Sözcü yazarı Uğur Dündar, Çanakkale'nin Bozcaada ilçesinde hâlâ ameliyat yapılabilecek bir hastanenin bulunmadığına dikkati çekerek "Sağlıkta devrim yaptık' diye övünen AKP iktidarında ise daha geçen hafta Bozcaada'da kalp krizi geçiren Naci Yavuz adlı hasta, ilk müdahale yapılamadığı için saatler süren bir yolculukla Çanakkale'ye götürülüyor. Unutulmuşluk ve ihmal, bu iki güzel adamızda sanki kadermiş gibi sürüp gidiyor" dedi.
Uğur Dündar'ın "Bozcaada" başlığıyla yayımlanan (20 Ağustos 2017) yazısı şöyle:
Feribotun kaptan köşkünde çay içiyorduk.
Bir ara dümendeki gemici bana dönüp “Bizim ülkemizin çok güzel olduğu söylenir. Abi siz dünyayı dolaştınız. Türkiye dışarısıyla kıyaslandığında gerçekten güzel mi?”diye sordu.
Hiç düşünmeden “Haklısın kardeşim” dedim. “Dünyayı Saran Sancılı Kuşak” başlıklı röportaj için Ekvator çevresinde tam bir tur attım. Ayrıca gerek tüyü bitmemiş yetimin hakkını çalıp Türkiye'den kaçanları takip ederken, gerekse seyahati sevmem nedeniyle, dünyada gidilebilecek her yere gittim. Rüya adalarını, kartpostal cennetlerini gördüm…”
Kaptan da radara bakmayı bırakmış, sözü nereye getireceğimi merak ederek dinlemeye başlamıştı.
“Size tüm kalbimle söylüyorum; bizim ülkemizden daha güzel bir yer göremedim. Yeryüzü cenneti diyebileceğimiz yurdumuzun en güzel köşelerinden biri de şimdi gittiğimiz ada!..”
Derin bir nefes alan dümendeki gemicinin bakışları artık gurur doluydu.
Hepimiz kızılın tüm renklerini saçarak denizde kaybolmakta olan güneşin batışını seyrediyorduk. Tepemizden sürü sürü, çığlık çığlığa
martılar geçiyor,
harikulade bir yaz gecesi adayı yavaştan kuşatıyordu.
* * *
Bozcaada'ya ilk kez 1977 yılında, o zamanki Belediye Başkanı Nagehan Akay'ın çağrısı üzerine gitmiştim.
Nagehan Hanım, Kuzey Ege'deki iki adamızdan biri olan Bozcaada'nın unutulmuşluğunu anlattığı mektubunda, halkın karayla bağlantısını, efsaneleşen bir kaptanın ahşap yük motoruyla sağladığını yazıyordu. Belirttiğine göre Halil Yakar Kaptan yaz, kış, fırtına demeden yılın 365 günü soyadını taşıyan teknesiyle karşıdaki Geyikli'ye geçiyor, adanın tüm tüketim ihtiyacını karşıladığı gibi, hastaları ve hamile kadınları da Çanakkale Devlet Hastanesi'ne yetiştiriyordu. Hatta azgın dalgalarla mücadele sırasında bazen doğum yapanlar da oluyordu.
Yakar Kaptan'ın düzenli bir sefer saati yoktu. Ne zaman ihtiyaç duyulursa motoruna atlıyor ve denizleri yara yara çaresiz insanları karşıya taşıyordu. Öyle para pul meraklısı da değildi. Parası olmayanların sırtını sıvazlayıp, “Önemli değil, olduğu zaman verirsin”diyordu.
Becerisi, tertemiz yüreği, iyilikseverliği ve denizlere meydan okuyan eşsiz cesaretiyle bu efsane kaptan, hakikaten bir jübileyi hak ediyordu.
* * *
Bulutların adeta adaya yapıştığı, çisentili bir kış günü, maceralı bir yolculuktan
sonra adaya geçtik.
Yol boyunca Yakar Kaptan'la sohbet ettik, röportaj yaptık. Adaya yaklaşırken babacan tavırlı bu büyük denizci benim ve TRT ekibindeki tüm arkadaşlarımın can dostu olmuştu. Kıyıda başta kaymakam olmak üzere Belediye Başkanı Nagehan Hanım, tüm protokol ve sevgili Bozcaadalılar bizi bekliyorlardı.
Alkışlar arasında motordan inip, taptaze balıklarla dolu sofrada karnımızı doyurduk.
* * *
Yemekte adanın makus talihinin anlatıldığı hikayeler dinledik.
Örneğin buraya sürgünle gelen Ticani Tarikatı Şeyhi Kemal Pilavoğlu'nun, eşlerinden birinin şikayeti üzerine üç erkek çocuğa tecavüz ederken ada tarihinin en sevilen kaymakamı Kutlu Aktaş tarafından suçüstü yakalattırıldığını öğrendik. (Kutlu Bey daha sonra Ağrı ve İzmir'e vali oldu. İstanbul Valiliği'nden sonra da İçişleri Bakanlığı yaptı.)
Adada hastane yoktu. Küçük sağlık ocağında ise sürekli görev yapan doktor bulabilmek mümkün değildi. Feribot seferleri başlamadığı için ambulans da verilmemişti.
Bu nedenle Yakar Kaptan'ın motoru, gerektiğinde ambulans da oluyordu!..
Yokluk ve ihmal edilmişlik nedeniyle “Batı'nın Hakkarisi” de denilen adadaki tadı hâlâ damağımızda olan yemeğin ve jübilenin ardından çevreden çeşitli görüntüler aldık. İlçe merkezinden çıkışta başlayıp yalıyarlara kadar uzayan ve sanki denizin içinde de devam ediyormuş izlenimini yaratan çavuş üzümü bağlarının güzelliği karşısında büyülendik. Yosun, deniz ve kır kokan havasına hayran olduk. Uçsuz bucaksız doğal plajlarını görünce hep birden “Oooo, gerçekten muhteşem” dedik.
Kalplerimizi orada bırakıp İstanbul'a döndük.
* * *
Sonra neler oldu neler…
Meraklısının TRT arşiv görüntüleri arasında bulup yeniden seyredebileceği “jübile” haberimizin ardından iki askeri çıkarma botunun devreye sokulmasıyla, ada tarihinde ilk kez düzenli feribot seferleri başlatıldı.
Ada halkının çaresizliğini ve yaşanan dramları anlattığım Sağlık Bakanı Osman Durmuş tarafından modern bir ambulans tahsis edildi.
Feribotların ve ambulansın ardından doktorlar da geldiler.
Adada Yakar Kaptan (merhum), öğretmen Ali, şarap üreticisi Haşim, Metin ve Mehmet Hoca değerli arkadaşlarım oldu. Haluk Şahin gibi kadim dostlarımdan bazıları da benden dinlediklerinin etkisinde kalıp adalı oldu… Sevgili Haluk, büyük çoğunluğunu adada geçirdiği 31 yıla 5 kitap sığdırdı!..
Sonra filmler yapıldı, diziler çekildi ve ada turist akınına uğradı.
Adanın o en güzel, en bakir yıllarını yaşadığımız Ayazma yolundaki tek odalı, küçüklüğü nedeniyle tuvalet ve mutfağına başımızı eğerek girebildiğimiz taş bağ evimizi -severek kullanacağından emin olduğumuz- bir doğasever dostumuza satmak zorunda kaldık. Çünkü 5 kişilik büyük bir aile olmuştuk ve artık tek odaya sığamıyorduk.
15 yıl kadar önce, bir sabah vakti, çocuklarımın tavşanlar yesin diye akşamdan yemyeşil bahçesine havuç koydukları evimizden ağlayarak ayrıldık.
Son bir kez köşelere baktık, havuçlar yoktu. Demek ki yabani tavşanları o gece de aç bırakmamıştık.
* * *
O yıldan sonra ilk kez geçenlerde bir yazı dizisi için Atilla Köprülüoğlu dostumla Bozcaada'ya gittik.
Daracık sokaklarda selamlaştığımız dostlar “Adanıza hoş geldiniz” diyerek bizi sevindirdiler.
Ama üzülerek gördük ki, mevcut Sağlık Ocağı hâlâ ameliyat yapılabilecek bir hastaneye dönüşmemiş!
Yani en büyük gereksinim hâlâ giderilememiş!..
Bir yetkili “Karşıdan 15 dakikada ambulans helikopter gelebiliyor” dedi.
“Peki feribotların çalışamadığı fırtınalı havalarda helikopter nasıl inebiliyor?” diye sorunca, sustu!..
* * *
Kuzey Ege'deki adalarımızı Yunanlılar, Sultan II'nci Abdülhamit döneminde, Averof Zırhlısı ile tek top atışı yapmadan aldılar! Çünkü Abdülhamit, Osmanlı Donanması'nı Haliç'te çürütmüştü!
Elimizde kala kala 2 adamız kaldı: Bozcaada ve Gökçeada…
Fırtına nedeniyle feribotun kalkamadığı günlerde özellikle Gökçeada'da kalp krizinden yitip giden hastalarla ilgili bir belgesel yapsam, uykunuz kaçar.
Oysa küçümsediğimiz Yunan, Çeşme karşısındaki Sakız'dan Atina'ya günde 6 kez uçak kaldırıyor, feribotlar vızır vızır işliyor, hastanesinde ameliyatlar yapılabiliyor. Diğer Yunan adalarında da durum Sakız'dan farksız.
“Sağlıkta devrim yaptık” diye övünen AKP iktidarında ise daha geçen hafta Bozcaada'da kalp krizi geçiren Naci Yavuz adlı hasta, ilk müdahale yapılamadığı için saatler süren bir yolculukla Çanakkale'ye götürülüyor!..
Unutulmuşluk ve ihmal, bu iki güzel adamızda sanki kadermiş gibi sürüp gidiyor!..