NATO'ya üye ülkelerin dışişleri bakanlarının Cuma günü Brüksel'de yaptığı olağanüstü toplantı sonrasında verilen en çarpıcı mesajlardan biri Ukrayna'nın üzerinde uçuşa yasak bölge oluşturulması talebinin bir kez daha reddedilmesi oldu. Genel Sekreter Jens Stoltenberg Ukrayna'nın uçuşa yasak bölge oluşturulması talebini reddederek, Rusya ile çatışmalara NATO'nun doğrudan askeri olarak müdahale etmesi halinde, Avrupa'nın birçok ülkesinin savaşa müdahil olacağını ifade etti.
Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy ise NATO'nun kararına tepki göstererek, "Uçuşa bölgeler oluşturmayı reddederek, askeri ittifak yönetimi Ukrayna'nın kentleri ve köylerinin bombalanmasının sürdürülmesine yeşil ışık yaktı" dedi.
Rusya'yı Ukrayna'yı işgali için kınayan, Ukrayna ile dayanışma mesajları veren NATO, "bu savaşın bir parçası olmadığını" vurguluyor ve savaşın Ukrayna dışındaki ülkelere yayılmaması için çaba gösterdiğinin altını çiziyor.
İngiliz siyaset dergisi "The Economist"in başyazısı, durumu çok çarpıcı bir şekilde değerlendiriyor: "Eğer Putin Ukrayna'da galip gelirse, bir sonraki avı Gürcistan, Moldova veya Baltık ülkeleri olacak. Durdurulana kadar durmayacak. Dünya Putin'e karşı durmalı." Bunu, Batı savunma ittifakı olarak sadece NATO yapabilir; daha doğrusu ABD. Peki, mevcut durumda hangi seçenekler masada duruyor?
NATO soğuk kanlı davranıyor
NATO diplomatları, Putin'in tansiyonu daha da tırmandırma ve başka ülkeleri de ateş çemberine çekme fırsatı aramasından endişe duyuyor. ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'in Moldova ve Baltık ülkelerini ziyaretini de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Amaç, en azından siyasi bir gövde gösterisinde bulunmak.
NATO dışişleri bakanlarının buluşmasına ise daha ziyade Ukrayna'ya destek mesajı vermeyi amaçlayan diplomatik bir manevra gözüyle bakılmalı. Zira İttifak'ın doğudaki dış sınırlarını güçlendirmek için Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti (VJTF) ve Acil Müdahale Gücü'nün bu bölgede konuşlandırılmasıyla NATO zaten şimdilik gösterebileceği azami tepkiyi ortaya koydu. Dolayısıyla dışişleri bakanlarının elinde şu an için alternatif seçenekler neredeyse yok gibi.
Putin'in geçen Perşembe günü Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yaptığı telefon görüşmesinin ardından Elysée Sarayı'ndan gelen açıklamalar da pek umut verici değil. Ukrayna'nın tamamını ele geçirme ve ülkeyi "askerden arındırılmış tarafsız bir devlet" haline getirme hedeflerinden vazgeçmeyeceğini Macron'a ileten Putin'in, "Durum daha da kötüleşecek" diyerek sözlerini noktaladığı kaydedildi.
Rusya'nın aba altından yaptığı nükleer tehdit karşısında NATO'nun soğuk kanlı tepkisi, doğru ve yerinde bir tutum olarak değerlendiriliyor. Rusya'nın, birkaç gün önce nükleer silahlarını alarm durumuna geçirmesinin ardından, NATO'nun da aynı şekilde cevap verip caydırıcılık sarmalına girmek istemediği belirtiliyor.
Uçuşa yasak bölgeye hayır!
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Ukrayna hükümeti ve uluslararası gözlemcilerin uçuşa yasak bölge oluşturulması yönündeki tekrarlanan talebini reddediyor.
Ukrayna üzerinde uçuşa yasak bölge ilan edilmesi, NATO uçaklarının Ukrayna semalarını güvence altına alması ve Rus savaş jetlerine gerektiğinde müdahale etmesi anlamına geliyor. Eski NATO komutanı Sir Adrian Bradshaw, BBC'de şu uyarıda bulundu: "Bu Irak savaşı gibi değil. Çok etkin bir hava savunmasına sahip bir düşmanla karşı karşıyayız. Uçuşa yasak bölge ilanı, NATO askerleri ile Rus kuvvetleri arasında bir çatışmaya yol açacaktır. Bu savaş demek. Rusya'ya karşı 30 ülke. Açıkça söylemek gerekirse, bu Üçüncü Dünya Savaşı anlamına gelir."
İngiltere Savunma Bakanı Ben Wallace da "Uçuşa yasak bölge, Ukrayna ordusunun Rus taarruzuna karşı kendini savunduğu birkaç unsurdan biri olan kara gücünden mahrum kalması anlamına gelir" diye eklemede bulundu.
Tüm bu açıklamalar, Ukrayna tarafından büyük bir hayal kırıklığı ile karşılanıyor. Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, "Ukrayna'da ortak Avrupa'mız, ortak özgürlüğümüz, ortak geleceğimiz için kan dökülüyor. Sadece mazot sevkiyatları yaparak sorumluluğu üzerinizden atamazsınız. Ukrayna düşerse her yer düşer" diyerek, NATO'nun tutumuna karşı duyduğu tepki ve hayal kırıklığını ortaya koyuyor.
Daha fazla silah sevkiyatı çözüm mü?
NATO diplomatları sürekli olarak, Ukrayna'ya daha fazla silah sevkiyatının, üye ülkeler açısından sorun teşkil ettiğini vurguluyor ve bunu şöyle gerekçelendiriyor: "Rusya ile savaş halinde olan taraf NATO değil. Putin, Ukrayna'ya karşı bir savaş yürütüyor." Bununla birlikte NATO ülkelerinin cephaneliklerinde, Ukrayna askerleri tarafından kullanılabilecek füze ve tanksavar gibi ne kadar etkin silah ve ekipmana sahip olduğu da meçhul.
Bu bağlamda AB baş diplomatı Josef Borrell'in ortaya attığı "Bazı eski Doğu Bloku ülkelerinin elinde bulunan eski Rus MIG jetlerinin Ukrayna'ya sevk edilmesi" yönündeki fikir ise neredeyse hiçbir destekçi bulmadı.
NATO üyesi bir ülkeden Ukrayna'ya yapılacak son silah sevkiyatı ise Almanya'dan geliyor. Berlin hükümeti, eski Doğu Almanya stoklarından olan 2 bin 700 adet omuz tabanlı uçaksavar füzesi teslim edecek. Ancak bu füzeler oldukça eski. Bunun haricinde Hollanda, Çek Cumhuriyeti, İsveç ve Fransa gibi ülkelerin de Ukrayna ordusuna silah sağlayabileceklerine dair münferit bazı haberler söz konusu. Fakat şu ana kadar bu yönde somut bir gelişme yok. ABD ise Ukrayna'ya hangi silahları ne miktarda gönderdiğine dair ayrıntılı bilgi vermiyor.
Yeni üye kabul edilmesi tartışmaları
Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı, İsveç ve Finlandiya'nın geleneksel olarak benimsediği "tarafsızlık" ilkesini de ivedi bir şekilde gözden geçirmelerine neden oldu. Bu ülkelerde şimdi olası bir NATO üyeliği, toplumun çeşitli kesimlerinde hummalı şekilde tartışılıyor. Örneğin son anketlere bakılacak olursa, Finlerin çoğunluğu NATO'ya katılmaktan yana. Böyle bir eğilim, birkaç yıl önce Finlandiya'da düşünülemezdi bile. Yine de İttifak, muhtemel bir genişlemeyle ilgili tartışmaları kamuoyu önünde yürütmemeyi tercih ediyor.
Komşu ülke Rusya ile ilişkiler konusunda hayli deneyimli olan Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö, konuyla ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor: "Soğukkanlı olmak ve gerek geçmişteki gerekse gelecekteki olası değişikliklerin, güvenliğimiz üzerindeki olası etkisini dikkatlice değerlendirmek çok önemli. Tereddüt etmek değil, özenle hareket etmek gerek." Başka bir deyişle, konu şu anda dokunulamayacak kadar sıcak.
Barbara Wesel
© Deutsche Welle Türkçe