Uğur Gürses*
Merkez Bankası bugün bir duyuru ile bankalara sağlanan likidite imkanını 13 Ağustos öncesindeki limitlerin iki katı ile sınırladı.
13 Ağustos’ta limitsiz olarak kullandıracağını ilan etmişti.
Peki ne oldu da Merkez Bankası birden TL likiditeyi kısma kararı aldı? Daha doğrusu “limitsiz gecelik pencereyi” limitli hale getirdi?
Bunun sonucunu not edelim; “iki katı” limitin üzerinde borçlanma ihtiyacı olan bankalar “geç likidite penceresine” düşecekler yani yüzde gecelik yüzde 19.25’ten yüzde 20.75’e itilecekler.
Peki neden?
BDDK Türkiye’deki bankalara swap limitlerini (yabancı bankalara TL verip, döviz alımında) iyice kısınca TL faizleri yüzde 30’a vurmuştu. Olasılıkla yüzde 19.25’le Merkez Bankası’ndan borç alıp repo işlemlerine akan bir arbitraj yaratılmış olabilir.
Swap piyasasını, zihinlerdeki “TL borçlanıp bununla dolar alıp TL’yi zayıflatıyorlar” zannıyla cendereye alalım derken, bir bakmışsınız swap pazarı “ayağınıza gelmiş”.
Merkez Bankası’nın dünkü TL fonlaması 165 milyar TL ile rekor kırdı. Her ne kadar günün sonunda 8 milyar TL’si geri dönmüş olsa da 157 milyar TL’lik net fonlama da rekor.
Buradan hareketle olsa gerek “hımm, demek ki BDDK’nın swapla sıktıkları bize geldi; o zaman bunu da kısıtlarız” mekanizması çalışmış olmalı. “İhtiyaçtan fazla borçlanma; limitin iki katı alanın var” denilmiş bankalara.
Hala “kulağı tersten” gösterme ısrarı var; finansal aracın fiyatını değiştirmekten kaçınıp, kanallarını daraltmayı marifet bilen “teknokratlar” iyi bir iş yaptıklarını zannediyorlar.
Olan şu: Swap piyasasını altüst ederek, riskini azaltmak isteyenleri CDS gibi alanlara sürükleyip, buradaki risk primlerinin patlatılmasıyla son buldu.
Stigma şu: CDS primleri patladığından, artık Türkiye kredi fiyatlamalarına bakmayıp “uzak dur” atmosferine yol açılıoyor. Bunun da ödemeler dengesinde “Sudden stop” denilen bir sermaye akışı duruşuna yol açması muhtemel.
Merkez Bankası TL’yi savunmak için, “bir cisim gibi çarpmak üzere” yaklaşan enflasyona karşı kalkanları açmak yerine “miktarı daraltarak” etkili olacağını sanıyor. Uzun vadeli tahvil pazarında işlem ve fiyat oluşmadığı günlerden geçiliyor.
Hani “sadeleşmeye” geçilmişti? Şimdi yeniden aynı yollardan geçiliyor…
Tüm bu olanlarla Merkez Bankası’nın döviz ve altın rezervleri düşüşe geçti.
Muhtemeldir ki Merkez Bankası’nı da endişelendiren bu oldu: Beklediğinden daha fazla rezerv kaybı ve TL’nin değer kaybının durmaması.
13 Ağustos’la başlayan rezerv azalışı devam ediyor ki buna Merkez Bankası’nın döviz ve altın zorunlu karşılıkları serbest bırakma kararı ile de bilinçli olarak yol verildi.
Banka 6 Ağustos’ta aldığı kararla 2.2 milyar dolar, 13 Ağustos’ta aldığı kararla 6 milyar dolar döviz 3 milyar dolar altın karşılığı serbest bırakma kararı almıştı.
6 Ağustos-24 Ağustos arasında; 7.8 milyar dolar döviz rezervi, 2.3 milyar dolar (50 ton) altın rezervi azalışı ile toplam 10.2 milyar dolar rezerv azalışı oldu.
Bayram tatili bitip de piyasalar açılıdığında rezerv kaybının devam ettiği görülüyor.
2 günde; 27 ve 28 Ağustos günlerinde kabaca 5.2 milyar dolarlık rezerv kaybı olmuş.
Böylece 10-28 Ağustos’ta toplam rezerv kaybı 15.4 milyar dolara ulaştı.
3 Ağustos’ta 102.9 milyar dolar olan döviz ve altın rezerv toplamı, 28 Ağustos günü kabaca toplam 88 milyar dolara gerilediğini hesaplıyorum.
Ankara’dakiler TL’yi savunmak ve faizleri artırmak yerine rezerv kaybına razı olmuş görünse de bu durum sürdürülebilir değil.
O halde neden seyrediliyor? Neden daha fazla bedel ödeniyor?
Kasım ayından bu yana Merkez Bankası rezervlerinin yüzde 25’ini kaybetti.
Seçim kararı alındığından bu yana ise yüzde 22’sini.
Tek başına rezerv kaybı bile TL’nin değer kaybı için bir “stigma” halini alabilir.
“Dış güçler”, “ekonomik savaş” bahanesini bırakıp TL’yi savunmak için çok geç olmadan adım atılmalı…
*Bu yazı, Uğur Gürses'in kişisel internet sitesinde yayınlanmıştır.