, Sincan’dan gelenlerin esas olarak El-Kaide’ci, yani önce el-Nusra’cı, şimdi de Heyet Tahrir el-Şam’cı olduğu kabul ediliyor. Ahrar el-Şam saflarında da varlar, daha az.
Bunların sonuna kısacık askeriye-diplomasi haberleri eklemeliyim:
Çin, ilk denizaşırı deniz üssünü Cibuti’de (Afrika Boynuzu’nun kuzeyi, Arap Yarımadası’nın tam “topuğu”na karşılık gelen Afrika sahili, Bab-ül Mendep Boğazı çıkışına münazır ülke) kurmaya başladı. “Çöl operasyonları” için özel birlikler eğitiyor. Suriyeli yetkililer, Şam’daki Çin Büyükelçiliği’nde görevli güvenlik personelinin artırıldığını, Çin’den yeni uzmanlar geldiğini söylüyorlar. Çin’in Suriye kriziyle ilgili özel temsilcisi Çai Ço Yan’ın Nisan 2016’daki Şam ziyareti de Pekin’in Suriye’deki Uygur savaşçılara ilgisini gösteren diplomatik işaret sayılıyor. Çai Ço Yan, Suriye Dışişleri Bakanı Velid el-Muallim ve Cenevre görüşmelerinde Suriye heyetine başkanlık eden Beşar el-Caferi ile görüşmüştü.
Doğu Halep’teki “büyük satış”, en başta doğru dürüst gazetecilik ortamımızın kalmayışı sebebiyle bütün boyutlarıyla konu edilemeden kaldı. İdlib’teki muhtemel büyük satış da aynı akıbete uğrarsa, Uygurlar meselesi es geçilmesin diye, fazla bilgim olmamasına rağmen bu konuyu kurcalamaya çalıştım. (Türkiye’de yerleşik Uygur nüfusu -Reina saldırısında olduğu gibi- “olağan şüpheli” haline getirebilecek, bir yandan yine olmadık mağduriyetler, acılar yaratabilecek, öbür yandan basbayağı tehlikeli muhtemel gelişmeleri mecburen konu dışı bıraktım.)
Yoksa, elimizi sallasak, derhal yarın sabah Şangay Beşlisi’ne törenlerle kabul edilmemiz, ertesi gün (hafta sonuna gelmiyorsa) ekonomimizin uçuşa geçmesi, Suriye ve hattâ Irak’ın uhdemize devri ve bir daha dünyanın hiçbir yerinde hiçbir Kürt’ün herhangi bir şehir meclisi, özerk yönetim, mazallah devlet şu bu kurmasının yasaklanması işten bile değil.
*Bu yaız ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.