Eski TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner, çözüm sürecinden umutlu olduğunu söyleyerek, "Silahların susması bizi önemli bir aşamaya getirdi. Asıl hedef Türkiye'nin demoktasi standardını yükseltmek. Demoktarik hukuk devleti için gerekli reformlara sahip çıkalım" dedi.
Radikal gazetesinden Jale Özgentürk'e konuşan Ümit Boyner çözüm süreci ve ekonomik gelişmeler hakkında açıklamalar yaptı. Özgentürk'ün Boyner söyleşisi şöyle:
Barış için başlangıç
Ümit Boyner, faili meçhullerin en yoğun olduğu 1995’te kurulan Yeni Demokrasi Hareketi döneminden beri Kürt sorununun çözümü için kafa yoran cesur isimlerden biri. Barış sürecini yürütecek ‘âkil insanlar’ listesinde de adı geçiyor.
TÜSİAD Başkanlığı sonrası nefes almadan Boyner Grubu’ndaki işlerine sarılan Boyner’le bir araya geldik. Hem barış sürecini hem de ekonomiyi konuştuk. Boyner, yeni süreç için heyecanlı ancak oldukça da temkinli. “Önemli olan sürdürülebilir barış” diyen Boyner, “Silahların susması bizi önemli bir aşamaya getirdi. Bundan sonra Türkiye demokratik standartlarını nasıl yükseltecek?” diye soruyor.
Türkiye yeni bir barış sürecine girdi. Yıllar önce bu konuda kimse konuşmazken öneriler getiren biri olarak neler hissediyorsunuz?
30 yılı aşkın süredir devam eden bir sorun Güneydoğu sorunu. 30 bini aşkın vatandaşımızı kaybettik. Bu sefer geçtiğimiz ateşkes dönemlerinden daha da ileri bir barış olasılığı var gibi görünüyor. Ben bundan heyecan duyuyorum tabii ki. Fakat bunu çok önemsemekle beraber, benim için ve Türkiye için en önemli olan, bu barışın sürdürülebilir bir barış olması.
Başarılı olmanın koşulu ne olur?
Silah bırakmak önemli bir başlangıç noktası diye düşünüyorum. Bundan sonra Türkiye için nasıl bir demokratik ortam vaat edilecek, bu barışı sağlarsak neyin kapılarını açacağız? Her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı için fırsat eşitliği, ifade özgürlüğü, hukuk güvencesi tesis edilebilecek mi? Benim için bu sürecin nasıl ileri gittiği çok önemli. Bu barış söyleminin ve sürecinin başlamış olmasını önemsiyorum ama bir o kadar demokratik hukuk devletinde gerekli olan reformlara da sahip çıkalım diye ümit ediyorum.
Neye öncelik verilmeli?
Demokratikleşme çok uzun bir süreç. Türkiye’nin sadece Kürt meselesinde değil, bütün vatandaşlarının demokrasi sorunu, vatandaş-devlet ilişkisinde sorunu var. Bu nasıl bir Türkiye’nin kapısını açacak, bu kutuplaşmış toplumdan bireyler olarak özgür ve eşit hisseden bir topluma nasıl kavuşabileceğiz, benim için önemli olan o. Ümit ediyorum ki bu barış süreci böyle bir Türkiye’nin başlangıcıdır.
Bu konuda kaygılarınız mı var?
Her şey bitti, çözüldü diye bakmamak şart. Bu işin başlangıcındayız. Türkiye bir demokratikleşme problemi yaşadığı için terör problemini ve Kürt sorununu yaşadı. Şimdi biz buradan önce terörü çözerek başlıyoruz. Toplumun büyük çoğunluğu için de terörün sona erdirilmesi çok önemli. Hepimizin canını, geleceğini, çocuğunu etkileyen bir konu. Bence çok önemli bir eşikteyiz. Çatışma kültüründen uzlaşma ve anlaşma kültürüne toplumun tüm kesimleri olarak geçebilmeliyiz.
Barış sağlanırsa bölgede yatırımlar patlar deniyor. Sizce de öyle mi?
Güneydoğu’ya yatırım yapmayı tabii ki düşünürüz. Zaten Batman’dan Diyarbakır’a bölgede çok yerde mağazalarımız var.
Âkil insanlar arasında adınız geçiyor. Katkı vermeyi düşünür müsünüz?
Âkil adamlar meselesini şimdilik basından takip ediyorum.
İnovasyon kavramının içini doldurmamız şart!
Gelelim ekonomiye... Türk ekonomisinin şu andaki en önemli sorunu ne?
Ekonomide cari açık bir yapısal sorun ve yönetilmesi gereken bir risk olarak önümüzde duracak. Türkiye gibi enerji bağımlılığı olan bir ülkenin, enerjisinin yüzde 75’ini ithal eden bir ülkenin cari açığının olmaması çok zor. Bu dengeyi ve bütçeyi sürekli kontrol etmek zorundayız. Hükümet ve Merkez Bankası özellikle dünyadaki riskli konjonktürü iyi yönettiler diye düşünüyorum. 10 yılda elde ettiğimiz makro ekonomik stabilite, mali disiplin gibi kazanımlarımız önemli.
Türkiye’nin en önemli ticaret partneri Avrupa’da derin bir kriz yaşanıyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Avrupa’daki kriz tabii ki hepimizi etkiliyor. Türkiye, özellikle ihracat pazarı olarak başka pazarlara bakmak zorunda. Ama ben her halükârda Avrupa’daki bu küçülmenin bir süre sonra düzeleceğini düşünüyorum. Avrupa pazarı yine de dinamikleri sağlam olan, know-how’ın, teknolojinin, birlikte iş yapma kültürünün, şeffaflığın en gelişmiş olduğu pazar. Bugün bizler için en ideal ortaklıklar yine Avrupalı şirketlerle. Kriz bankacılık sisteminde olduğu için düzelme oldukça bu halkın tüketimine de yansıyacak.
Sadece Türkiye’nin değil dünyanın ekseni kayıyor. Bu büyük dönüşüme Türkiye adapte oldu mu?
Yeni pazarlarla ilgili şu anda belki doğru yerdeyiz ama bu yeni pazarlara çok erken gidip, uzun bir süre yatırımın karşılığını almadan beklemek gibi bir sorun olduğunu düşünüyorum. O açıdan geç kaldık diye bakmayalım. Kaldı ki bu yeni pazarların bir kısmında şeffaflıkla ilgili sorunlar var. Ama biz özellikle Batı’daki finansal krizden sonra bulunduğumuz coğrafyayı alışılagelmiş ‘tehdit’ algısından ‘fırsat’a çevirebildik.
Türkiye son 10 yılda hızlı büyüdü ama bundan sonrası için büyüme sorunu başladı. Orta gelir tuzağı tartışmaları artıyor...
Bizim esasen üzerinde durmamız gereken konu sadece yeni pazarlara girmek değil, sattığımız veya ihraç ettiğimiz malda ve hizmette katma değeri arttırabilmek. Sıradışı ürünlerin ağırlığını arttırabilmek. Biz henüz sıradan ürünler üretiyoruz. Sorun da burada. Bu ekonomik modele geçemeyen ülkeler orta gelir tuzağına takılabiliyor.
Bunu aşmak için neler yapılmalı?
Bu sizin inovasyon ve teknolojide ne kadar atılım yapabileceğinize bağlı. Evet, bu bir devlet politikası gerektiriyor ama esasen çok temel bir yerden, eğitimden başlamak zorundasınız. Eğitimin kalitesinden, niteliğinden, üniversitelerle sanayi ve iş dünyasının birlikteliğinden, araştırma-geliştirmenin ne kadar yer tuttuğundan başlamalısınız.
Eğitim sistemi değişiyor, yeterli değil mi?
Bugün Türkiye’de halen üniversite sistemi tartışılıyor, özerk üniversite anlayışı yok. Üniversiteler araştırma üniversitesi olma noktasına daha yeni yeni evriliyor. Burada çok büyük eksiğimiz var. Bence Türkiye’nin en önemli geliştirmesi gereken açığı bu. Şimdilik ekonomi inşaat, olanın özelleştirilmesi gibi, katma değeri nispeten düşük yatırımlar üzerinde dönüyor. Özellikle büyük yatırımcıların işinin esası Ar-Ge olmalı. Örneğin Türkiye’nin kanser ilacı üretmesi lazım, akıllı çip üretmesi lazım.
Türkiye’nin notu artıyor. Yabancı sermayenin kaygısı yok mu?
Not artışlarını geç de olsa takdir etmek gerekiyor. Gözümüzü bizimle rekabet eden ülkelere dikmemiz şart. Dünyada bir likidite var ama Türkiye’ye gelen daha çok sıcak para.
Boyner’de büyüme devam edecek
Boyner Grubu olarak bulunduğunuz sektörlerde hedefleriniz neler? Stratejileriniz değişiyor mu?
2001 krizi bizi etkiledi, 2002’den itibaren çok hızlı toparlandık. 2004’ten 2007’ye kadar 2.5 misli büyüdü bütün şirketler. 2008 krizinde bir 6 ay düşüş yaşadık, özellikle lüks tüketimde. 2009’dan bu yana ortalama yüzde 25’lik bir büyüme elde etti perakende şirketlerimiz. Kapasitemizin üzerinde bir üretim yapıyoruz, yeni pazar arayışımız çok kuvvetli. 9 milyon tekil müşteri içeren bir portföyümüz var. Şu anda en öncelikli yatırımı ‘Müşteri İlişkileri Yönetimi’ne yapıyoruz. Zira artık müşteri sadece ayaklarıyla, yani mağazalarınıza giderek, malı elinde tutarak değil, seçimlerini parmaklarıyla yapıyor. İnternette beklediğimizden hızlı büyüyoruz. Gayrimenkule daha çok bir fırsat işi gibi baktık, kendi arazimizi öyle değerlendirdik.