“Türkiye'de seçmen iradesiyle iktidar değiştirme sınırı geçildi mi? sorusunu soran Cumhuriyet’ten Kemal Can Türkiye’de seçmen idaresiyle iktidar değiştirmenin mümkün olup olmadığını değerlendirdi. 'Seçimle iktidar değişip değişmeyeceği’ konusunda yaşanmış çok taze deneyimler var” diyerek 7 Haziran 2015 seçimlerine atıf yapan Can, “7 Haziran 2015 seçiminde, iktidarın değişmesi veya uzlaşması tercihini yapan seçmenin iradesi hayata geçirilemedi" ifadelerini kullandı.
Can’ın Cumhuriyet’te "Türkiye’de seçmen iradesiyle iktidar değiştirme sınırı geçildi mi?" başlığıyla yayımlanan (6 Ocak 2018) yazısı şöyle:
Son günlerde yeniden ısınan canlı bir tartışma sürüyor: “Seçimle iktidarların değişebileceği” sınır geçildi mi? İktidarda kalmaya odaklanmış yönetim, istemediği bir sonuca izin verir mi, razı olur mu? OHAL şartlarında sağlıklı bir seçim yapılabilir mi? Muhalefet cephesindeki bu endişelerin ve soruların çok haklı nedenleri var. “Seçimle iktidar değişip değişmeyeceği” konusunda yaşanmış çok taze deneyimler var. 7 Haziran 2015 seçiminde, iktidarın değişmesi veya uzlaşması tercihini yapan seçmenin iradesi hayata geçirilemedi. Yani bir sınır geçildiyse, üç sene önce geçildi. Tartışmaları güncelleştiren başka nedenler de var: KHK’ler eliyle muhalefeti sıkıştırma, seçilmişleri tasfiyenin HDP’den sonra CHP’ye doğru yayılmaya devam etmesi, yeni seçim sistemi kuralları getirme hazırlıkları hemen sayılabilecek gelişmeler. Ve elbette Abdullah Gül ve Meral Akşener’in denkleme dahil olmaları da, “seçimle bir şey değişir mi” heyecanını ve aynı zamanda itirazını canlandırıyor. Güncel (taktik) siyasi hareketlenme, siyasetin geri gelmesine yetmiyor ama tamamen de faydasız değil.
Mevcut siyaset zemininde seçim hâlâ “bir imkân mıdır” tartışmasını -daha sonra etraflı bir tartışma yazısı sözü vererek- burada kesip muhalefet aktörlerindeki çeşitlenmenin etkilerine bakmak, belki bardağın dolu tarafını öne çıkartmaya yarar. Çünkü ne kadar haklı olsalar da, sadece endişelerle düşünmenin çözüme değil “endişe edilene” katkısı daha fazla. Zorluklara odaklanmak, yeni imkân kapılarından çok, vazgeçme kapısında yığılma yaratır. Bu yüzden, asıl meselenin derinliğini unutmadan, üzerinde konuşulan formüllerin etiksiyasi sorunlarını görmezden gelmeden, gündelik politika egzersizlerini sürdürmek zihin açıcı olabilir. Hatta bazen güncele, basite ve görünene bakmak, daha geniş, karmaşık ve derin olana karşı pozisyon geliştirmekte yol gösterebilir. Zaten, iktidarın bütün dikkatini seçime odaklaması ve siyasi alanda gösterdiği tepkiler de, istediği sonucu alma veya sonucu istediği gibi kullanma konusunda sanıldığı kadar rahat olmadığını düşündürüyor.
MHP’nin blok değiştirmesi ve çözüm sürecinden savaş gündemine dönmek gibi iç politika dengelerini tersyüz edecek kartları kullanabilmek 7 Haziran’da iktidarın işini çok kolaylaştırmıştı. Şimdi bu güçte kartlar ve manevra imkânları görünmüyor. Yolsuzluk iddiaları ve süreklileşen krizin olumsuzluklarını karşılamak için aşırı kullanılan “dış düşman” iddiaları ve muhalefete dönük saldırganlığın doping etkisi de giderek zayıflıyor. AKP’nin kendi yaptırdığı araştırmalarda, kaybettiği Kürt seçmeni geri kazanamayacağının iyice netleşmesi, HDP’nin oyunu koruması önemli bir not. MHP ile kurulan erken ittifakla, referandumda olduğu gibi, 1+1’in iki etmeyecek olması peşin zafer havasını engelliyor. Geriye kalan, yüksek ve kontrolsüz güç gösterileriyle gerçek güçsüzlüğü dengelemeye çalışmak. Son KHK’ler, Abdullah Gül’e gösterilen yüksek tepki ve muhalefete karşı saldırıların artması, pek özgüven işareti gibi değil. Hikâyesi ve ileriye dönük söz söyleme kabiliyeti zayıflamış, yönetememe krizini her alanda hissetmeye başlayan iktidarın siyasi manevra alanı da, gündemi kontrol imkânları da daralıyor.
7 Haziran ve 16 Nisan’da sandık sonuçlarının “boşa” çıkmasında iktidarın “becerisi” ve kuralları zorlaması çok belirleyiciydi. Fakat ortaya çıkan sonuçları yeterince savunamayan, savunmaya yeterince hazırlıklı olmayan muhalefetin rolünün de az olmadığı ortada... Şimdi de benzer bir süreç yaşanıyor. Ortaya çıkan her manevra imkânı ve aktör çeşitlenmesi, iktidarı rahatsız ettiği kadar muhalefeti hareketlendiremiyor. İktidarın aşırı ataklığı “ihtimalleri erken boğmak” için belki ama riski daha iyi gördüğü için yüksek tepki verdiği de düşünülebilir. Muhalefet cephesinde ise iyimser sonuç ihtimalleri, sonucun kabul ettirilip korunamayacağı fikrine kurban ediliyor. Bazen de çok erken kabuller ve peşin itirazlarla zayıflatılıyor. Yine de, muhalefetin manevra imkânlarının (ilk kez) iktidardan fazla olduğu söylenebilir. Mesela, ilk turda sonuç alamayan -ki şimdilik öyle görünüyor iktidar için, ikinci turda “muhalefeti bozmak” veya “benden sonra tufan” algısı dışında bir taktik imkân görünmüyor. Oysa, saçma aceleciliklerle taktik imkânları heba etmeyen ve bu sefer “sonucu korumaya” daha iyi hazırlanan muhalefet, ikinci turda seçenekleri artırabilir.