14 Aralık 2015 13:39
Eski Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Türkiye Sözcüsü Metin Çorabatır, mülteci krizine ilişkin olarak, "Açlık düzeyinde yaşayarak kaçak yollarla çalışanlar, okulsuz çocuklar, hijyen yoksunluğundan hastalananlar, her türlü sosyal hizmetten, çalışma izninden, eğitimsağlık- barınma hakkından yoksun, kendi gettolarını kurmaya çalışan 2.2 milyonluk böylesi bir nüfus. Ve sinirleri gerilmiş bir Türkiye toplumu. Entegrasyon olmazsa bu fokurdayan düdüklü tencere patlar" yorumu yaptı.
Cumhuriyet'ten Selin Ongun'un sorularını yanıtlayan (14 Aralık 2015) Çorbatır'ın açıklamaları şöyle:
-İşin o kısmıyla başlayalım. Suriye’den ne kadar mülteci çıktı şu ana dek?
Yaklaşık 5 milyon demek mümkün.
-Bunun ne kadarı Türkiye’de?
Türkiye, halihazırda 2.2 milyon Suriyeliye ev sahipliği yapıyor. Bu 2.2 milyonun sadece 270 bini kamplarda kalıyor. Kayıt dışı olanların sayısını ise bilmiyoruz. Suriyelilerin dışında Afganistan, İran, Irak başta olmak üzere 60 ayrı ülkeden gelen kayıtlı 270 bin mültecimiz daha var.
-2.2 milyona bir anda ulaşmadık...
Elbette. Örneğin Sayın Ahmet Davutoğlu “Türkiye için eşik 100 bindir” dediğinde tarih 2012 idi. 2013 yılındaki gelişmelerden sonra bu sayı hızla arttı. Bu yaz aylarında ise mesele bölgesel olmaktan çıktı ve bir Avrupa krizine dönüştü.
-Avrupa’ya ulaşanların sayısı nedir?
Bu yıl Türkiye üzerinden Avrupa’ya gidenlerin sayısı 700 bin kadar. Suriye mülteci krizinin arka planında bu yılın ilk 10 ayında yarım milyondan fazla mülteci ve göçmenin Yunanistan’a gidişi var. Mülteciler Macaristan’ın, Slovenya’nın, Hırvatistan’ın engellemelerine, büyük zorluklara rağmen Kuzey Avrupa ülkelerine ulaşmak için halen çabalıyorlar.
-Bu yolculukta Ege’de yaşamını yitirenlerin sayısını biliyor muyuz?
Bu yılın ilk 10 ayında en az 3 bin 135 kişi Ege denizinde boğularak yaşamını yitirdi.
-Hemen burada soralım: “Mültecilere karşılık AB’den Türkiye’ye 3 milyar Avro” diyerek öfkelenenler çok. “Rüşvet, ahlaksız teklif” kısmı kulağınıza nasıl geliyor?
Ahlaksız teklif, rüşvet vs., bu tip sözler doğru değil. İnsani anlamda dünyanın en büyük krizlerinden birini yaşıyoruz. Sevgili mültecilerimiz, “Hem kendi hayatlarımızı hem de bebeklerimizin hayatlarını riske atarak bu yollara devam edeceğiz” dediler. Bu durum da en sonunda diplomatları, politikacıları işbirliği yapmaya, bir masada buluşturmaya zorladı.
-O kadar tozpembe mi?
Değil tabii. AB bu büyük mülteci krizine önce, insan kaçakçılarıyla daha sert mücadele, denizde kontrollerin artırılması şeklinde yanıt verdi. Kriz başta Kuzey Afrika ülkelerinden İtalya’ya düzensiz geçişler boyutuyla ele alındı. Mesele Ege Denizi krizine dönüşünce, Almanya’nın başı çektiği üye ülkeler, çözümü Yunanistan ve İtalya’ya yığılan mültecileri tüm üye ülkeler arasında dağıtmada gördü. Bu noktada Türkiye’nin de Avrupa’nın da bugüne kadar yerine getirmediği sorumlulukları vardı. Şimdi bu sorumlulukları nasıl paylaşırız kısmında masadalar.
-AB’nin teklifi nedir?
Burada Avrupa Birliği ile Türkiye arasında ortak bir eylem planı anlaşması var. Teklif aslında üç ana unsurdan oluşuyor. 1) Geri Kabul Anlaşması’nın hayata geçirilmesinin öne çekilmesi. Belirtelim; Avrupa Birliği’nin Geri Kabul Anlaşması’nı sadece Türkiye ile imzalamadı. AB, bu anlaşmayı eski aday ülkelerin tümüyle ve ayrıca AB’ye komşu pek çok ülkeyle de imzaladı. Avrupa Birliği bu düzenlemeyi komşuluk politikası olarak ele alıyor. 2) Türkiye’den AB’ye gerçekleşen düzensiz göçün önlenmesi, meşru yolla mülteci göndermenin hayata geçmesi, bu nedenle kota artırımının uygulanması. 3) Türkiye’deki mültecilerin yaşam standartlarının yükseltilmesi.
-Dikkatimizi çekti. “Kaçak geçişler” yerine “düzensiz göç” gibi kelimeleri kullanıyorsunuz. Neden?
Çünkü kaçak ifadesi ile (Aylan bebeğin kıyıya vuran resmini göstererek) o bebeği “yasadışı” ilan ediyorsunuz. Oysa onu oraya götüren yasaların yetersizliği en çok. Yasadışı diyerek o çocuğun alnına “suçlu” damgasını koyuyorsunuz. Onun için “düzensiz göç, dokümansız gidişler” diyoruz.
-Peki, devam edelim: Geri Kabul Anlaşması’nın uygulanması Ege’deki bu dokümansız geçişleri ne kadar etkiler?
Aylan bebeğin babası ailesi için biriktirdiği beş bin doları neden bir kaçakçıya verdi, neden o güzel bebeğini kaybetti? O Yunan adasına adımını attığında, geri döndürülmeyeceğini biliyordu. Bu noktada caydırıcı bir etkisi olacaktır.
- Bu anlaşma ne zaman imzalandı?
2013’te imzalandı ve 2017’de yürürlüğe girecekti. Şimdi ise 2016 yılının Haziranı’nda yürürülüğe girmesine karar verildi.
-Dolayısıyla Türkiye’den yasadışı yollarla Avrupa’ya giden mülteciler, 2016 Haziran itibari ile Türkiye’ye gönderilebilecek, öyle mi?
İşin o kısmı biraz flu. Düzenlemenin kimi kapsayacağı konusunda belirsizlikler var. Geri Kabul Anlaşması’nın uygulanması AB hukuku açısından şuna bağlı: Geri göndereceği insanın o gönderildiği ülkede bireysel sığınma hakkına başvurabilmesi gerekli. Türkiye ise Suriyelileri geçici koruma altında görüyor. Geçici koruma altında olanların da bireysel sığınma başvuru imkânı yok. AB hukuku açısından Türkiye Suriyeliler için güvenli üçüncü ülke değil. Bu birinci belirsizlik.
-Diğeri nedir?
Geri Kabul Anlaşması 2013’te imzalandı ama geçmişi daha önceki yıllara dayanan bir müzakere sürecinin sonunda ortaya çıktı. O dönemde Suriye krizi bu boyutlarda değildi. Düzensiz geçişler daha çok Afrika ülkeleri vatandaşları, İran, Irak ve Afganlılar tarafından gerçekleşiyordu. Bu kişiler genellikle ya Türkiye’de sığınma talebinde bulunmuyorlardı veya mülteci belirleme süreçleri çok uzun sürdüğünden ve bu süre içinde hiçbir yardım alamadıklarından düzensiz olarak Avrupa’ya gitmeye çalışıyorlardı.
Geri Kabul Anlaşması Türkiye’de veya AB’de ülkeye giriş, ülkede bulunma ve ikamet etme koşullarını sağlayamayan kişilerin geri gönderilmesini kapsıyor. Başka bir deyişle, düzensiz yollarla AB ülkelerine giden veya bu ülkede bulundukları sırada yasadışı duruma düşen, örneğin vize süresini geçiren TC vatandaşları ile Türkiye üzerinden anlaşmaya taraf bir AB ülkesinde geçiş yapmış üçüncü ülke vatandaşlarının Türkiye’ye geri alınmasını içeriyor.
-Yani ikinci belirsizlik tam olarak neyden kaynaklanıyor?
Sayın Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, son açıklamalarında “AB ile yaptığımız Geri Kabul Anlaşması Suriyelileri kapsamıyor, can güvenliği nedeniyle ülkelerini terk eden insanları da kapsamıyor. Ekonomik sebeplerle o ülkelere giden insanları kapsıyor ama Türkiye’den gittiği ispatlanırsa” dedi. Yani ekonomik sebeple gidenlerin kapsandığını söyledi. Suriyeliler elbette ekonomik göçmen sayılamaz.
Benim edindiğim izlenim şu: Türkiye, geri gönderilecek insan sayısın o eski anlaşmanın hükümlerinden kaynaklanan bir yorumla daraltmaya çalışıyor gibi gözüküyor. Bir de şöyle bir durum var: Geri Kabul Anlaşması, bütün hükümleriyle TBMM tarafından kabul edildi. Herhangi bir değişikliğin, örneğin uygulamanın öne alınmasının yine TBMM onayı ile olması gerekir.
-Bu muğlaklıklar konuşulmuş olmalı?
Şimdi bu teknik muğlaklıklar için müzakere ediliyordur
-Üç milyar Avro’yu kim verecek; orada belirsizlik var mı?
Evet, orada da belirsizlik var. Bu da Avrupa Birliği’nin kendi içinde çözeceği bir sorun. AB kendi mekanizmaları içinde birlik olarak, üye ülkelerin katkılarıyla belki de büyük bölümünü Almanya’nın katılımıyla bir havuzda toparlayacak. Ya da Türkiye’ye verdiği büyük bütçeli katılım yardımlarının içine dahil edecek bunu. Taze para olarak değil Türkiye’ye ayrılan bütçe ile de bunu çözmek istiyorlar. Türkiye’nin yorumu ise: “O zaten Türkiye’nin AB’ye katılımını teşvik eden, var olan bir kaynak. Onu saymayın, bize taze para, yeniden 3 milyar lazım.” Bu açıdan da bir müzakere var.
-Peki, tek seferlik bir üç milyar Avro mu bu?
Söz edilen üç milyar Avro en az iki seneyi kapsıyor. Tek seferde üç milyar ya da iki taksit gibi bir durum da yok gibi. Yine belirsizlikler var ancak verilen demeçlerden anladığımız kadarıyla bu para kademe kademe, yani projeler bazında verilecek. Proje bazında, “yap ve al” şiarıyla ve daha denetimli olması isteniyor. Türkiye’nin bugüne kadar yardım almamasının veya yardım almaya istekli olmamasının sebeplerinden biri de “Ben ihtiyaçları bilen bir ülkeyim, parayı cebime koy, ben ihtiyaçlar doğrultusunda harcayacağım” tutumuydu.
-Ya o soru: “2.2 milyon Suriyeli zaten Türkiye’de, üç milyar yeter mi?”
Yetmez. Yeterli rakam nedir, derseniz onun da sonu yok. Türkiye bugüne kadar 7 milyar harcadığını söylüyor. O bakımdan bu 3 milyar da önemli bir katkıdır. Fakat ben şuna inanıyorum: Her iki taraf da anlaşmayı iyi niyetle uygularsa, o rakamın üzerine çıkılır, bu paralar artabilir.
-Büyük harflerle de soralım: Türkiye için hangi şık daha büyük bir kâbus?
Kâbus belli. Entegrasyonu yapmazsak çok büyük sosyal patlamalar olacak. Açlık düzeyinde yaşayarak kaçak yollarla çalışanlar, okulsuz çocuklar, hijyen yoksunluğundan hastalananlar, her türlü sosyal hizmetten, çalışma izninden, eğitimsağlık- barınma hakkından yoksun, kendi gettolarını kurmaya çalışan 2.2 milyonluk böylesi bir nüfus. Ve sinirleri gerilmiş bir Türkiye toplumu. Entegrasyon olmazsa bu fokurdayan düdüklü tencere patlar. Nihayetinde mesele dönüp dolaşıyor, hep aynı yere geliyor: 1951 Cenevre Sözleşmesi!
-Coğrafi kısıtlamaya son n Türkiye, Cenevre Sözleşmesi’ne göre sadece Avrupa’dan gelenlere mülteci statüsü veriyor. Coğrafi kısıtlamayı kaldırma konusunda Ankara’da ışık görüyor musunuz?
Birleşmiş Milletler’in öngörülerine göre 2015 yılının sonunda Türkiye’deki mülteci sayısının iki buçuk milyonu bulması bekleniyor. Bütüncül bir çözümün gereği olarak 2016 yılının sonlarına doğru Türkiye’nin coğrafi sınırlandırmayı kaldıracağı kanaatindeyim. Konunun ilgililerinin gördüğü ama resmen telaffuz etmediği, gidişat bu.
-“Türkiye’nin coğrafi kısıtlamayı kaldırarak sığınmacılara mülteci statüsü vermesi, Türkiye’yi dev bir mülteci kampına dönüştürür” fikrinde olanlara pankartı nereden açarsınız?
Coğrafi kısıtlama sadece Suriyeliler için değil tüm Avrupa Konseyi üyesi olmayan ülkelerden gelen sığınmacı ve mülteciler için Türkiye’nin sağlamak zorunda olduğu uluslararası korumayı sulandırıyor. Uluslararası koruma da sadece açık kapı politikası ve geri göndermeme ilkesiyle sınırlı değildir. Ev sahibi ülkenin mültecilere çok geniş haklar tanımasını da öngörür. Türkiye bu hakları tanımaktan kaçındığı için coğrafi kısıtlama uyguluyor.
Yani mültecilere bir statü tanımıyor. Ama artık karşı karşıya kaldığımız mülteci sayılarını dikkate aldığımızda ne Suriyeliler ne de AB Konseyi olmayan ülkelerden kaçarak Türkiye’ye sığınanlar için üçüncü bir ülkeye yerleştirme kapısı kapandı. Bugün eğer bir mülteci kampından söz edersek, bu zaten gerçekleşti. İki milyonun üzerinde mülteci var.
Soru şu: Bu insanları sokakta, aç mı bırakacağız, sadece yardımlarla mı ayakta tutacağız ya da onlara mülteci statüsünün öngördüğü hakları bir bütün olarak tanıyıp, toplumumuza mı kazandıracağız? Coğrafi kısıtlamanın sürdürülmesi gerektiği yönündeki tüm görüşlerin bugün pratikte artık hiçbir geçerliliği kalmamıştır.
-Entegrasyondaki en önemli parçalardan biri de çalışma izinleri. Coğrafi kısıtlama kalkmasa da “çalışma izinleri” diyerek soralım...
Çalışma izinleri meselesi siyaseten hassas bir konu. Türkiye 2014 yılında Geçici Koruma Yönetmeliği çıkardı. Orada çalışma izinleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’yla ve onun önermesiyle İçişleri Bakanlığı üzerinden Bakanlar Kurulu’na gidecekti, Bakanlar Kurulu kararıyla da çalışma hayatları düzenlenecekti. Bu bir türlü gelmedi. Şimdi önümüzdeki günlerde gelecek. Suriyelilerin Türkiye’de çalışma hayatını düzenleyecek bir gelişmeye de hazırlıklı olun.
-Türkiye’de yasadışı çalışan Suriyeli sayısını biliyor muyuz?
400 bin civarında.
-Bu nasıl yasallaşacak?
Duyduğumuz kadarıyla şu andaki eğilim işverenlerle ve sanayi çevreleriyle müzakere edilip, hangi ilde ne tür bir iş açığı olduğunu saptandığı yönünde. Bununla eşzamanlı olarak Türkiye’deki kayıt altındaki Suriyelilerin vasıflarının ve mesleki becerilerinin karşılaştırıldığını biliyoruz. Yani iller bazında izinlerle kotalar oluşturulması düşünülüyor. Meslek gruplarına göre ve illerdeki işgücü ihtiyacına göre parça parça izinler planlanıyor.
-“Bencil değilim, ülkemde onurla yaşayan insanlar isterim” deyip, ama “ben işsizken 2.2 milyona hangi istihdam, lütfen!” diye soranlara A, B, C’nizi nasıl anlatırsınız?
Bu doğal bir tepki. Her toplumda karşılaşılabilen bir reaksiyon. Ancak, mülteciler zaten yaşamlarını sürdürebilmek için kayıt dışı çalışıyorlar. Hem kendileri sömürülüyor, hem de ücretleri aşağı çekiyorlar, haksız bir rekabet yaratıyorlar. Burada marifet, hem vatandaşların hem de mültecilerin çalışma ihtiyaç ve haklarını gözeten düzenlemeler yapabilmek. Mülteciler, hakları teslim edilirse, statü sahibi olurlarsa orta ve uzun vadede Türk ekonomisine ve toplumuna olağanüstü olumlu katkılar sağlayacaklardır. Almanya, İngiltere, İsveç, ABD, Kanada gibi ülkeler bunun güzel örnekleri.
© Tüm hakları saklıdır.