Gündem

Ümit Kıvanç: IŞİD, niye değerli savaşçılarını İstanbul'da harcadı?

"IŞİD Suriye ve Irak’ta hiçbir Çeçen’i, Kafkasyalı’yı intihar saldırılarında harcamadı; çünkü onlar zor yetişen savaşçılar"

07 Temmuz 2016 16:31

Ümit Kıvanç*

Medine’deki Mescid-i Nebevî, Müslümanlar için dünyadaki en kutsal mekânlardan biri. Yeryüzünü putlardan, tapınaklardan arındırma mesaisinde kendinden geçmiş bir adam Suudi güvenlik görevlilerince engellenmese, şu anda molozları kimbilir kaç kişinin kanına bulanmış olacaktı.

“İslâm Devleti”nin Mescid-i Nebevî’ye saldırısı, örgütün bugüne kadarki en simgesel eylemiydi. Eylem, “İslâm âlemi” diye bir şeyin yanılsamadan ibaret olduğunu ortaya koydu.

Gerçekten varolsaydı, Mescid-i Nebevî’ye saldırıldığında ayağa kalkardı. Oysa gördüğümüz, ne diyeceğini ne edeceğini bilemeyenlerin âlemiydi.

 

Niye böyle?

 

“İslâm âlemi”nin ilgililerine sesleniyorum: Niye böyle olduğunu artık hepimiz anlamaya başladık. Haberiniz olsun. Şu örgütü “kendinden saymamayı becerememe” halinin gerisinde yatan kirli hesaba kurban edilmeyecek herhangi bir değer kalmadı, belli.

Yeşilköy Havalimanı’nda baskın sonrası girişilen insanlık dışı uygulamanın gerisinde yatan zihniyeti maalesef tanıyoruz, neyi niye yaptığını maalesef biliyoruz, bu başka şeyleri anlamada bize yol gösteriyor. Şehit yakınlarına, –ama “yakınlarından birine”, hepsine değil ha!– araç alırken ÖTV indirimi yapılacağını şahadete hazır bir edâyla takdim eden para-pul-menfaat düşkünü acınası zihniyet bu. Bir anda kanları temizlediler, katliam mahallini örttüler, şoka uğramış, travma geçiren insanları ertesi sabah orada çalışmaya zorladılar. Ve “turizm geliri”ni daha fazla tehlikeye atmamak için, hiçbir şey olmamış gibi davranmayı seçtiler.

Çünkü onlar bir katliamdan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranabiliyorlar. Bu bir.

Fakat Mescid-i Nebevî’ye saldırı da ÖTV ile falan geçiştirilemez ki! İki.

Her iki saldırıyı Müslüman olmayan birileri yapmış olsaydı? Üç.

Müslümanların üzerinde uzun uzun düşünmesi gereken sorunları burada biz halledemeyiz. Bunun yerine, havalimancı-turistçileri çok yakın zamanda çok yakından meşgûl edecek bir başka konudan sözedelim.

 

Katil yakın akrabasıymış!..

 

İstanbul’da havalimanı baskınını düzenleyenler, polisin ilk anda kendilerinden şüphelenmeyeceğinden muhtemelen emindiler: Arap veya Kürt “tipli” değillerdi. TC polisinin doğal polislik refleksini harekete geçirmeden ortalıkta dolaşabilecek tiplerdi.

Önümüzdeki dönemde bu tiplerden epeycesi benzer işlere kalkışacak. Orta Asya ve Kafkasya’nın ücra yerlerinden başlayıp Türkiye üzerinden Suriye ve Irak’a uzanan hatta yolculuklar artık tek yönlü değil. Türk’ün cihan hakimiyeti mefkûresine ayıp olacak, ama yakın vadede Türkiye’yi kana bulayacak eylemciler, eğer buralı değillerse, muhtemelen çoğunlukla Orta Asyalı, Kafkasyalı olacaklar. 1992-97 arasında, elli bin kişinin hayatına mal olan Tacikistan İçsavaşı’na civardaki ezcümle silahlı İslâmcılar koşup katılmıştı. Özbekistan İslâmî Hareketi, 2015 Ağustos’unda İD’e biatını açıkladı. (Aslında götürüp baktırmak lazım, cihan hakimiyeti mefkûresi meme yapmış olabilir. Fakat mazallah ona bir şey olursa İslâm-Türk sentezi de yenilmiş mi sayılacak?)

Müstakbel katillerin sözkonusu yörelerden gelecek oluşu ne anlama gelir? İlkin, bunlar daha iyi askerî eğitimli, tecrübeli, sıkı militanlar olacaklar. İkincisi, epey bir “Türkiye tecrübesine” sahip olacaklar. Bu, sınırdan kaçak girmiş veya devlet tarafından gizlice sokulmuş cihatçının belli adreslerle, muhitlerle sınırlı tecrübesinden çok daha geniş ve zengin bir tecrübe olacak, çünkü çoğunun Türkiye’ye yasal yollardan, vize dahi almadan rahatça girip çıkması mümkün. Böyle de yapıyorlar zaten.

Kırgızistanlılar, Gürcistanlılar 90 güne, Rusya vatandaşları (Çeçenler, Dağıstanlılar) 60 güne kadar, Azerbaycan, Tacikistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan vatandaşları 30 güne kadar Türkiye’de vizesiz kalabiliyorlar.

İD’in son zamanlarda propaganda filmlerinde özellikle hedef aldığı eski Sovyet cumhuriyetleri (Türk cumhuriyetleri), “İslâm Devleti”ne militan akışında ciddî pay sahibi. Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’dan İD’e katılanların sayısı iki bin kadar tahmin ediliyor. Suriye ve Irak’ta, İD ve başka cihatçı örgütlerin safında savaşan Rus vatandaşlarının (Çeçenler, Dağıstanlılar) sayısı da muhtemelen bu kadar. Tunuslular veya Suudiler daha kalabalık, ama konu ettiğimiz yörelerden gelenlerin savaşçı olarak “özgül ağırlığı” fazla. Bu ülkelerdeki sıkı zorunlu askerliğin, potansiyel militanların “temel eğitim” almasını sağladığı, Ortadoğulu örgütleri bu yükten kurtardığı söyleniyor. Orta Asyalı ve Kafkasyalı militanların bir bölümü Afganistan tecrübesine sahip, bir bölümü de Çeçenistan’da Ruslara karşı savaşta pişmiş kişiler.

 

Pankisi Vadisi

 

Yüzyıllardır Gürcistan’ın en fakir yöresi olan Pankisi Vadisi, silahlı İslâmcı-cihatçı örgütler için âdetâ bir sera. Ülke nüfusunun yüzde onunu oluşturan Müslümanlar ağırlıkla bu vadide yaşıyor. 19. yüzyıl ortalarından başlayarak, Rusların kaçmaya mecbur bıraktığı Çeçenler buraya yerleşti. Onlara Kist’ler deniyor.

İş ve eğitim seçeneklerinin, gençler için özlenir-istenir herhangi bir yaşam imkânının varolmadığı bu ihmal edilmiş bölge, Ömer el-Şişani adıyla şöhret kazanan meşhur kızıl sakallı Çeçen savaşçı Tarkan Teymurazoviç Batıraşvili’nin de doğup büyüdüğü yer. Burada çok cihatçı yetişti. Pankisi Vadisi’nden Suriye’ye gidenlerin yolu, 2012’den itibaren Türkiye’den geçiyordu. Tarkan Batiraşvili, babasının elindeki aile albümünden çocukluk-gençlik fotoğraflarını çıkarıp yok ederek, bu yoldan Cihad’a gitti.

Rusya’nın, 2014’e kadar cihatçı militanların Kafkasya’dan Ortadoğu’ya geçişini -“şunlardan kutlalalım” diye- âdetâ serbest bıraktığı ileri sürülüyor. 2014 ortalarına kadar gidenlere dokunmamışlar.

Rusya yetkililerinin, ellerinden gelse bütün Pankisi Vadisi nüfusunu Ortadoğu’nun savaş alanlarına göndereceğini tahmin etmek zor değil –tabiî dönmemeleri koşuluyla. Çünkü 1990’larda Rusya ile savaş halindeki Çeçenler buraya göçmeye başladı. Buradaki Kist’ler de Rusya’ya karşı savaşmak için Çeçenistan’a geçiyorlardı. Savaş kaybedilince, sırf Rus ordusuyla savaşa savaşa pişmiş tecrübeli Çeçen savaşçılar değil, onların yanında savaşmaya gelmiş Araplar, Türkler, Azeriler, Kürtler ve Afgan (Taliban) savaşçılar da vadiye yerleşti.

Marcin Mamon’ın mükemmel röportajında ( “The Mujahedeen’s Valley. A Remote Region of Georgia Loses its Children to ISIS”, The Intercept, 9 Haziran 2015) ayrıntısıyla anlattığı üzre, bu savaşçı akını sadece buranın nüfus dengesini değiştirmekle kalmadı, “buradaki İslâm’ı da değiştirdi”. Eskiden Hıristiyanlarla Müslümanların yanyana yaşadığı yerde, diyor Mamon, sadece Vahabiler ve onların kurduğu hayat kaldı.

Gürcistan’ın vadideki bu yoğun Selefi savaşçı varlığına ilişkin tavrı tuhaf. 2004-2005’te bir ara, Gürcistan’ın o zamanki başkanı Mikhail Saakaşvili, Rusya’nın bunların varlığını bahane ederek ülkesine müdahale edeceğinden çekinmiş, buradaki Çeçenleri ülkelerine göndermeye kalkışmış, Mamon’ın aktardığına göre. Fakat 2008’de Güney Osetya meselesi yüzünden Rusya ile savaşa tutuşulacağı zaman Gürcistan devleti kendi eliyle yeni bir cihatçı dalgasını ülkeye soktu, hattâ gizli servis eliyle bunları silahlandırdı. Ancak Azerbaycan, Dağıstan ve Çeçenistan’dan gelen bu cihatçılar işe yaramadı, çünkü Gürcistan ordusu Rusya kuvvetleri karşısında tutunamadı, savaş beş günde bitti.

Bu sırada Tarkan Batıraşvili düşman hatlarının gerisinde, Rus birliklerinin hareketlerini izleyip bildiren bir istiharat elemanı olarak görev yapıyormuş. Askere gittiğinde onu itihbaratçı olarak ayırıp yetiştirmişler.

Gürcistan’ın, günün birinde Rusya ile yine kapışırsa lazım olacağını düşünerek, ülkesinde cihatçıların yetişmesine ve devşirilip Suriye’ye savaşa götürülmesine engel olmadığı –yani aslında “nezaret ettiği”— ileri sürülüyor.

Halen vadide İD’in temsilcileri faaliyette. 2015 Haziran’ında, Marcin Mamon’ın sözkonusu röportajının eksen konusu olan iki oğlanın İD’e kaçması oradaki duruma biraz ışık tuttu. Uçağa binip giden oğlanlardan biri 16 yaşındaydı. Kendi başına uçak yolculuğu yapabilmesi imkânsızdı. Ama gidebildi. Yani İD örgütlenmesi sadece ücra vadide değil, havaalanında da gerekli uzantılara sahipti.

(Mamon’dan sözetmişken, bu gazetecinin emeğinin hakkını verme, meraklısına da kıyak çekme amacıyla, onun Pankisi Vadisi röportajlarından ikincisinin de – ayine The Intercept’e— linkini vereyim. Tarkan Batıraşvili’nin, olanlara mânâ veremeyen, sigaranın birini söndürüp ötekini yakan Ortodoks Hıristiyan babasıyla yapılmış röportaj! İşte şu:  “The Mujahedeen’s Valley. How a Chechen from Georgia Became a Feared Leader of ISIS”.)

Pankisi Vadisi’nden epeyce misafir ağırlayacağa benziyoruz. Aynı şekilde, Çeçenistan, Dağıstan ve Orta Asya Türk cumhuriyetlerinden de. Dökecekleri kan, alacakları can, Ankara’dan beklentilerinin ne kadar azalacağı veya Ankara’yı bir şeylere zorlayabileceklerine ne kadar ihtimal verecekleriyle doğru orantılı.

 

İD açısından düşünüldüğünde...

 

Sahi, ne düşüneceğiz? Mescid-i Nebevî’yi içindeki insanlarla birlikte havaya uçurmayı göze alan, Ramazan boyunca sırf İstanbul ile Bağdat’ta üç yüz kişi öldüren, Haseke’de intihar eylemini tam da insanların pide-ekmek kuyruğuna girdikleri fırın önünde yapan bir örgütün neyi “düşünmesini” bekleyeceğiz?

Elbette öyle, insanî anlamda düşünmesini bekleyemeyiz. Ama şunu bekleriz:

İD Suriye ve Irak’ta hiçbir Çeçen’i, Kafkasyalı’yı intihar saldırılarında harcamadı; çünkü onlar az bulunur, zor yetişir, değerli savaşçılar. Peki İstanbul’da niye harcadı? Yeşilköy Havalimanı saldırısının simgesel öneminden ötürü mü?

Bu soruya cevabım yok. Fakat soru çok.

“İslâm Devleti” artık kendisine yönelik sempatinin yüzde 8 seviyesinde seyrettiği bir ülkede katliamlar düzenliyor ve kurbanları o ülkenin muktedirlerinin ölmesini istediklerinden, anaları yuhlanacak, cenazelerine hakaret edilecek, saygı duruşları ıslıklanacaklardan ibaret değil.

İD’in, eylemlerini açıkça üstlenmediği iki ülkeden biri Türkiye, öbürü Suudi Arabistan.


Bu yazı P24'te yayımlanmıştır