Gündem

Ümit Kıvanç: Geç kaldın Ali Bulaç

Taraf yazarı Ümit Kıvanç, Zaman yazarı Ali Bulaç'ın Sivas Katliamı'na dair yazısına karşılık olarak kaleme aldığı eleştirileri yanıtladı.

09 Temmuz 2011 03:00

T24- Taraf yazarı Ümit Kıvanç, Zaman yazarı Ali Bulaç'ın Sivas Katliamı'na dair yazısına karşılık olarak kaleme aldığı eleştirileri yanıtladı. Kıvanç, kendisini "nefret dili kullanmakla" suçlayan Bulaç'ın artık " iktidar denen ışıltılı ve korunaklı duvarların ardına geçtiğini ve taşıdığı yükü o duvarların arkasından buraya savuramayacağını" yazdı.

Kıvanç'ın Açın Türkiye'nin Önünü adlı köşesinde yayımlanan (9 Temmuz 2011) haberi şöyle:

Geçen hafta Sivas katliamının yıldönümü dolayısıyla yazdığım yazı üzerine Ali Bulaç bana “üç sebepten ötürü” teessüf etti. İslâmcı aydınların Sivas katliamını kınamayışından duyduğum hayal kırıklığından sözetmiştim.

Sebeplerin ilkinden başlayayım. Bulaç haksızlık yaptığımı iddia ediyor ve kurucuları arasında bulunduğu Helsinki Yurttaşlar Derneği olarak katliamı kınayan bildiriler bastırıp uçaklarla İstanbul semalarından attırdıklarını, kendisinin katliamı gazetedeki köşesinde “şiddetle tel’in ettiğini” hatırlatıyor. Sonra diyor ki: “...Sol ve laik aydınlarımızın etkili kanaat önderleri, cemaat liderleriyle tanışıp diyalog kurmalarını ... değerli hocaları çağırıp onları dinlemenin faydalı olacağını önerdim. Öyle sert tepki aldım ki, sonuçta bana dedikleri şu oldu: ‘Biz din adamları veya cemaat mensuplarıyla biraraya gelemeyiz, onlar buradan içeri adım atamazlar’.”

Ne güzel bir tasvir. HYD’de birileri demiş ki: “Onlar buradan içeri adım atamazlar”. Acaba kim dedi? Bulaç’ın “dediler ki” ifadesiyle imâ ettiği üzre, HYD’de bir grup insan toplaşmış, onun karşısına dikilip, “Onlar buradan içeri adım atamaz” mı demiş? Sanki insanları tanımıyoruz, kimin nasıl konuşacağını, onun önerdiği diyalogu kurmayı reddettilerse bunu ne şekilde ifade edeceklerini, nasıl etmeyeceklerini bilmiyoruz. Kaldı ki, anlattığı özünde doğru bile olsa, “İslâmcı aydınlar”ın sadece kendisinden ibaret olmadığını hatırlatmalı mıyım, bilmem. En azından, kendisinin o dönemde niye birçoğumuzca “özel bir kişi” sayıldığını düşünebilir belki – elbette başka birkaç kişi ile birlikte. Birkaç!

İkinci teessüf sebebi bayağı ilginç. Sivas katliamından üç-beş gün sonra, o dönemde Refah Partisi’nin yayın organı olarak kabul edilen Millî Gazete’nin sürmanşetine koskocaman konmuş bir yazıdan bahsettim. İsmet Özel adlı şahsın densizliğini gazete sahiplenip sürmanşete çekmişti: “Sivas’ın üzerinde Sırp tayyareleri mi uçsun” diye soruyorlardı. O sırada buna tepki gösteren, eleştiren, kınayan, bu yüzden o gazeteyi almayı bırakan, Refah Partisi’ne desteğini çeken vs. herhangi bir İslâmcı aydın var mıydı? Varsa da hatırlamıyorsak özür dilerim.

Şimdi Ali Bulaç diyor ki, ben İslâmcılarla “milliyetçi, sağcı, muhafazakârları” birbirine karıştırıyormuşum. Peki bana ne, İsmet Özel’in bir zaman İslâmcılık yaptıktan sonra yeni trend budur diye milliyetçiliğe, ırkçılığa sardırmasından? O yazıyı yazdığı sırada kimdi, kimlerleydi? O gazete, o dönemde bütün İslâmcıların –kimi gönülden kimi kerhen– toplaştığı partinin gazetesiydi. Sürmanşete o yazıyı koymak, “bizim bu olaydaki tavrımız budur” demekti. Siz ne yaptınız buna karşı? Savunmaya bakın: O yazıyı yazan sonradan bilmemne oldu. Olur. Bize ne? Adam Allah adına yüzük şaklatıp ahkâm keserken pek kıymetli değil miydi?

Bulaç yazının Millî Gazete’nin tepesinden yayımlanmış oluşunu bahse değmez bir ayrıntı mı sayıyor, anlayamadım. Millî Görüş’ün fiilî liderlerinden ve sembol isimlerinden Şevket Kazan’ın gidip Sivas sanıklarının avukatlığını alması ve kimsenin –buna da– tepki göstermemesinden sözettim diye de sanırım Kazan’a değil bana teessüf edecektir.

Üçüncü teessüf sebebine gelelim. Ben, “mâlûm mezhep ayrılığını vurgulayan nefret dilini” kullanıyormuşum, Başbağlar katliamını “aklıma bile getirmiyor”muşum. Bulaç’ın burada, dürüstlüğe hiç sığmayacak bir tutumla yaptığı şudur: Benim gibi birinin Başbağlar katliamından aslında o kadar rahatsız olmadığını imâ ediyor. Hâlbuki beni o kadar tanıyor ve çok iyi biliyor ki, böyle bir eylemi onaylamam, haklı, doğru vs. bulmam imkânsız. Üstelik şu âna kadar bu memlekette, benimle aynı kefeye koyacağı insanlar arasından, Başbağlar katliamını bir şekilde meşru, en azından mazur göstermeye çalışan hiç kimseye rastlandı mı? Ayıp.

Bulaç’ın burada yaptığı ikinci iş, kabaca, “bizim günahımıza karşılık sizin günahınız” kıyası kurmak. Karşındaki, atfettiğin günaha zaten katılmamış, onu hiç savunmamış, meşrulaştırmaya hiç çalışmamış, oysa senin bir şekilde kendinin saydığın günahı mazur göstermek için su getirmediğin dere kalmamış. Daha ayıp.

İşte, çaktırmadan nefret diline zemin hazırlamak, Bulaç’ın bu kıyas-denklem operasyonudur, benimki değil. Yine kendisinin yaptığı gibi, Alevi kanaat önderlerinin Başbağlar’ı kınamamasını eleştirirken, “Hz. Osman’ın kanlı gömleğini şehir şehir mızraklarının ucunda gezdiren Beni Ümeyye tahrikçileri gibi olayı bir ‘kan davası’ havasına bürüyorlar” diye yazmaktır. Hazreti Osman - kanlı gömlek - mızraklar - kan davası... Şahanesin Ali Bulaç! Böyle bir cümlenin kimlerde hangi nefret duygularını uyandıracağını kestiremiyor olabilir mi sizce?

Ayrıca, “Başbağlar Sivas’ı götürdü, eşit oldu” gibi acınası denklemler neyin nesidir? Daha önceki bir sürü katliamı hangi denkleme sokacaksın? İşin bu kısmına haydi hiç girmeyeyim.

Bulaç’ın “nefret dili” dediği, benim sırf tanım amacıyla “Sünni çoğunluk” gibi ifadeler kullanmam mı acaba? Ne ilginç: “milleti hâkime”ye “milleti hâkime” dediğim için kızıyor! Hâlbuki halkımızın Sünni çoğunluğu hep mazlum, hep mağdurdur; yakın tarihimizdeki birtakım musibetlerde hiç payı yoktur! Şahsen, bu dokunulmazlığı kendilerine Allah’ın bahşettiğine ciddi ciddi inandıklarını düşünmeye başlıyorum. Sanki bir tür “seçilmiş topluluk”tan sözediyoruz.

Bulaç yazısının sonunu, Sivas katliamının ardındaki derin devlet tertibine kanıt olabilecek bir alıntıyla bitiriyor; Özgür Gündem’den. Bu da pek güzel. Sanki biz “bu işin ardında devlet yoktu” diyoruz. Tabiî ki vardı. Malatya’da da, Kayseri’de de, Kahramanmaraş’ta da, Çorum’da da vardı. Hep vardı. Ben, Bulaç’ın teessüflerine konu olan yazımda da, katliam organizasyonlarında devletin rolünü açıkça ifade ettim. Bulaç bunu görmezden geliyor, anladık, ama esas atladığı, sormak için koca yazıyı yazdığım soru: Nasıl oldu da devletin katilleri, bizim Müslüman ahaliyi bu kadar kolaylıkla, komşularını öldürmek üzere seferber edebildi?

Ne kadar basit bir soru.

Aslında bunca lafa gerek yok. Bulaç’a söylemek istediğim şundan ibaret:

Sadece soruyu değil cevabını da biliyorsun Ali Bulaç. İnsanın sırtında ve vicdanında yüktür. Bu yükle iktidar denen ışıltılı ve korunaklı duvarların ardına geçmişsin, kaç yazar? Ne milleti hâkime ne iktidar nezdinde kıymeti harbiyesi olan bir adamım; niye bana teessüf etmekle vakit kaybediyorsun? Yükünü atmak için mi?

Giderken bu tarafta bıraksaydın olurdu, ama o duvarların arkasından buraya savuramazsın artık.