İş dünyasının Yeni Ekonomi Programı'ndan (YEP) neler beklediğini anlatan TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski ekonomi yönetiminden ‘güveni yeniden inşa edecek adımlar atmasını’ istiyor. Türk ekonomisindeki kırılganlıkların devam ettiğini belirten Kaslowski önümüzdeki günlerde açıklanması beklenen YEP'in içeriğinin büyük önem taşıdığını söyledi. Küresel ekonomideki son gelişmelerin Türkiye'ye kırılganlıklarıyla baş etme zamanı tanıdığını söyleyen Kaslowski "Sorulara inandırıcı cevaplar veren, kendi içinde tutarlı bir programa ihtiyaç var. Söz verilen reformların yapılması ve hedeflerin gerçekleşme oranı programa duyulan güven ve inandırıcılığı etkileyen bir faktör" dedi.
Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) önümüzdeki günlerde açıklanacak Yeni Ekonomi Programı (YEP) için ana beklentilerini, ‘güveni yeniden inşa edecek adımların atılması’ şeklinde belirtti.
TÜSİAD'dan 5 temel soru
İşte bu kapsamda YEP’te bazı temel sorunların cevaplarının net bir şekilde verilmesi gerektiğine de işaret ediyor Kaslowski ve “Programdan beklentimiz; ‘Enflasyon nasıl düşecek’, ‘Bütçe açığı nasıl kontrol altına alınacak’, ‘Yüksek dış borç nasıl azaltılacak’, ‘Reel sektörün rekabet gücünü artırmak için ne yapılacak’ ve ‘Hangi yapısal reformlar, ne zaman yapılacak’ sorulara cevap vermesi. Bu sorulara inandırıcı cevaplar veren, kendi içinde tutarlı bir programa ihtiyaç var. Programda bahsedilen politikalara uyulması, söz verilen reformların yapılması ve hedeflerin gerçekleşme oranı programa duyulan güven ve inandırıcılığı etkileyen bir faktör. Geçmiş yıllarda özellikle reform kısmında bahsedilen, özel sektörün beklediği pek çok reform maalesef yapılamadı” şeklinde konuşuyor. Kaslowski’nin sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:
Türkiye ekonomisini nasıl görüyorsunuz, kırılganlıklarımız devam ediyor mu?
Evet, maalesef devam ediyor. Geçtiğimiz yıl ağır bir kur şoku ve onun yansımalarını tecrübe ettik. Bugün, oldukça büyük bir dış borç yükümüz var.
Aslında krizin temelinde kırılgan hale gelen finansal sistemimiz yatıyor. Dünyadaki borç sorunu bizde de var. Şirket borçlulukları yüksek. Geçtiğimiz on yılda şirketler özkaynakla büyümek yerine krediyle büyüdüler. Kredilerin mevduata oranı TL’de yüzde 140’ları buldu. Türkiye’nin dış borcu milli gelirin yüzde 60’ını geçti. En son 2001 krizinde yüzde 56 dolayında dış borcumuz vardı. Yüksek büyümemizden dolayı tasarruflarımızın çok üzerinde kaynak ihtiyacı oluştu ve büyük ölçüde yurt dışından borçlanıldı. Kısacası ayağımızı yorganımıza göre uzatmadık.
Ayrıca kredi büyümesi son yıllarda bir ekonomi politikası aracı haline geldi. Özellikle seçim dönemlerinde normal olmayan kredi dalgalanmaları gördük. Oysaki bankacılık sektörü bir ekonominin sağlıklı işleyebilmesi için kritik bir görevi yerine getirir. Ülkenin tasarruflarını yani finansman kaynağını en verimli alanlara ve projelere finansman olarak aktarır.
Sorunlu borçlar…
Sistemde bugün önemli ölçüde sağlıksız borç var, bunlar kredi kanalının verimli işlemesine engel oluyor. Son dönemde 46 milyar TL’lik kredinin aslında sorunlu olduğu ve takibe alınması gerektiği açıklandı. Benzer açıklamalar devam edebilir mi? Bu konuda daha fazla şeffaflığa ihtiyacımız var.
Sorunlu kredilerle ilgili olarak en başından beri gerekli mekanizmaların kurulması gerektiğinin altını çiziyoruz. Bazı çalışmalar var ama piyasadaki risk algısı çok yüksek. Bu nedenle finansal istikrarı sağlayacak adımların atılması gerekir ki ülke risk primi düşsün, finansal sistem ihtiyaç duyduğu makul şartlarda dış kaynağa ulaşabilsin.
Türkiye’de büyüme, işsizlik, ihracat gibi göstergeler bize nasıl bir yılsonunu ve 2020’yi işaret ediyor?
Büyüme yavaş yavaş geri dönüyor ama daha kriz öncesi gelir seviyemize ulaşmış değiliz, yani daha tam çıkmış değiliz. Bu küçülme döneminde 2009’dan farklı olarak tamamen iç talepte düşüş oldu, ihracat ancak belli ölçülerde arttı. O yüzden sektörlere göre de bir ayrışma oldu. Dışarıya ihracat ağırlıklı çalışan sektörlerde sıkıntı diğerlerine göre daha az ama finansal dalgalanmalar onları da etkiledi.
İşsizlik ise ekonomide yaşadığımız küçülmenin boyutuna kıyasla çok daha kötü bir durumda. 2009 krizinin üzerine çıkan bir işsizlik oranı var, genç işsizliği yüzde 25.8’e ulaştı. Sokaktaki insan krizi tüm şiddetiyle yaşamaya devam ediyor. Üstelik krize neden olan kırılganlıklarımız devam ediyor. Özel sektör ve bankalar bir miktar borç ödemesi yaptılar ama hala yeterli değil. Az önce de bahsettiğim gibi bankacılık sektöründeki tıkanıklığı aşmadan potansiyel büyümeye yani yüzde 5 civarında bir büyümeye dönmek zor. Bu yılı sıfıra yakın bir büyümeyle kapatacağız. Önümüzdeki yıl büyümenin artması beklenebilir.
Büyük reform yapalım
Makroekonomik hedeflerin yanında daha uzun vadeli bakarsak rekabet gücümüzü artırmak için ne yapılmalı? Dünya ihracatı içerisindeki payımız son 10 yıldır neredeyse hiç artmıyor. Gelişmekte olan piyasalara kıyasla ise düşüyor. Önümüzdeki tablo açık: Rekabet gücümüz ve yatırım çekme potansiyelimiz azalıyor. Bu nedenle artık sadece makro hedeflere odaklanarak, kur bugün de artmadı diye sevinerek vakit kaybedemeyiz. Artık hukuk sistemi, eğitim, işgücü ve vergi alanlarındaki reformlar gerçekleştirilmeli. Ne zaman bir reform gündemi oluşsa hep en kısa zamanda ne yapabiliriz, en hızlı sonuç verecekler hangileri gibi sınıflandırmalara gidiliyor ve gerçekten fark yaratacak reformlar erteleniyor. Artık ufak tefek maddelerle vakit kaybetmeyelim. Büyük düşünelim, büyük reformlar yapalım. Dijital dünyada yine takipçi pozisyonunda kalacaksak, dünyadaki sıralamamız da, ihracattan aldığımız pay da değişmez.
Düşen faizler, artan krediler ekonomiyi canlandırır mı?
İş dünyası için faizlerin düşmesi ya da bankaların kredi vermesi kadar, güven de önemli. Çünkü yatırım yapmak için baktığınız kriterler uzun vadeli. Avrupa’da negatif faiz var ama yatırımlar bir türlü canlanmıyor. 2000’li yılların başında Türkiye’de faizler yüksekti ama yatırımlar çok güçlüydü. Bugünkü faiz düşük olduğu için değil geleceğe dair umut gördüğünüzde yatırım yaparsınız. Finansman maliyeti kriterlerden sadece biri.
Oyunun kuralları Türkiye'de çok sık değişiyor
Güvenin geri gelmesi için ne yapılmalı?
Son birkaç yılda yaşadığımız finansal dalgalanmalardan sonra güvenin geri gelmesi için uzun vadeli bir istikrar programı lazım. Politikalarımız yani oyunun kuralları Türkiye’de çok sık değişiyor. Kuralların sürekli değiştiği bir ortamda istikrar olmaz. İstikrar olmayınca güven olmaz ve yatırım olmaz. Tüm dünyada iş dünyası bir ülkeye yatırım yaparken faiz kaç, kur kaç diye bakmıyor bugün, kurallar var mı, hukuk var mı, güvence var mı diye bakıyor. Serbest piyasa ilkelerinin çalışıp çalışmadığına bakıyor.
Faizler ve enflasyonun düşmesine ve dünyadaki olağanüstü parasal genişlemeye rağmen talebin bir türlü canlanmaması, ekonomik işleyişe güvenin henüz tesis edilmemiş olmasındandır. Bu çerçevede, kurumlarımıza ve demokrasimize güveni artırırsak zaten yatırım ortamı da iyileşecek, talep canlanacaktır.
Söyleşinin tamamı için tıklayın