Dünya

Türkiye’de Yahudi olmak: 500 yıllık yalnızlık

23 Ocak 2009 02:00

500 yıl önce ecdadımın Osmanlı tarafından kabul edilmesi hâlâ borç haneme mi yazılı? Doğup büyüdüğüm, bir vatandaş olarak görevlerimi yerine getirdiğim, fiilen gelişmesine katkıda bulunduğum bu topraklarda hâlâ misafir mi addediliyorum? Boynu bükük mü dolaşmalıyım?

Bu sözler, Radikal gazetesinde bir mektubu yayımlanan Boğaziçi Üniversitesi öğretim görevlisi, Uzm. Dan. Psikolog/Yazar Leyla Navaro'ya ait... "Eşit bir vatandaş olarak vergilerimi düzenli ödemekteyim, ülkenin maddi ve manevi çıkarlarıyla yakından ilgili ve aktifim. Şimdi bana söyler misiniz? Din hanemde Yahudi yazdığı için mi ben bu ülkede bir günden diğerine düşman hanesine sokuldum? Saldırılacaklar, tehdit edilecekler listesine dahil edildim?" sözleriyle tepkisini dile getiren Navaro'nun mektubu şöyle:

***

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ırkçılık, ayrımcılık ve antisemitizmle ilgili üzerimde iz bırakmış iki anı var belleğimde: Biri Varlık vergisi sırasındaydı: Altı yaşlarında olmalıydım, dedemin Yeşildirek’teki giysi dükkânına Varlık Vergisi nedeniyle el konmuş, Varlık Vergisi memurları evimize girmiş, alınabilecek eşyaları inceliyorlardı. Evde derin bir tedirginlik hâkimdi, dedemse bu durumdan dolayı yatağa düşmüş, hastalanmıştı.

Belleğime kazınan diğer olay 6-7 Eylül felaketiydi. Dükkânımız olmadığından, ailece maddi bir zarar görmediysek de çok üzülüp, olup bitenlerden dolayı ürktüğümüzü anımsıyorum. Bunların dışında, bana doğrudan söylenen ya da hissettirilen bir Yahudi karşıtlığıyla bugüne dek karşılaşmadım.

‘Vatandaş Türkçe konuş’

Sadece 1950 yıllarında ‘Vatandaş Türkçe Konuş’ sloganlarının yaygınlaştığı sıralarda ablamla birlikte Ladino veya azınlık dilleri konuşanlara sert bakışlar atarak “Vatandaş Türkçe Konuş” diye ihtar ettiğimizi hatırlıyorum. 11-12 yaşlarında olmalıydık. Şimdi utanarak hatırladığım bu durumun, psikolojide ‘saldırganla özdeşleşme’ savunma mekanizması olduğunu artık biliyorum. Yani, saldırganlığa maruz kalan kişinin, çok korktuğu durumlarda saldırganla özdeşleşmesi ve onun gibi davranmaya çabalaması... 11 yaş için belki de anlaşılabilir, nispeten affedilebilir bir durum... ama erişkin ve olgun bir insan ya da bir ülke için elbette ki değil...

65 yıl önce Türkiye’de doğdum ve Türkiye’de yaşıyorum, annem, babam, ecdadım Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşmüş bu toprakların çocuklarıdır... Türkiye’de okula gittim, bir Türk’le evlendim, çocuk sahibi oldum, çocuklarım Türk okullarına gitti,
evde Türkçe konuşuruz, Türkçe kitaplar yazdım, seminerler, konferanslar verdim, yurtdışında katıldığım uluslararası çalışmalar ve yönetim kurullarında Türkiye’yi azim ve gururla temsil ettim. Oralardaki tanımım da “the Turkish woman”dır.

Türkiye’yi henüz tanımayan ya da önyargılı tanıyan Avrupa, Amerika ve Asya’lılara gönüllü elçilik yaptım, ait olduğum uluslararası yönetim kurulunu (IAGP) binbir zorlukla ikna ederek uluslararası bir mesleki kongrenin Türkiye’de yapılmasını sağladım (IAGP Uluslararası Grup Psikoterapileri Kongresi, Istanbul, 2003) 30 yıllık meslek hayatımda bana danışanların yüzde 90’ının kimlik din hanesi Müslüman’dır, bunlar arasında geleneksel olarak başı kapalı olanlar gibi, türbanlı kadınlarla da çalıştım ve halen de çalışmaktayım.

Devlete ait bir üniversitede öğretim görevlisiyim ve bunun yanı sıra çeşitli devlet ve özel kurumlar, sivil toplum kuruluşları ve benzer projelere aktif olarak katkıda bulundum, 99 depreminde aylarca gönüllü seferberliğe katıldım. Eşit bir vatandaş olarak vergilerimi düzenli ödemekteyim, ülkenin maddi ve manevi çıkarlarıyla yakından ilgili ve aktifim. Şimdi bana söyler misiniz? Din hanemde Yahudi yazdığı için mi ben bu ülkede bir günden diğerine düşman hanesine sokuldum? Saldırılacaklar, tehdit edilecekler listesine dahil edildim?
Ortadoğu’da yaşanmakta olan savaşta kendinden menkul taraf tayin edildim. Beni yakından tanıyanlar savaş hakkındaki düşünce ve değerlerimi, savaş nedeniyle ölen ve öldürülenlere hassasiyetimi bilirler.

Kaldı ki esas mesele bu değil. Ortadoğu’daki savaşın faturası din hanemde ‘Yahudi’ yazdığı için bana çıkarılıyor. “Sizleri İspanya’dan kurtaran Osmanlı’nın torunlarıyız” dendiğinde ne kastediliyor acaba? 500 yıl önce ecdadımın Osmanlı Padişahı tarafından kabul edilmesi hâlâ maddi manevi borç haneme mi yazılı? Doğup büyüdüğüm, bir vatandaş olarak görevlerimi yerine getirdiğim, fiilen gelişmesine katkıda bulunduğum bu topraklarda hâlâ misafir mi addediliyorum? Boynu bükük mü dolaşmalıyım? Tehdit altında kalmaya namzet miyim? Ve bu durumu sindirmeli miyim?

Türk Yahudi’lerinin en önemli niteliklerinden biri ülkelerine vefa ve sadakattır. Yıllardan beri Türkiye’den göç etmiş Türk kökenli Yahudiler hala Türkçe konuşur, kendi aralarında toplanır, Türkçe TV dizi ve filmleri seyredip, Türk yemekleri yer, Türkçe şarkılar söylemeyi severler. Türkiye’yi terketmiş olmalarına rağmen kökenlerine sadakatle bağlıdırlar. Aynı duygu Türkiye’de yerleşik Yahudilerde de güçlüdür, ülkeyi sever, dış dünyanın önyargılarına karşı azimle korurlar. Ben de kendimi aynı vefalı zihniyete ait görür, yurtdışındayken Türkiye’ye laf kondurmam, yerel değerlerin tanınması ve yüceltilmesine inanırım.

Irkçılığa dur

Ancak bugün içimde bir şeyler kırıldı... Kendimi ait addettiğim ülkem beni eşit vatandaşı olarak görmüyor, din hanemde yazılı olan ibareden dolayı zımnen taraf yapıp düşmanlaştırıyor, devletine ve vatandaşlarına sahip çıkmakla yükümlü devlet sorumluları ve kimi medya saldırganlık ve düşmanlığı kışkırtıcı söylemlerden çekinmiyor ve ülkeyi ele geçirmekte olan ırkçılık dalgasına ‘dur’ diyemiyor, demiyor...

Demek ki 500 yıldır yaşamakta olduğumuz, kendimizi ait hissettiğimiz, manen sahiplenip manen savunduğumuz bu topraklarda ülkenin diğer vatandaşlarıyla hangi etnik kökenden veya dinden/ mezhepten olurlarsa olsunlar kader birliği yaptığımızı, birlikte mücadele ettiğimizi sanırken, ne kadar da yalnızmışız aslında...

O kadar sözü edilen, gururla taşınan ‘kültür mozaik’i sadece bir turistik slogan, bir yanılgı, yanılsamaymış... Esas arzu edilen, amaçlanan ‘mozaik’i tek renge indirgemekmiş... Birlikte ortak kaderini paylaştığım, iyi ve kötü günlerde ‘ne olacak bu durumumuz?’ diye ülke sorunlarına hayıflandığım kimi vatandaşlar demek beni potansiyel düşman olarak addedecek, canımı yakmak ya da yoketmek isteyecek... Bugün kendim için üzülüyorum, tedirginim ve nisbeten ürküyorum, ama açıkça söylemem gerekirse Türkiye’nin ırkçılığa kaymakta olan geleceği için de eşit derecede tedirginim, üzülüyor ve ürküyorum. Ve bu gidişe bilinçli ve sorumlu bir ‘dur’ denmezse Türkiye’nin kendini büyük bir yalnızlığa mahkûm edeceğinden korkuyorum. Karanlık bir yalnızlığa...