Gündem

Türkiye'nin dinginlik sorunu

Gazeteci Başar Başaran: Demokrasi, eşitlik, adalet… Geçtim, dinginlik istiyorum. Bir şey olmamış bir günün akşamında yatağa yatıp, üstümü örtüp, lambayı söndürüp uyumak istiyorum

19 Kasım 2012 17:20

 

Başar Başaran

(Birgün - 19 Kasım 2012)

 

Türkiye'nin dinginlik sorunu

 

Evin içinde boşuna koşturuyorum.  Sokak aynı kaldıkça pencereyi değiştirmenin manası yok.  Sözler sürüyor, beste susmuş, ritmini yitirmiş dünya kendi etrafında dönüyor. Kapımın önünde bir kamyonet durmadan çalışıyor. Şu koridorun karolarındaki çatlak, tüyleri delik deşik kedi, hep aynı satırında durduğum kitap… Bozulduğu fark edilmeyen bir saat gibi sessiz bekliyorlar.  Hiç rüzgâr esmiyor.

Hayat aynı oldukça yaşı değiştirmenin manası yok. Karşımda sivilcesiyle oynayan bir ergen gibi duruyor Türkiye, beni sinir ediyor.  Gözüne çöp batmış kendisini ormanda sanıyor. Neden tüm radyolar aynı şarkıyı çalıyor? Sanki neşesiz bir misafirliğin ortasındayız. Herkesin aklında kendi söyleyeceği var.  Sırasını savan telefonuna bakıyor.  Bir lambanın voltajı düşüp düşüp, yükseliyor. Bir gece bile deliksiz uyumanın imkânı yok. Neden bu ülke bir türlü susmuyor?

Demokrasi, eşitlik, adalet… Geçtim, dinginlik istiyorum.  Bir şey olmamış bir günün akşamında yatağa yatıp, üstümü örtüp, lambayı söndürüp uyumak istiyorum. Tutulmayan yaslar şekeri geçmiş bir sakız gibi ağızlarda büyüyor. Bir dilde sevgisiz, öteki dilde mağdur, diğerinde ölü olmaktan bıktım. Darı ambarında seçilmişler var, esnaf korkularında atanmışlar, hepsinin postalı gelip bizim fidemizi kırıyor. Ölçeksiz bir harita dikine yırtılıyor, bir zamandan kurtarıp kızıma bırakacağım ne varsa öbür tarafta kalıyor. Biz çocukken üzülmez vicdanla oynardık, sözlerimizin yarısı yalan. O hoyrat yaşta kalbimiz bir gün bile büyümemişiz.

Aynı sözü söyledikçe konuşmanın anlamı yok. Şehrin damlarından paslı kelimeler akıyor. Şu bulanık yağmurun duasına âmin dedikçe çarpılıyoruz. Çelik şakırtıları, sinir haplarına karışıyor. İçine bir sinek gibi düşmüşüz bu zamanın. Mavi yüzlü bir gök bize iğrenerek bakıyor. Bu ülkenin gözleri boş çocukları, söz vermiş de tutmamış babaları, mide krampları var. Bu kımıltısız toprak depremsizlikten karıncalanıyor. Yeni bir söz yok bu evde, klişe olmayan bir dilek, daha önce atılmamış bir yumruk, öfkelerin provasını yapmaktan yorulduk.  Midem bulanıyor, balkona çıkıyorum.

Uydu antenlerine bir bak,  içinden helikopterler düşüyor. Yolunu şaşırmış bir füze, patlamamış bir mayın, çocuktan bir kaçakçının cebinde kanlı tütün ve bizi anlatmayan yorumcular var.  Beni izle demiş arkadaşlarına, heyecandan kalbi duracak, bildiklerini içinden tekrar ediyor.  Pleksiglas zeminlerde gıcırdayan pabuçları duyuyorum, orta yaş krizli adamları, yırtmak için didinen çocukları, botokslu kadınları, bir kerhane dolusu heves ve cüzdanından başka koruyacak bir şeyi olmayanları duyuyorum.  Bir derin iç geçirip bize trajedimizden bahsediyorlar. Şimdi efendim diyorlar. Ben geçen gün de yazdım diyorlar. Hepsi halimize üzgün, hepsinin derdi günü bizi düşünmek. Dişlerinin parıltısından utanıyorum.

Frapan makyajlarından, jenerik müziklerinden,  yanar döner kravatlarından,  parti rozetlerinden, inanmadan ettikleri kavgalarından yoruluyorum. Balkondan bir Amerikan güreşinin ortasına düşüyorum.  Kızdıkça eğleniyorlar, üzüldükçe gülüyorlar. Kurgunun peşinde paramparça gerçek, devrilen sokakları görüyorum. Çöp tenekeleri havaya uçuyor, bir kadın pavyon neonlarından köprünün karanlığa atlıyor. Koşup denize bakıyorum.  O lambaların neşesine, uyumayan caddelerin sesine, bir iktidar riyasında şehrin bu büyük takdimine küfür ediyorum.  Az bile söylüyorum. Ölümden, yalandan, mağduriyetten konuşurken reklamlar giriyor araya. Sunucu sırıtarak konuğuna asılıyor. Şu çatıların yüküne bak.  Bize neler taşıyor. Koğuşta kül rengi bir çocuk yere düşüyor. Mahpushaneye güneş doğarken siteye bir Taksi geliyor, konuk evine gidiyor.  Seni diyor sunucu, yüreğinden öpüyorum.

Bir derdi anlatmadıkça o dilde kalmanın manası yok. Türkçeyi unutmak istiyorum.  Anlamadan bakmak çıldırmış nöbetine bu ülkenin, yüzümde bir turist iyimserliği ota boka gülümsemek istiyorum.  Söylenmemiş sözlerin kulağımda çınlamasından yoruldum. Kendimi oyalayacak taktikleri tükettim. Sevdim, nefret ettim, kızdım, bağışladım, aşık oldum, ayrıldım, yandım, söndüm, ıslandım, kurudum, bitti artık dündeki kavgalar, yoruldum.

Şimdi bize bir üslup gerek. Bittiği yerden başlayacak şarkımız. Gün doğarken çıkacağız bu surların kapısından. Seçeneksiz bir dünyanın uzaya karşı şişinen gülünç parıltısından kurtulacağız. Beton yığını bu şehir ayaklarımıza yıkılırken dev projelerinden cahil bir tarihin, ona özenen kasabaların acul düşlerinden uyanacağız. Yüzümüze yeni bir gülümseme bulacağız. Sarkacın gittiği yoldan geldiği, adresimizi hatırlayacağız.  Kütüphanelerin tozunda hapşırdıkça yaşayacak, şiirlere söylenmemiş kafiyeler bulacağız. Bir kuşak ya dikilecek ya devrilecek, şimdi düştüğümüz yerden kalkacağız. İnatçı katırlar gibi talibiz devrimizin yükünü taşımaya. Taşıyacağız.

Yeni bir şey duymadıkça bu kulakların manası yok. Şimdi köpek düdüklerinden bir melodi arıyorum. Aynanın içinden kurtardıklarımı saymıyorum.  Bunları duyacak üç kişiye yazıyorum.  Geciktiğim için özür diliyor, perdeyi kapatıp masaya oturuyorum.