28 Nisan 2017 22:00
*Ümit Kıvanç
Son iki-üç gündür yeni ölümlere, yeni yeni acılara, kuşaktan kuşağa aktarılacak yeni kin, öfke ve hınç duygularına yolaçması mukadder bir yolda yine son sürat ilerleniyor. Resmî Kürt nefretinin koskoca ülkenin bugününü ve geleceğini böylesine bağlayabilmesi akıl alır şey değil, ama oluyor. Suriye Kürtlerini çoluk çocuk Türkiye Cumhuriyeti devletine düşman etme gayretinin altında yatanı kimse millî güvenlik gerekçeleriyle açıklamaya çalışmasın. Ayıp. Yalan çünkü. Millî güvenlik düşünülecek olsa, güney sınırında, yurttaşlarının akrabaları olan, sana dost birilerinin bulunması tercih edilirdi. Üstelik oralar özerkleştikçe ekonomi ve toplumsal örgütlenme bakımından daha gelişkin olan Türkiye’nin etki alanına -kaçınılmaz şekilde- girecekleri belliyken.
Yaşanan ve yaşanacak acıların tek sebebi, millet-i hakimenin millet-i hakime olabilmek için kendini birilerinin üstünde konumlamaya duyduğu hayatî ihtiyaç ve Teşkilat-ı Mahsusa yapısının bundan yararlanarak sürdürülmek istenmesidir.
Çoğunluğu en hassas sinir ucundan yakalamış bir kalpsiz azınlığın tutsağıyız hepimiz. Çoğunluğa mütemadiyen o zehir şırınga ediliyor. Uykusunda. Devamlı zehir şırınga edilebilsin diye devamlı uyutulmasına çalışılıyor. Felç edici zehir. Tarih kitabı sayfalarına sarılı cigaralık şeklinde olanı da var, tezgâh altlarında. Önce vicdanı felç ediyor, ardından merhameti hissizleştiriyor, kimilerinde Allah mefhumunu bulandırıyor.
Oturup sâkin kafayla, TC devleti için bölgede hangi seçeneklerin daha iyi, daha sağlam, daha bereketli ve uzun vadeli olduğu, içgüdüsel arızalar, yakın zaman hastalıkları ve kompleksler bir kenara konarak düşünülebilse, şu anda -bataklığa doğru- atılan adımlar atılmaz, başka bir yürüyüş tutturulurdu. Fakat bunun için öncelikle, iktidarı bir kompleks tatmin aracı olarak tahayyül etmekten vazgeçmek gerekiyor ki, neredeyse imkânsız.
Son iki-üç günün meşum programı ve mesajlar
İki-üç gündür Suriye sınırında Kürtlerle savaş çıkarılmaya çalışılıyor. Hem de kaç yerde birden. Esas hedef bu olmasa bile varabileceği, belli ki birilerinin de varmasını istediği yer bu.
Suriye sınırında kalkışılan iş, Şengal’i bombalamaktan farklı. Şengal operasyonu, Kandil’e yapılması artık kanıksanmış hava akınlarının bir uzantısı gibi görülebilir, sunulabilir. Nitekim öyle yapılıyor. Oradaki PKK varlığının Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne hükmeden Mesud Barzani klanınca da sorun sayılması, ister istemez bir “fiilî meşruiyet” unsuru yerine geçiyor.
Suriye topraklarına -birbirine uzak noktalardan- top atışlarının, Rojava üzerinde jet dolaştırmanın elbette Kürtlere gözdağı dışında “birilerine mesaj” işlevi de var. Trump’a gidilecek, gitmeden bu yolla birşeyler anlatılıyor: Reza Zarrab meselesinde himmetinizi bekliyor olabiliriz, ama Kürtlere topraklarında rahat nefes aldırmayacak kadar gücümüzün bulunmadığını sanmayın. İcabında saldırırız, mecburen Rakka Harekâtı’ndan çekilip gelir, bize karşı savaşmaya koyulurlar. Siz de Rakka deplasmanında bizi oynatırsınız, onların yerine. Böyle birşeylerdir sanırım. Savaş işte, mesaj işte! Şunu demek için şurada yirmi kişi öldürürsün, cevabı için muhatabın burada otuz kişi öldürür, sen, ‘aa, olur mu hiç ama!’ demek için başka yerde on kişi öldürürsün, onlar ‘olur olur’ anlamında beş kişi öldürür… Kimyasal silah saldırısının bile birilerine birşeyler anlatmak için kullanılabildiği ortam…
Putin’e de veriliyordur mesajlar aynı yollarla. Hop! Cenderes’e üç-beş top mermisi, hop!, Molla Halil ve Çekele’ye atışlar: “Masaya başka dördüncü aramayın, dördüncü biziz.” Hepsi Efrin’de. Orada Rus askerleri var. Sırf Ankara oraya hücum edemesin diye oradalar. Rusya Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye'nin bu adımlarından endişeliyiz” açıklaması yaptı: “Sincar ve Karaçok operasyonu kabul edilemez. Operasyonlar bölgedeki gerilimi tırmandırıyor. Türkiye'nin adımları ortak mücadeleye hizmet etmiyor.” Esas, ahbabımız Putin ne diyecek? Hemen demeyecek. Sonra? İş İdlib’e, Ankara’nın kankalarını ezmeye geldiğinde?
İdlib ve bağlı gelişmelerden birazdan sözedeceğiz. ABD’ye dönelim, Washington, Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner’ın ağzından, Türkiye’nin “Amerikan askerlerini tehlikeye attığını” ilan etti, “Türk hükümetinin attığı adımlarla ilgili derin endişelerimizi en üst düzeyde net bir şekilde ortaya koyduk,” dedi.
Bizi yönetenler, açık ki, aslen içeriye, azıcık da bölgeye yönelik olarak, ABD ve Rusya’nın prestijiyle oynuyorlar. Prestij oyununda esas silah kurnazlığın değil. İçeride oyunun kurallarını bozabilmeye elveren silahlı mızıkçılık kabiliyetin işe yaramaz. Kazanma şansın gücüne bağlı. “Çarparım endişelerine” diyebiliyorsan, “Çiğner geçerim ABD/Rus ordusunu” diyebiliyorsan ne âlâ; diyemeyeceksen, olacaklardan Türk İslâmcısının arzu nesnesi turuncu emlakçı veya yeni Osmanlı’nın ahbabı sarı KGB ajanı sorumlu olmayacaklardır.
Koca karasinek
Söze o kadar zor devam edebiliyorum ki, değerli okurlar. Çünkü bir yandan “acaba ne oldu, girdiler mi, savaş başladı mı” diye gelişme takip etmekten düşünüp de yazmaya fırsat kalmıyor, öbür yanda “bütün bunlar ne uğruna?” sorusu, açık pencereden içeri dalmış fakat dar alanda ne halt edeceğini bilemeyen vızır vızır koca karasinek gibi dolanıyor beynimin içinde. Heyhat! (müzik girer), mâkûl ve edepli olmak köşeyazarının vazifesi.
Eğer Türk ordusu şu ana kadar taciz ve hasmı meşgûl etme seviyesinin çok ötesine geçmeyen ataklarını bir üst kademeye taşır ve Rojava topraklarına girerse, ilk anda ne olursa olsun -TSK muhtemelen bir kısım toprağı işgal edip denetimine alacak-, kısa süre içerisinde doğacak durum, bir gerilla savaşı ortamı olacak. Çoğu beş-altı yıldır savaşta pişmiş on binlerce savaşçısı bulunan YPG “tezgâhı toplayıp gidelim bari” demeyeceğine göre. Küçük bir ayrıntı: O insanların ülkesi, toprakları oralar. İlave ayrıntı: Yine o topraklarda yaşayan ve Kürt olmayan insanlar da olacak Türk ordusunun karşısında. YPG’nin kendi etrafında oluşturduğu ve Washington tarafından da resmen muhatap alınan “Suriye Demokratik Güçleri” ittifakı, azımsanmayacak Arap nüfus da içeriyor.
Ankara muhtemelen böyle bir oldubitti durumunda Washington’ın Kürtleri “satacağını” umuyor. Diyelim sattı. YPG razı olmayacağına göre, büyük katliamlar mı yapılacak? Cephenin beri tarafına bakarsak: Bütün bunlar kaç askerin canına mal olacak?
Bunca cana kıymayı göze almak, bunca kurbanı umursamamak için muktedirlerin nasıl insanlar olması gerekir? Ne salakça soru, değil mi? Bunu salakça bulmadığımızda belki birşeyler değişir.
Şuraya vardırıp bırakalım: Türk ordusu Rojava topraklarına girerse, kaç yıl süreceğini bilmediğimiz yeni bir felaket ortamına kapı açılacak. Asla bitmek bilmeyecek vurkaç eylemleri, bombardımanlar, yaygın çatışmalar… kimbilir kaç cana mal olacak. İlaveten, Suriye’nin kuzeyinde yüzlerce kilometre uzunluğunda, onlarca kilometre genişliğinde bir alan, ekilmez biçilmez, üretilmez, geçinilmez, yaşanmaz hale gelecek.
İşte İdlib mevzuuna geçmenin tam yeri burası.
İdlib ve El-Kaide: Gerilla savaşı
Çünkü sözü İdlib’e getirmek, Heyet Tahrir el-Şam’a, yani El-Kaide’ye getirmek demek. İdlib’ten zaman zaman “El-Kaide Emirliği” veya “cihatçı emirliği” diye sözediyoruz. Bu, vilayetin Suriye ordusunca “temizlenmesinin” nasıl bir süreç içerisinde gerçekleşebileceğine dair ihtimallere de işaret eden bir adlandırma oluyor. Suriye rejimi ile müttefikleri Rusya ve İran’ın hedefi, İdlib’te toplanmış silahlı cihatçı grupları Türkiye sınırına doğru sıkıştırmak olacak gibi görünüyor. Tabiî bu süpürme işlemi sırasında binlercesini kelimenin öbür anlamıyla “temizleyerek”. Böyle bir senaryoda, ne kadar kanlı ve korkunç olursa olsun, esas olarak İdlib’te sahnelenecek bir oyundan sözediyoruz.
Halbuki işler muhtemelen böyle ilerlemeyecek.
Neden? Çünkü, aksi yöndeki bütün iddialara rağmen, şu anda Suriye’deki en güçlü silahlı örgüt, El-Kaide’nin kolu, Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) ve El-Kaide’nin dünya çapındaki lideri Eymen el-Zevahiri, HTŞ’ye, “toprak hakimiyeti”ni bırakıp uzun süreli gerilla savaşına geçmesini buyurdu.
Zevahiri’nin “Şam’daki kardeşleri”ne mesajını -azıcık toparlayıp özetleyerek- aktarıyorum:
Birincisi, diyor Zevahiri, “eylemlerimizi devamlı gözden geçirmeli ve zafere engel olabilecek her şeyden uzak durmalıyız”. El-Kaide lideri, “eleştirel değerlendirme” ve “yanlışları düzeltme”nin “zafere giden yolda ilk adım” olduğunu hatırlatıyor.
Ve “ikincisi”ne geçiyor: “Nâçizâne fikrim,” diyor -evet, böyle de alçakgönüllü kendisi-, “Cihad için Şam’da izlenmesi gereken strateji, düşmanı yıpratacak ve kan kaybından ölüme sürükleyecek bir gerilla savaşına odaklanmalıdır.” Zevahiri, bunun “her çağda ezilenlerin kibirli günahkârlara karşı kullanmayı tercih ettikleri silah” olduğunu hatırlatıyor. “Mesainizi elde toprak tutacağız diye harcamayın,” diyor, “onun yerine düşmanınızın moralini tahribe odaklanın. Kuvvetlerine hiç hafiflemeyen darbeler vurarak, katlanılamaz kayıplar verdirerek düşmanınızı derin bir çaresizliğe sürükleyin.”
Ve üçüncüsü: “Şam davası bütün Ümmet’in davasıdır.” Suriye silahlı muhalefetini aşağı yukarı ortasından bölen ve bir kısmını Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye gibi destekçilerden -en azından resmen- koparan fikir işte bu. Zevahiri, “dava”nın “daraltılmasını” istemiyor, ortada yalnız Suriyelilerin bir davası varmış gibi davranılmasını istemiyor. “Bu tam da düşmanın planı,” diyor: “Düşman, Şam’daki Cihad’ı Müslüman Ümmet’inin davası olmaktan çıkarıp Suriyelilere özgü milliyetçi bir davaya dönüştürme, sonra da bu milliyetçi davayı birtakım özel bölgeler ve yerelliklerle ilgili bir soruna çevirme ve nihayet bunu birkaç şehir, köy ve mahallenin sorununa indirgeme peşinde.”
Sanırım açık: El-Kaide’nin lideri, Afganistan’ın hangi vadisinden, hangi Pakistan köyündeki hangi sığınaktan bilmiyoruz, “boşverin İdlib emirliğini elde tutmayı” diye sesleniyor Suriye’deki cihatçılara. Ülke çapında yayılıp, “düşmanı kan kaybından öldürecek” gerilla savaşı yürütün, diyor. Yani böylece aslında militan Sünnîlerin doluşturulacağı bir bölgede yerel özerklik gibi “daraltılmış” kazanımlara razı olunmayacağını bildiriyor, görüşme masasında çözüm arayanların da hesaba katması gereken bir koşul ortaya koyuyor.
Ankara ve Körfez’den destekçiler, doğrudan El-Kaide merkezinden emir almayacağı ve görüşmeler süreci içinde “ehlîleştirilebileceği” varsayılan Ahrar el-Şam örgütü çevresinde bütün gerikalan silahlı muhalifleri toplamayı başarsalar bile, El-Kaide uzantısının gerilla savaşı sürdürebilecek kapasitesi var. Gerilla savaşı deyince, çatışmaların, suikastların, bombalı eylemlerin İdlib’le sınırlı kalmayacağı ortada.
Aynı anda Suriye’nin kuzeyinde de muhtemel bir TSK işgalinin yolaçacağı gerilla savaşı sürüyor olursa?
Bugünkü felaketi bile mumla aratacak bir hale geçilir mi?
Ne olur bölgemize bir meteor, kafalarımıza taşlar falan düşse, her cinsten muktedirler dönüp kendilerine sorsalar: Yapmak istediğim, olmak istediğim bu mu?
Hemen vazgeçtim, itiraf da edeyim: Saçma bu. Onlar sormaz. Onlar muktedirler.
Ama biz sorabiliriz. Hem panzehir yerine de geçer.
Bu yazı ilk olarak P24'te yayımlanmıştır.
© Tüm hakları saklıdır.