T24 - Türklerin AB’ye vizesiz girme hakkını onaylayan Münih İdari Mahkemesi cevaplanması gereken yeni soruları ortaya attı. AB, 1973 yılından bu yana yasal hakkı olan Türkler'den neden vize istiyor? AB ile imzaya hazır olan Geri Kabul Anlaşması neden vize pazarlığı ile ilişkilendiriliyor? Avrupa mültecilerin yükünü Mağrip’den sonra şimdi de Türkiye’ye mi yükleyecek?
Münih İdari Mahkemesi’nin “Türkler özellikle turistik seyahat amacıyla, vizesiz Almanya’ya giriş yapabilir, oturum almadan 3 ay Almanya’da kalabilir” kararı Türklerin Avrupa’ya vize çilesi çekmeden gitme umudunu arttırdı. Çünkü bir ilk olan bu mahkeme kararı emsal teşkil edebilecek. Mahkeme kararına gerekçe olarak Türkiye ile AB arasında imzalanan ve 1973’ten bu yana geçerli olan katma protokolün 41. Maddesi ile Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET)’nin 1964 yılında çıkardığı bir yönergeyi gösterdi. Alman Yeşiller Partisi Milletvekili ve Avukat Mehmet Kılıç yıllardır, aynı anlaşma maddelerine dikkat çekerek Türklerin AB ülkelerine, örneğin tedavi görmek, iş kurmak, fuar, konser, maç gibi faaliyetlere katılmak için ya da turistik gezi yapmak için vize almak zorunda olmadığını ısrarla söylüyordu. Hatta 2009 yılında Avrupa Adalet Divanı’nın aldığı Soysal Kararı’ndan sonra vizesiz seyahat hakkını savunanların sayısı arttı. Tır şoförleri Mehmet Soysal ve İbrahim Savatlı isimli iki şoförü, vize sıkıntısını Alman İdare Mahkemesi’nden Avrupa Adalet Divanına kadar taşımış, Adalet Divanı da Türkiye ile imzalanan ortaklık anlaşmasına dayanarak şoförleri haklı bulmuştu. Biz gazeteciler hep bir Türk vatandaşının bu gerekçeleri göz önünde tutarak vize almadan Almanya’ya girmeyi denemesini bekledik ama olmadı. Amerika’dan gelen, uçakları geciktiği ve Alman vizeleri olmadığından dışarı çıkamadıkları için Münih havaalanında mahsur kalan dört Türk vatandaşının haklarını araması hepimizi sevindirdi. Ancak hevesimiz pekala kursağımızda kalabilir. Çünkü Almanya ile Türkiye arasındaki Türklerin çıkarına olan pek çok karar uygulamada sınıfta kalıyor. Almanya Soysal Kararı’nı hâlâ tanımış değil ve maalesef AB Adalet Divanı’nın kararlarını cebren uygulatacak bir mekanizma yok. Yani Almanya’nın hukukun üstünlüğü ilkesine saygı gösterip yarından itibaren Türkleri vizesiz ülkesine sokacağını düşünmek safdillik olur. Nasıl ki, vize vermek Alman büyükelçilik ve konsolosluk çalışanlarının inisiyatifine kalmışsa, vizesiz girme girişiminiz de havayolu şirketleri ve sınır polisinin insafına kalmış oluyor. Eğer hukuk mücadelesini Adalet Divanı’na kadar götürme cesaretiniz varsa deneyin derim.
AB karayolunu da kapatıyor
Ocak ayı ortalarında çıkan Türkiye ile AB arasında imzalanacak Geri Kabul Anlaşması’nın hazır olduğuna yönelik haberler Türkiye’de vizesiz Avrupa’ya büyük adım olarak yorumlanırken, Almanya’da “Türkiye Afrika’dan gelen mültecileri kabul edecek” başlığı ile verildi. Hatta muhafazakâr çizgideki Die Welt gazetesi, Türkler’in vize sevincini hafiften tiye alan bir yazı da kaleme aldı. Libya, Tunus, Cezayir ve Fas ile yaptığı işbirliği sayesinde Akdeniz’i mültecilere tamamen kapatan AB, şimdi de karayolunu engelleme çabası içerisinde. Fransız Sivil Toplum Örgütü Migreurop’un yayımladığı rapora göre, illegal göçmenlerin büyük bir kısmı artık karayolunu özellikle de Türk-Yunan sınırını tercih ediyor. Son iki yıl içerisinde Akdeniz’i kullananların sayısında yüzde 70, Karaip adalarını kullananların sayısında, neredeyse yüzde 100 lük bir azalma görülürken, Türk-Yunan sınırından Avrupa’ya geçenlerin sayısı ise yüzde 370 artmış. Yunanistan’ın ve Bulgaristan’ın Türkiye sınırına duvar örmesinin ve AB’nin Sınır Güvenlik Ajansı FRONTEX’ten yardım istemesinin kendi açılarından haklı sebepleri var. Önce Tunus sonra Mısır’da meydana gelen halk hareketleri Mağrip’i karıştırınca AB’nin kaçak göç endişesi yeniden alevlendi. Türkiye ile imzalanacak bir Geri Kabul Anlaşması’na AB’nin ivedilikle ihtiyacı var. AB’nin kaçak göçü engellemek için Mağrip ülkeleri ile girdiği işbirliğinin karnesi insan hakları açısından bakıldığında tam bir skandal.
Akdeniz’de mülteci avıAvrupa’nın kaçak göçle mücadele konusunda en ayrıcalıklı ortağı Libya. İtalya ile 2009 yılında dostluk anlaşması imzalayan Libya 2008’den bu yana Geri Kabul Anlaşması için AB ile pazarlık yapıyor. Geçen yıl imzalanan ön anlaşmaya göre AB Libya’ya, kaçak göç ile mücadele karşılığında 2011-2013 yılları arasında 60 Milyon Euro ödeyecek. Libya'nın kaçak göç ile mücadeleden anladığı tam bir mülteci avı. Cenevre Mülteciler Konvensiyonu’nu imzalamayan Libya, BM Mülteciler Yüksek Komiserliğı’nin 13 bine yakın sığınmacıya yardım eden Trablus’daki bürosunu da kapattı. Alman Pro Asyl Örgütü’nün verdiği bilgilere göre; Libya, mültecileri çöldeki yaşam koşulları hiç de insani olmayan kamplarda tutuyor. Kamplarda mültecileri sadece yoksulluk değil, işkence, tecavüz ve cinayet de bekliyor. Ispanya ve Fas arasında da Libya ile İtalya arasındakine benzeyen bir anlaşma var ve benzer koşullar söz konusu. Daha geçtiğimiz haftalarda Cezayir, 43 kaçak göçmenin bulunduğu bir tekneyi yakaladı. Cezayir sınırlarını yasa dışı yollardan geçmenin cezası 2009 yılında çıkarılan yasaya göre altı ay hapis. Bu ceza insan ticareti yapanlarda 20 yıla kadar çıkıyor.
Avrupa cennet değilAB topraklarına girebilmek de artık çözüm değil. Örneğin 1993 yılından bu yana mülteci başvurusunda bulunanlar, Almanya‘ya güvenli üçüncü ülkeler üzerinden gelmişlerse, ki Almanya‘nın bütün komşuları bu sınıfa giriyor, bu ülkelere geri gönderiliyorlar. 1992‘ de 440 bin kişi sığınma başvurusunda bulunurken, bu rakam 2009‘da 27 bin 700‘e düşmüş. Mültecilerin Almanya‘ya ayak bastıkları ilk yıl çalışmalarına izin verilmediği gibi geçinmeleri için yapılan maddi yardım da nakti değil ayni olarak yapılıyor. Ellerine verilen harçlık 50 Euro‘yu bile bulmuyor. Mülteci başvuruları genellikle reddediliyor, reddedilmeyenler ise pek çok eyalette hapishanelerde barındırılıyor. Italya, İspanya ya da Yunanistan ile karşılaştırıldığında Almanya mülteciler için cennet. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin uyarıları üzerine Almanya Yunanistan’a mülteci göndermekten vazgeçti. Mülteci başvurularının ancak yüzde 1’ini kabul eden Yunanistan Türkiye ile tam bir plng-pong oyunu içerisinde. Türkiye 1951 yılında imzaladığı Cenevre anlaşmasına göre mülteci olarak kabul etmediği kaçak göçmenleri Yunanistan’a, Yunanistan herhangi bir anlaşması olmadığı halde Türkiye’ye hem de defalarca gönderiyor.
Mülteci yükünü kim çekecek?
Türkiye AB ile bir Geri Kabul Anlaşması imzalarsa kendini otomatik olarak bir yasadışı göç savaşının içerisinde bulacak. Bu savaşın en önemli silahı Cezayir’de olduğu gibi çıkarılacak sert yasalar. Peki ya ülkelerindeki insani olmayan koşullardan, ki buna yoksulluk da dahil, kaçan insanlara ne olacak? Bugüne kadar sadece Avrupa kıtasından gelenlere iltica hakkı tanıyan Türkiye onları geri mi gönderecek yoksa ülkede mi tutacak. Ülkede tutarsa iltica başvurularını kabul edecek mi? Ederse maddi manevi nasıl bir destek sunacak? Başvurusu kabul edilene kadar mülteci adayları nerede yaşayacak, kamplarda mı, hapishanelerde mi? Bunun mali yükünü kim taşıyacak? İnsanın aklına bu ve buna benzer daha onlarca soru geliyor. Türkiye’ye sığınmak isteyenlere kucak açmak son derece insani ve kesinlikle olması gereken bir tutum. Ancak bu demokrasi havarisi Avrupalıların da görevi. Onların yükünü aslında 1973’ten bu yana yasal hakkı olan vize muafiyeti karşılığında yüklenmek ne kadar adil? Hem biz AB’ye üye olmayacak mıyız? Yoksa bu üyeliğin gecikeceği ya da ayrıcalıklı ortaklığın ısıtılıp önümüze sunulacağının bir işareti mi? Bence vize bahane.