Oral Çalışlar
(Radikal, 15 Haziran 2012)
AK Parti Kıbrıs'ta derin devlet mi oldu?
Kıbrıslı Türklerin Türkiye Cumhuriyeti ile bir kimlik problemi olduğunu konuyla ilgili herkes az çok bilir. “İtfaiye bile Türkiye’ye bağlı” cümlesi hem bir durumun hem bir tepkinin ifadesidir.
Gerçekten de Kıbrıs’ta yönetim sistematik bir şekilde Türkiye’ye bağlı. Bu bağlılık, Kıbrıs Türkleri içindeki bir kesimi bir anlamda ‘işbirlikçi’ konuma getirirken önemli bir kesimi de “Nedir bu Türkiye Cumhuriyeti’nden çektiğimiz?” ruh haline sokuyor.
AK Parti’nin, TSK’nın ‘çözümsüzlük refleksi’ne karşı Annan Planı’nın kabulü yönünde bir dönem boyunca izlediği kararlı siyaset, birçok denklemi değiştirmişti. “Asker müdahale edecek, göreceksiniz” diyen çözüm karşıtı siyasetçiler, Tayyip Erdoğan’ın kararlı tutumunun da etkisiyle siyaset sahnesinden silinip gitmişti.
Kıbrıs’tayız, ana muhalefetteki Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) yöneticileriyle gelinen durumu konuşuyoruz. Genel Başkan Özkan Yorgancıoğlu ve arkadaşları, biz Türkiye’den gelen bir grup gazeteciye “Umutsuz değiliz” mesajını verdiler.
Söyledikleri şu: Talat ile Hıristofyas çözüm için önemli adımlar atmışlardı. Derviş Eroğlu’nun KKTC Cumhurbaşkanlığı’na gelmesi iki yıl kaybettirdi. Şimdi bazı adımlar atılabilir. Hıristoyfas da son 8 ayını çözüm için harcamaya niyetli.
Tabii sorun gelip Türkiye’ye dayanıyor. Türkiye ise ‘Kıbrıs işini bırakmış’ gibi bir görüntü veriyor. Öğle yemeğinde buluştuğumuz Kıbrıslı gazetecilerden biri, Erdoğan’ın son gezisiyle ilgili ilginç bir tabloyu nakletti: Erdoğan kendisini karşılamaya gelen kalabalığa, “Evet’imizle gurur duyuyoruz” diyor. Karşısındaki Türkiye’den gelen topluluk ise ‘hayır’ oyu verenlerden oluşuyor. Onlar da Kıbrıs’ta olduklarını unutmuşlar, “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye bağırıyorlar. Annan Planı’na ‘evet’ diyen Kıbrıslı Türkler ise o sırada polis tarafından coplanıyor.
Kısacası, Erdoğan’ın hitap ettiği kitle değişmiş durumda. Kıbrıslı Türkler ile son dönemde ciddi gerginlikler yaşayan Erdoğan’ın, muhalefet edenlere yönelik ‘besleme’ ifadesinin yol açtığı tepkileri, ‘Tembel Kıbrıslılar’ söyleminin yeniden gündemin başına oturduğunu hatırlıyoruz.
Türkiye’nin yaptığı yardımların ‘uygulanma biçimi’, ilişkiyi sağlıksız hale getiren temel etkenlerden biri. CTP Başkanı Yorgancıoğlu, ‘Yardım Heyeti’ konusunu gündeme getirdi. Türkiye Büyükelçiliği’nin denetimindeki Yardım Heyeti, (yardımların devletten evlete yapılması yerine) bizzat nereye ne yapılacağına karar veriyor, içişlerine müdahale eden bir yönetimle paraları dağıtıyor.
Tabii bu parayı alabilmek için birebir ilişki kuran kurumlar, Türkiye’nin bizzat yönlendirmesi ile hareket etmek zorunda kalıyorlar. Bu sistem, ilişkileri eşitsiz hale getirdiği gibi bir ‘bağımlılık’ da yaratıyor. ‘Besleme’ lafının Kıbrıslı Türkler üzerindeki psikolojik etkisini değerlendirirken bu kökleşmiş sistemi iyi anlamak gerekiyor.
TSK, ‘KKTC’nin üzerindeki temel ağırlık’ olarak varlığını sürdürüyor. İtfaiye kumandanını da polis müdürünün nasıl atanacağını da hâlâ TSK belirliyor.
Bu durumun gündelik olaylara yansıması, değişik alanlarda kendini gösteriyor. Örneğin bir üniversitede Kürt öğrencilerle ülkücüler arasında kavga çıktığı zaman soruşturmaya TSK el koyabiliyor ve anında Kürt öğrenciler gruplar halinde Kıbrıs’tan sınır dışı edilebiliyorlar. KKTC İçişleri Bakanı’nın çoğu zaman bu tür ‘sınır dışı etme uygulamaları’ndan haberi bile olmuyor. Haberi de olsa yapabileceği bir şey yok deniyor.
Geçenlerde eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, “Kıbrıs’ta Ergenekon ne oldu?” sorusunu sordu. Hatırlayalım: Kıbrıs, Özel Harekât Dairesi’nin en çok faaliyet yaptığı alanlardan biriydi. Türkiye’deki darbeler ve iç kargaşalıkta parmağı olan birçok generalin ilk ‘uygulama’ ve ‘terfi’ alanı Kıbrıs’tı.
Şu an kimse bunların üzerine gitmiyor. TSK’nın eski sistemi sürdürebildiği bir ortam söz konusu. AK Parti’nin ise bu tablodan çok şikâyetçi görünmediği söylenebilir.
Kıbrıslılar soruyor: “AK Parti burada derin devletin bir parçası mı oldu?