Mehmet Altan*
İktidar dönemi uzadıkça Tayyip Erdoğan’ın “şahsi çıkarının ” her şeyin önünde olduğunu her gün biraz daha ürkütücü örneklerle görüyoruz.
Bugünkü çıkarı için daha önce söylemiş olduklarını, vaatlerini, yaptıklarını inkar etmekten kaçınmıyor. Üstelik daha çok yakın geçmişte söyledikleri ne kadar doğru ve iyiyse, şimdi söyledikleri ve yaptıkları da o kadar kötü.
“Kupon arazilerin” cazibesine kapıldığından beri kötülükler ve çarpıtmalar denizinde pupa yelken gidiyor.
Örneğin, 17 Temmuz 2011’de resmi gazetede yayınlanan “hükümet programında” şu vaatte bulunuyordu:
“Avrupa Birliği üyeliğini her şeyden öte ülkemizde temel hakların kurumsallaşması ve demokrasinin derinleşmesi olarak görüyoruz. Demokratikleşme yolunda attığımız adımlara yenileri ile devam edeceğiz. Bu çerçevede, mevzuatımızda yer alan tüm antidemokratik hükümleri tarayarak ortaya çıkaracağız. Tespit edilen hükümleri statüsüne göre Meclisimizin iradesi veya idarenin ikincil düzenlemeleri ile ortadan kaldıracağız. “
Üç yıl sonra ise seçim bildirgesi ve hükümet programındaki vaatleri buruşturup çöpe atarak, “Bu Twitterlarmvitırlarfalan var ya şimdi mahkeme kararı çıktı, Twitter falan hepsinin kökünü kazıyacağız. Efendim işte uluslararası camia şöyle der, böyle der, hiç beni ilgilendirmiyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin gücünü görecekler” demekten çekinmiyor.
Dahası da var…
Anayasa Mahkemesi, Twitter'a erişimin engellenmesiyle ilgili yapılan başvuruları değerlendirerek, "Başvurucuların Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine" hükmedip,“mahkeme kararlarını aşan ve milyonlarca kullanıcısı bulunan bir sosyal medya ağı olan twitter.com sitesine erişimin tamamen engellenmesini öngören işlemin kanuni dayanağının bulunmadığı ve bu sosyal paylaşım sitesine erişimin kanuni dayanağı olmaksızın ve sınırları belirsiz bir yasaklama kararı ile engellenmesinin demokratik toplumların en temel değerlerinden biri olan ifade özgürlüğüne ağır bir müdahale oluşturduğu açıktır" demesi karşısında Erdoğan’ın söyledikleri de şunlar:
“Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu karara uymak durumundayız. Ama saygı duymak zorunda değilim. Bu karar saygı duymuyorum. Şu anda alınmış olan bu karar, birincil mahkemelere müracaat edilmeden, hukuk yolları tüketilmeden AYM’ye götürmüştür. AYM’nin bunu reddetmesi gerekirdi bu bir.
İkincisi özgürlükler yaklaşımını doğru bulmuyorum. Zira bu ticari şirkettir. Sadece Twitter değil, YouTubeda, Facebook da ticari şirkettir. Bunun ürününü alıp almamak herkesin tasarrufundadır. Bunun özgürlükle alakası yok. Özgürlük noktasında temel haklar noktasında AYM’de bunca bekleyen dosyalar varken, iki gün önce AYM’nin direkt kendilerine başvurmak suretiyle böyle bir karar almasını ben doğrusu milli bulmuyorum. Bunun yanında ABD’li şirketin savunması yapılırken, bizim milli, ahlaki her türlü değerlerimiz bir kenara konuluyor."
Demokrasiden,hukuktan,anayasadan,tutarlılıktan,mantıktan ve verdiği sözlerden ne kadar uzaklaştığını bu sözler de ortaya koyuyor zaten.
Kişisel çıkarı o gün neyi emrediyor ise pişkince onu savunan bir siyasetçinin belki de söyledikleri görmezden gelmek gerek... Ne var ki hukuku dinlemeyerek gayri meşru konumunu her gün pekiştirip derinleştiren Erdoğan başbakanlık koltuğunda oturuyor,söyledikleri ve yaptıkları bütün toplumu etkiliyor.
O yüzden bu demagojik saçmalıklar konusunda yazmak zorunluluğuyla karşılaşıyorsunuz.
Mesela, Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünü hem de hiç bir mahkeme kararı olmadan ihlal etmesine set çeken Anayasa Mahkemesi’ni “ABD’li şirketin çıkarlarını savunan,gayri milli bir anayasal kurum” olarak gösterecek kadar kaba ve ürkütücü bir demagojiyi büyüteç altına almak durumunda kalıyorsunuz.
Tartışılan, ifade özgürlüğü…
Başbakan’ın söz ettiği ise “millilik-gayrımillilik.”
Bu iki kavram arasında hiçbir ilişki yoktur.
“Twitter”da özgürce fikirlerini söylemekle“millilik” kavramını birbirine vurdurduğunuzda ortaya saçma sapan bir demagojiden başka bir şey çıkmaz.
Böylesine utanmazca bir çarpıtmaya girişen adamın mantıki tutarsızlığını bir yana bırakalım da “milliliğe” böylesine önem veren bu başbakan ne kadar “milli” davranmış bir de ona bakalım. Acaba daha önce kendi “millilik” ölçüsüne ne kadar uymuş, onu görelim.
“İfade özgürlüğünü” savunmayı,“gayrı milli” şirketlerin çıkarlarını savunmakla eşdeğer tutan, hukuka bile “millilik- gayrı millilik” açısından bakan bu başbakan, “gayrı milli” şirketlerle ilgili ne yapmış kendi iktidarında diye merak etmez misiniz ?
Şayet ederseniz hemen söyleyelim, Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırımların ülkelerine aktardıkları kâr transferi, 2002 yılında 401 milyon dolar iken, 2012 yılında 2,6 milyar dolar olarak gerçekleşmiş, 2013 yılında 4 milyar dolara yükselmiş.
AKP’nin iktidarda olduğu 11 yılda “gayrımilli” şirketlere 10 kat artan bir kâr transferi söz konusu olmuş.
Bunu gerçekleştiren adam, Anayasa Mahkemesi’ni “gayrımilli” olmakla, “yabancı şirketlerin çıkarlarını korumakla” suçlayan adam.
Ya özelleştirme,onları ne yapacağız ?
Yabancı sermayenin özelleştirilen “milli” şirketleri alması nedeniyle mahkemelerce verilen iptal kararları hakkında Başbakan o zamanlar yargıya söylemediğini bırakmıyordu.
Twitter tartışmasına kadar “özelleştirme” bağlamında yabancı sermaye baş tacıydı…
İfade özgürlüğünü yok eden bir karar bozulunca,Anayasa Mahkemesi Amerikan şirketini savunan “gayrı milli bir kurum” haline geliverdi…
Halbuki özelleştirme uygulamalarına ilk defa 1986 yılında başlayan Türkiye, 24 yılda 39 milyar 600 milyon 581 bin dolarlık özelleştirme yaptı. Bunun 30 milyar 734 milyon dolarlık bölümü 7.5 yıllık AKP iktidarında gerçekleştirildi.
58, 59 ve 60’ıncı hükümet döneminde yapılan özelleştirmelerin toplam içindeki payı yüzde 77.6 oldu.
Başbakan Erdoğan’ın hükümeti, “milli” şirketleri “gayrımilli” kuruluşlara satarken bir “millilik” sorunu yok ama Anayasa Mahkemesi “ifade özgürlüğünü” savunup Twitter yasağını kaldırınca “millilik” sorunu var.
Utanma kalmayınca demagojide ve çarpıtmada sınır tanınmıyor.
Tayyip Erdoğan faşizan bir sistemin alt yapısını “millilik” üzerine kurup,evrensel temel hak ve özgürlükleri de “gayrı milli” ilan etme hoyratlığını fütursuzca sürdürme gayreti içinde olacak ise Türkiye’yi tümden dünyaya da kapamayı denemelidir.
Aynı Enver Hoca gibi…
Kırk yıl demir yumrukla Arnavutluk’u yöneten Enver Hoca, tüm ülkelerle ilişkilerini keserek kendine yetme politikası izledi. Yani “milli” olmanın şahını uyguladı ama traktörü bile zor imal etti.
Ama Ankara için belki de daha cazip yanı ise Enver Hoca’nın iktidara geldiği ilk günden ölümüne kadar geçen sürede muhaliflerini tesirsiz hale getirmek, onların yaşam haklarını ellerinden almak için uyguladığı yöntem olabilir…
Enver Hoca muhalifleri düşman hesabına çalışan ajan, yani “hain” olarak niteledi ve bu insanları en ağır şekilde cezalandırdı.
Bugün Türkiye’de, geçmişteki bütün sözlerini unutarak “ifade özgürlüğünü” savunmayı bile “gayrı milli” bulan, kendi hukuksuzluklarına karşı çıkan herkesi “hain” ilan etmeye çalışan siyasi bir iktidar var.
2011’de Avrupa Birliği diyen iktidar, gide gide 2014’de Arnavutluk’a vardı...
Ama altmış yıl önceki Arnavutluk’a.
Bu gidişle de başka yere varamazdı zaten.
*Bu yazı http://www.gazete360.com'dan alınmıştır