- İktisat Prof. Eser Karakaş
Zaman/Yorum/ 30.08.2012
Türkiye burjuvazisi, rantlar, demokrasi ve TUSKON
Sayın Orhan Pamuk, yeni bir Türkiye burjuvazisi tartışması başlattı; iyi ki de başlattı diyebiliriz zira bu mesele, Türkiye burjuvazisi meselesi dünüyle, bugünüyle ve en önemlisi yarınıyla Türkiye için, Türkiye'nin gelişmiş bir hukuk devleti olarak sürdürülebilir daha yüksek bir iktisadi büyüme sürecini kalıcı kılabilmesi için çok önemli.
Türkiye burjuvazisinin niteliği üzerine bir-iki söz söyleyebilmek Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinin iyi bilinmesini, bu da yetmez, Batı Avrupa iktisat tarihinin de iyi bilinmesini gerektiriyor.
Sayın Orhan Pamuk, Türkiye burjuvazisine yönelik değerlendirmelerde bulunurken ağırlıklı olarak ilgili konuların siyasi ve kültürel boyutlarını ele aldı; ancak, bu Türkiye burjuvazisi meselesini daha iyi değerlendirebilmek, daha iyi anlayabilmek için meselenin iktisadi boyutlarının da ve özellikle de Türkiye devletinin rant yaratma ve dağıtma boyutlarının çok iyi incelenmesi gerekiyor.
Bir gazete yazısı boyutlarında konunun Cumhuriyet, hatta 1960 öncesine gitmek istemiyorum, zaten fiilen de mümkün değil; 1960 tarihi de rastgele seçilmiş bir tarih pek değil. Türkiye ekonomisinin 1923-1960 arası dinamiklerinin bu periyotta pek değişmediğini, kimi iktisatçıların yapmaya gayret ettiği dönemleme çalışmalarının da pek anlamlı olmadığı kanısındayım; aslında 1960-1990 arası periyotta da bir iktisatçı açısından çok da önemli bir kilometre taşı da yok. 1990 senesinden itibaren sermaye hareketleri, 1996'dan itibaren de AB ile gerçekleştirilen gümrük birliği dinamiklerde önemli değişikliklerin tohumlarını ciddi bir biçimde atıyorlar. 1960 tarihinin önemi de dünya ekonomilerinde bu tarihten, hatta biraz daha öncesinden başlayan ihracata dayalı büyüme trendlerine karşı, Türkiye'de 1960 itibarıyla zaten mevcut olan ithal ikameci modelin daha da büyük ölçüde konsolidasyonuyla Güney Kore tipi ekonomilerle yolların çok belirgin bir biçimde ayrışması.
Bu tarihlere kadar Türkiye ekonomisine çağdaş anlamda bir ekonomi demek de çok kolay değil, ekonomi ve siyaset tümüyle rant yaratma ve bu rantı üleştirme temellerine dayanıyor. 1960'lı, 70'li yıllarda komuta ekonomisinin, ithal ikameci modelin güçlenmesiyle Türkiye rant ekonomisinde dört temel rant üretme, bölüştürme mekanizması ön plana çıkıyor; bu dört mekanizma negatif faiz oranlarıyla, aşırı değerli, kontrollü kur politikalarıyla, korumacı dış ticaret politikalarıyla ve piyasa değeri altında birilerine tahsis edilen KİT ürünleriyle ortaya çıkıyorlar. Anılan dönemlerde büyük sermaye açıklarına rağmen negatif düzeylerde oluşturulan faiz oranlarında Türkiye burjuvazisi krediler kullandı, büyük döviz açıklarında bile aşırı değerli TL ortamında aynı burjuvaziye döviz kullandırıldı, ucuz ithalat yaptırıldı; vahşi koruma duvarları arkasında bu Türkiye burjuvazisi içeride son derece niteliksiz mallar üretti, rekabet dışı kaldı, çok büyük korumacılık rantlarının üzerine oturdu, KİT ürünleri de maliyetlerinin bile çok altında yine bu burjuvaziye aktarıldı, bu çok ucuz, bütçeden finanse edilen KİT mallarını yaptıkları çok kötü üretimde girdi olarak kullandılar. Bu dönemlerin resmi iktisatçıları bu rant mekanizmalarının bir tür sermaye birikim modelinin kaçınılmazları olduklarını da iddia ettiler ama bir türlü Türkiye'de sermaye birikemedi, kişi başına reel büyüme oranları Güney Avrupa ülkelerine, Uzakdoğu ülkelerine oranla çok düşük kaldı, Türkiye fakirlik, işsizlik, rekabetsizlik zincirini kıramadı. Bu dört rant mekanizması siyaseti, siyaset yapma tarzını da büyük ölçüde belirledi; siyaset vatandaşa daha nitelikli kamu hizmeti üretme yarışına dönüşemedi, tüm siyaset bu dört rant mekanizması musluğunun başına geçmek ve vatandaşa hizmet değil rant dağıtma çabasına dönüştü. Yapılan araştırmalar bu dört mekanizmanın yarattığı rant tutarının her sene milli gelirin üçte birini aşan bir tutara ulaştığını ortaya koymaktadır. Tüm ekonomi ve siyaset rant musluklarına hakim olma süreci olarak tanımlandığında da Türkiye sözde burjuvazisi de Batı Avrupa türü bir burjuva değil, devlete, rant mekanizmalarına göbekten bağlı, bir devlet asalağı olarak faaliyetlerine devam etti. Bu sözde burjuvazi uluslararası Soğuk Savaş yıllarında demokrasi ve hukuk devletinin yanından bile geçmek istemedi, askere yaslandı, kendi gerçek sınıfsal çıkarına ihanet etti. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi (1990), AB ile gümrük birliği süreci (1996) Türkiye burjuvazisi üzerinde büyük etkiler ve ayrışmalar yarattı; gümrük birliği kararına giderken Türkiye'nin iki büyük holdinginin farklı roller üstlenmiş olması konulara yakın kişilerin hafızalarında daha çok taze. Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi, AB ile gerçekleşen gümrük birliği Türkiye burjuvazisi üzerinde çok önemli, yapısal dönüşümlere neden oldu; o tarihlere kadar musluk başları, rant üretme mekanizmaları Ankara tarafından kontrol edilir, bu musluklardan Anadolu sermayesine, nedret yani rant havuzunun küçüklüğü ve daha da önemli olmak üzere siyasi nedenlerden pay aktarılmazken, dış ticaret rejiminin nispeten liberalleşmesi Anadolu'da oluşan yeni sermaye gruplarının dış pazarlar, ihracat üzerinden yeni bir sermaye birikim modeline yol açmıştır. Ağırlıklı olarak TUSKON'un temsil ettiği bu yeni sermaye birikim modeli rant mekanizmalarına değil de dış pazarlara ihracata dayalı olduğu için çok daha etkinlik temelli, çok daha modern bir sürece tekabül ediyor.
Ankara endeksli ekonomi
Ancak, TUSKON'un Ankara kökenli rant mekanizmalarına nüfuz edemediği, bu nedenden de sermaye birikimini ihracat, dış pazarlar üzerinden gerçekleştirmeye başladığı dönem TUSKON şemsiyesi altında faaliyet gösteren grupların Ankara ile siyaseten kan uyumsuzluğu yaşadığı bir dönemdir ve paradoksal olarak Ankara ile bir zamanlar oluşmuş mevcut kan uyumsuzluğu yeni sermaye birikim modeline etkinlik kazandırmıştır. TUSKON dış pazarlar üzerinden, siyaset şemsiyesini kullanmadan, kullanamadan yeni bir sermaye birikim modelini oluştururken, bu süreç kaçınılmaz olarak devletle ilişkisi çok sınırlı, üretime, ihracata dayalı yeni ve benim çok olumladığım bir burjuva sınıfının da temellerini atmıştır. Fakat, Türkiye'nin içinde bulunduğu son on senelik siyasi süreç TUSKON'un Ankara ile geçmişte mevcut kan uyumsuzluğunu büyük ölçüde ortadan kaldırmıştır. Bu siyasi ve radikal dönüşümün TUSKON'un üretim ve sermaye birikim tercihlerine yansımaları Türkiye'nin geleceğini, yeni Türkiye'nin yeni burjuvazinin kaderini belirleyecektir. Benim, bir iktisatçı, bir yurttaş olarak temel endişem Ankara ile TUSKON arasındaki buzların son on senede yaşanan erimenin TUSKON'un sermaye birikim modelini dış piyasalardan Ankara endeksli bir modele geri çevirme ihtimalidir; küresel kriz de maalesef bu olumsuz ihtimali daha da güçlendirmektedir.
TUSKON son senelerdeki başarılarıyla Türkiye'nin, Anadolu'nun çehresini değiştirmiştir ve daha da ileri derecelerde değiştirmeye adaydır; ancak, yeni sermaye birikim modelinin kaynağı, yönü dış piyasalardan Ankara'ya döndüğü ölçüde bu olumsuz ihtimali süreçten Türkiye, Anadolu, Türkiye demokrasisi ve ekonomi büyük zararlar görebilir.
Türkiye'nin demokrasi ve ekonomi geleceğini TUSKON'un önümüzdeki dönem tercih edeceği sermaye birikim modeli üzerinden okumak iktiza etmektedir; TUSKON'un, bu yeni Anadolu burjuvazisinin hedefi, rüyası mesela Küba'ya puro ihraç etmek mi, yoksa Ankara çıkışlı ihalelerden para kazanmak mı olacaktır?..