Gündem

Ümit Kıvanç: Adnan Oktar teşkilatının amacı ve yediği haltlar hakkında hemen hiçbir şey öğrenebilmiş değiliz

"Adnan Oktar operasyonunda sahtecilik yaşıyoruz, ne çıkacağı belirsiz"

03 Ağustos 2018 23:41

Ümit Kıvanç*


NOT: Operasyonun başlangıcından Oktar teşkilatı mensubu sayılan yaklaşık 170 kişinin tutuklanmasına kadar geçen sürede bu teşkilat ve operasyon hakkında öğrenebildiklerimizi ve bunların doğurduğu soruları P24’e yazdığım altı yazıda toparlamaya çalışmıştım. Kısa süre bekledikten sonra elimizdekileri yeniden, birkaç yazıda toparlayacağım ve umuyorum ki, bu konuyla uğraşmayı bırakacağım.


Adnan Oktar, “Kedicik”leri ve bilumum elemanlarının derdest edilip hapse atılmasının ardından, iktidar propaganda aygıtının kopardığı vâveylâ birden söndü. Yeniçağ’da Ahmet Takan, “Adnan Oktar örgütüne yönelik başlatılan operasyon birdenbire gündemden düştü. Medyanın ilgisi azaldı. Her nedense!..”  diye yazdı, imâyı gizlemeden. Takan, Adnan Oktarcılarla uzun zaman uğraşan eski milletvekili (AKP, ANAP, Genç Parti) Emin Şirin’i de arayıp sordu, “Bu durgunluk; acaba zülfiyare dokunanların müdahalesiyle mi oluyor?” diye (vurgu Takan’a ait). “…[Y]oksa (…) savcılarımız ve polisimizin gizliliğe riayetinden” ötürü mü operasyonla ilgili bilgiler sızmıyor, yayımlanmıyordu? Eski milletvekili, “İnşallah ikincisidir,” cevabını verdi.

Takan, benzer bir soruyu daha önce de eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’a sormuştu. 1999’da Oktarcılara karşı giriştiği operasyona siyasetçilerin engel olduğunu söyleyen Tantan, bu defa da, “AKP'de de rahatsızlık var bunlarla ilgili,” demişti. (Tantan’ın Oktar teşkilatına karşı vaktiyle sonuç alınamayışını özellikle Fazilet Partili siyasetçilerin baskısına bağladığı açıklamalarını hatırlıyorsunuzdur.) Eski bakan şimdi geçmişten gelen sözkonusu “rahatsızlığın” bugüne uzandığını ileri sürüyordu. Takan, “iktidardan hiç [operasyonu] destekleyici bir cümle duymadık henüz” dediğinde Tantan şöyle cevap verdi: “Niye?.. Çünkü 1994'te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçim arifesinde Tayyip Bey'in orada mankenler falan vardı, meşhur Gülay [Kumaşçı] falan… Tayyip Bey’in yanında çalıştılar çarşafa falan girdiler. O günkü arşivlere bakarsan onları görebilirsin...”

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, özellikle, Adnan Oktar mevzuuna hiç girmiyor. Hattâ Güney Afrika gezisinden sonra, eski bir komşusunu anarak söylediği sözlerden muradı Oktar’a yorulunca Cumhurbaşkanlığı hemen, “Cumhurbaşkanının Adnan Oktar ile bir yorumu ya da ‘komşu’ diye bir nitelemesi sözkonusu olmamıştır” diye açıklama yaptı, ilgili haberin linkleri falan kaldırıldı.

Sadettin Tantan, “Fazilet Partisi derken,” diye ekledi, Ahmet Takan’ın sorusunu cevaplarken, “gerçekten o günkü şartlarda TBMM'de aklına kim geliyorsa kuyruğa girmiş gibi herkes ‘bunları affet’ diye geliyordu.”

AKP’nin eski Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, Fazilet Partiliyken Meclis kürsüsünden Oktar’a yönelik operasyona karşı itiraz konuşması yapmıştı, meselâ. Şimdi son operasyon vesilesiyle bu tutumu hatırlatıldığında, “... o konuşmamda ne kimseyi koruyorum ne de sahipleniyorum,” dedi. “Sadece, muhalefet partisi milletvekili olarak gözaltı sürecindeki olumsuzluklara ve dönemin içişleri bakanının yargısız infaz mahiyetindeki beyanlarına dikkat çekip, bunun yanlışlığını ortaya koyuyorum.” Şöyle demişti Çelik, 1999’da: “Bilimsel çalışmalarıyla bilinen Bilim Araştırma Vakfı üyeleri tutuklanır tutuklanmaz, yargılanmadan ve hâkim önüne çıkarılmadan, İçişleri Bakanımızın ‘Apo'dan daha tehlikelidir’ şeklindeki beyanatı, birçok kesimi üzmüştür. Bu operasyonda iki bine yakın polisimiz görevlendirilerek birçok insanımız, daha sonra anlaşılmıştır ki, boş yere evinden barkından alınmış, rencide edilmiş, aile mahremiyeti ihlal edilmiştir.”

Adnan Oktar’ın arkası hep sağlamdı. Dokunmaya kalkanın elini tutan birileri mutlaka çıktı. Ne de olsa, 2013 Ekim’inde Kosova’daki bir toplantıda o sırada başbakan olan Tayyip Erdoğan’a Oktar’ın “eserlerinden” Yaratılış Atlası hediye edip  fotoğraf ve video çektirebilecekevsafta “halkla ilişkiler” ağına sahip bir teşkilattan sözediyoruz.

Bu teşkilatın gerçek amacı ve bugüne kadar yediği haltlar hakkında ele gelir hemen hiçbir şey öğrenebilmiş değiliz. Meşhur ve mâhut “arşiv” konusu etrafında türlü spekülasyon döndü, bir gıdım gerçek bilgi yok.

Birazdan örnekleyeceğim, gazetecilik sınırlarının çok ötesinde oynaşmayı zaten alışkanlık edinmiş elemanlarla iktidarın vazifeli propagandacılarının bize gelişmeleri aktarırken kullandıkları dil, karanlığı büyütmekten başka işe yaramıyor. Şişiriyor, şişiriyor, şişiriyorlar, patlayınca ortalığa saçılan toz dumanın arasında kalıyoruz.

P24’te yayımlanan dizi yazılarımdan (ilki şurada) bu yana edinebildiğimiz verileri bir-iki yeni yazıda toparlayacağım.

Teşhis: Kadın düşmanı 

Oktarcılar gibi bir teşkilatın nasıl işlediği, buraya katılan insanların haleti ruhiyesi, edindiği alışkanlıklar, iç ilişkiler vs. elbette merak edilecek hususlar. Bunları kurcalamış birinden biraz bilgi edinmeye yarayan bir görüşme, -nihayet- 23 Temmuz’da Habertürk’te yayımlandı. Kaliforniya Eyalet Üniversitesi’nde tarikat türü teşkilatlar hakkında ders veren Dr. Janja Lalich, vaktiyle bu tür yapılardan birinde yeralmış, sonra kendini kurtarabilmiş bir kadın. Adnan Oktar üzerine de ders vermiş. Nalan Koçak’ın sorularına cevaben söyledikleri arasında dikkat çekici, Oktarcılar üzerine düşünürken yol gösterici olabilecek noktalar var.
Biri şu: “Bu gruplar size uygun yemi seçerler. Eğer para arıyorsanız size parayla gelirler.” Dolayısıyla, eğer Türkiye’de iş çeviriyorsanız ve elde etmeniz gerekenler, şu veya bu ölçüde yetki-iktidar sahibi erkeklerse “cephaneliğinizde” en çok hangi silahları bulundurmanız gerektiği açık. Bürokrasi ve siyasette, hattâ ekonomi dünyasının büyük kısmında, seksî genç kadınlarla âlemler vaat ederek açamayacağınız pek az kapı vardır.

Gerisi de gayet mâkûl: “Aptal insanları istemez[ler],” diyor Dr. Lalich. “İşlerini yürütecek, önemli bağlantılar sağlayabilecek, yetenekleri olan kişileri isterler. ABD’de bu yapılar artık çok genç insanları hedef almıyor. 40’larında, kariyeri olan insanları istiyorlar. Çok zeki ve zengin ailelerinçocuklarını da hedef alıyorlar çünkü böylece paralarını çalabiliyorlar.” Böylece, hernekadar eşliğinde Kedicik oynatılan müzikler ve Oktarcıların bütün olarak yaydığı hava pek yerli ve millî olsa da, mekanizmanın ve mantığının evrensel olduğuna hükmedebiliyoruz.

“Liderin Mesih olduğu gibi şeylere nasıl inanıyorlar?” yollu soruya Dr. Lalich, “Bu adım adım yapılıyor,” diye cevap veriyor. “Yani toplantıya gidiyorlar ve beyinleri yıkanıyor gibi bir durum yok. Yavaş yavaş iradeniz ve eleştirel düşünceniz yok ediliyor. Meselâ bazıların eğitim sistemi oluyor. Kendi değerlerini ve düşüncelerini empoze ediyorlar. Öğrenmeye direnirseniz de suçlanıp, aşağılanıyorsunuz. Bazen çılgın meditasyon, ilahi okuma yöntemleri devreye girebiliyor. Yirmi saat boyunca İncil okutuyorlar zorla meselâ. Bunca irade kırıcı eylemden sonra biri çıkıp ‘ben Mesih’im’ dediğinde, ‘hayır değilsin’ diyemiyorsun.”
Janja Lalich, mekanizmanın hem çok başarılı olduğu hem de zaafiyetine temel oluşturabilecek yönüne dikkat çekiyor: “Herkes Mesih olmadığını biliyor, ama kimse bunu diyecek gücü kendinde bulamıyor.”

Bizzat Adnan Oktar hakkındaki görüşleri sorulduğunda eski tarikatçı akademisyenin, “Patolojik bir tip, tanrı kompleksi var. (…) Klasik bir lider. Yalan söylüyor,” gibi teşhislerini dile getirmesi beklediğimiz bir şey, ama Lalich, bütün “Kedicik”lerin “aşkı” Adnan Oktar’ın “cinsiyetçi, kadın düşmanı” olduğunu öne sürüyor! Oktar’ın mütemadiyen kadınların güzelliğinden, üstünlüğünden vs. bahsetmesi, buna karşılık, “özel” durumlarda onlara pek kötü davranabildiğine dair -henüz kanıtlanmamış- iddialar, Lalich’in teşhisinin haklılığına işaret sayılabilir. Tıpkı bazı “Kedicik”leri dudaklarından kalçalarına kadar birörnek kılma, bir tür tornaya sokup çıkarma merakı gibi. Lalich, “Adnan Oktar’ı ABD’deki NXIVM tarikatına benzettim,” diyor. “Kadınların kalçalarından damgalandığı, kafeslere koyulduğu... Aynı psikopatik kişilik özellikleri var. Kadınların hepsinin fiziksel özelliğini birbirine benzetmesi falan. Dışarıdan bakıldığında gerçekten aptal[ca] görünüyor…”

1999’da Oktar teşkilatına karşı girişilen operasyonu yönetenlerden, polis şefi Adil Serdar Saçan da, Oktar için, “Güçsüzün karşısında aslan kesilen, otoriteyle ezilen bir karaktere sahiptir,”  demişti. “Hastalıklı bir yapı.”

Gazla, şişir, hakikat görünmesin

 
Oktarcılar teşkilatına yönelik operasyonla ilgili bir sorunumuz karşımızdaki olgu hakkında derinlemesine düşünmemek, bir başkası mütemadiyen sansasyon peşinde koşmaksa, bunlardan da önce geleni, herhangi bir şekilde haber alamamak. Aldıklarımız haber değil. Bize söylenenler, âdetâ, örgütün gerçek amacı ve bugüne kadarki marifetlerine dair somut her şeyi dikkatlerden kaçırmaya yönelik laf kalabalığından ibaret: “...hastalanan ve adliye gibi yerlere gitmek üzere dışarı çıkan örgüte kazandırılmış Oktar’a sunulan kızlar ile birlikte dışarı çıkarak âdetâ bu kızlara gardiyanlık yapıyor. Kontrol altında tutulan ve beyinleri yıkanarak özgür iradeleri elinden alınmış bu kızların örgütle bağlarının kopmaması noktasında sorumlu. Bu kızların her türlü sapkınlıkta kullanılmalarının devamlılığını da sağlayan kişi…”
Şunu okuyan aklı başında insan, bir tek şey anlar: Elde kayda değer veri yok, “kızlara gardiyanlık yapma” gibi bir fiil çekiştirile çekiştirile allama pullama âyini yapılıyor.

Bir başka bereketli alan, “dış bağlantı”. Oktarcılara operasyon başladığında ortalığa salınan motifler arasında en dikkat çekici olanı şüphesiz “dış güçler”le bağlantıydı; “Kedicik”leriyle ünlü teşkilat resmen, “askerî”si de dahil, casuslukla suçlanıyordu!

Şu ana kadar bu konuda ciddîye alınmaya değer bilgi kırıntısıyla karşılaşmadık. Fakat şişirme-gazlama bahsinde, bekleneceği üzre, edebiyat zengin. Örgüt içinde (kendi beyanına göre) on üç yıl geçirmiş Ümit Kuruca (DHA’dan Mehmet İlkay Özer’e) anlatıyor:

“Örgüte İsrail ve Pentagon tarafından yüklü miktarda paralar gelirdi. Kimi zaman hediye kisvesi altında çok pahalı hediyeler gelirdi. Yurt dışındanörgüte yüklü miktarda finans sağlanıyordu. Televizyona sürekli İsrail ve Amerika’dan misafirler gelip, programlara çıkıyordu. Bunların arka planında o kişilerin para karşılığında fikirlerini ülkemizde anlatması yatıyordu.”

Yani ne oluyormuş? Neyse…

İçinde ne var, açmadan bilinen kutu

 
Çocuğun çok istediği bir oyuncak vs. vardır. Doğumgünü, yılbaşı, filan, uygun bir vesileyle o alınır. Çocuk paketi gördüğünde anlar. Fakat herkes “aç bakalım, ne varmııış!” yapar, çocuk da mecburen açınca şaşırıp sevinmiş gibi yapar. Bu sahtelik gösterisinin benzerini Oktarcılar operasyonunda yaşıyoruz. Fakat paketten ne çıkacağı belirsizken.

Hürriyet’ten, teşkilatın meşhur “dijital arşiv”inden ilk bulgulara dair haber; bütün benzerleri gibi, diliyle bizi verilen bilgilerin doğruluğundan şüpheye düşürüyor: “Cinsel içerikli görüntüler çıktı (…) Mali Şube Müdürlüğü ekipleri, Adnan Oktar grubuna bağlı adresleri basarken Ümraniye'deki bir depoya girmiş ve 2 bin 500 adet cep telefonu, laptop ve harddiskleri ele geçirmişti. Bir kamyona doldurularak Emniyet’e getirilen ve Adnan Oktar örgütünün dijital arşivi olduğu belirtilen dijital materyallerin incelenmesi için Siber Şube’de özel bir ekip kurulmuştu. Mali Şube’den polislerin de katıldığı özel ekibin incelemenin başında bazı dijital materyaller içinde cinsel içerikli görüntülere ulaşıldı. Dijital arşivin incelemesinin aylar sürebileceği belirtilirken, inceleme ilerledikçe cinsel içerikli görüntülerin artacağının tahmin edildiği belirtildi. İtirafçı olan bazı kadın örgüt üyeleri, Adnan Oktar'ın müritleriyle cinsel ilişkiye girdikleri sırada görüntülendiklerini, ayrılmak isteyen olursa bu görüntülerle tehdit edildiğini öne sürmüşlerdi. Adnan Oktar grubundan ayrılarak şikayetçi olan bir çok kadın da ilişkiye girdikleri sırada çekim yapıldığını iddia etmişlerdi” (vurgu benim -ük).

“Cinsel içerikli”, “cinsel içerikli” dedikçe ağızlar, sular...

Bu arşiv meselesiyle ciddî şekilde uğraşmalıyız. Çünkü büyük ihtimalle Oktar teşkilatının marifetleri gelip gelip buraya varacak veya tam aksine, bir süre sonra arşivin lafı edilmez olacak.

*Bu yazı Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ten alınmıştır.