06 Temmuz 2012 03:00
- Hazal Özvarış
Prof. Doğan Şahin, T24’e verdiği söyleşinin dün yayımlanan ilk bölümünde “aşk”ın neden tesadüf olmadığını anlattı. “Aşk, bir tamamlanma arzusudur” diyerek kimin, kime, neden âşık olduğunu karakterlerdeki arızalar üzerinden özetleyen Şahin, söyleşinin ikinci bölümünde dümeni cinselliğe ve aşk acısına kırıyor.
Şahin, genel sekreteri olduğu Cinsel Eğitim ve Araştırma Derneği’nin (CETAD) Türkiye örneklemi üzerinde yaptığı araştırmaya göre kadınların cinsel bilgileri kocalarından öğrendiğini, erkeklerin de yanlış şeyler bildiklerini söyledi.
“Türkiye’de insanların cinsel hayatlarını filme alsan, yüzde 90'ının neredeyse aynı sırayla, aynı şekilde seviştiğini görürsün…” diyen Şahin’e göre “Birbirini gerçekten, sağlıklı bir şekilde seven iki insanın cinsel problem yaşama ihtimali yok gibidir.”
Aşk derken, bir ümitten bahsettiğinin altını çizen Şahin, “Günümüzde aşkı en çok bozan şeylerden biri kıymet vermemek” diyor ve aşk acısını, biten ilişkinin neden sonlandırılamadığını, terk edilmenin neden bu kadar acıttığını anlatıyor.
Aşk acısının tedavisi mümkün mü, sorusuna ise Şahin’in verdiği cevap net: “Mümkündür.”
Söyleşinin ikinci bölümü için lafı uzatmadan, sözü Prof. Şahin’e bırakalım. Buyrun.
- Cinsellikte hayranlığın rolü ne?
Bir şeyi ne kadar çok beğeniyorsanız onu yaşamaktan o kadar çok keyif alırsınız. Beğendiğiniz bir yerde olmak, mesela boğaza karşı kahve içmek daha keyiflidir. Bir kişiye ve onun bedenine duyduğunuz hayranlık, onu sevme isteğinizi de artırır. Çok güzel bulduğunuz bir dudağı öpme, mest olduğunuz bir beli sarma isteğiniz daha fazla olacaktır. Ancak öte yandan cinsel arzunun kendinden kaynaklanan bir kısmı da vardır.
- Açar mısınız?
1- Bu kirazı görürüm, çok beğenirim ve canım bu kirazı yemek ister. 2- Acıkmışımdır, bir şey olsa da yesem, diye bakarım ve kirazı görürüm, yerim. İlkinde kirazı yememi sağlayan temel şey, kirazın güzelliği veya ona duyduğum arzu iken ikincisinde benim acıkmış olmamdır.
- Peki, kadınlar ve erkekler fizyolojik olarak nelerden etkilenir?
Erkekler, karşısındaki insanın kaşı, gözü, kalçası, göğsü gibi görsel uyaranlardan daha çok etkileniyor. Kadınlar için erotik uyarıda ise duygusal yakınlığın daha büyük önemi var. Kadın, erkeğe güvenirse uyarılabiliyor. Evrimsel açıdan bakarsak erkek, kadının doğurganlığına, kadınsa çocukları olursa kendilerine bakma ve sahip çıkma potansiyeline bakıyor.
- Söyledikleriniz, tek gecelik ilişkiler için de geçerli mi?
Geçerli. "Bu adam arkamdan atıp tutmaz, az buçuk bir şerefi vardır" diye düşündüğü insanlarla daha rahat beraber olabilir. Ayrıca, erkeklerin uyarılmaları fizyolojik olarak çok daha hızlı olur. Cinsel aktiviteye girme aşaması hızlı cereyan eder ama herhangi bir engelleme ile karşılaştıkları zaman da çok çabuk geçer. Alev gibi, hızlı ateş alıp hızlı sönüyor. Kadınlar daha geç uyarılıyor ama uyarıldıkları zaman hemen geçmiyor, daha geç soğuyorlar.
- Sağlıklı cinsel ilişki ikisinin ortalaması mı?
Uyum iyi bir şeydir ama her şeyin ortalaması en uyumlu olan olmadığı gibi uyumlu olsun çabası renksiz bir şeye de dönüşebilir. İki taraf da her seferine çok zevk alacak, acayip orgazm olacak diye bir şey yok. “Bir sana, bir bana” da olabilir. Tabii ki erkekler, fizyolojik olarak demin aktardığımız gibi olmalarına rağmen tecrübe kazandıkça uzun süre uyarılmaktan da keyif almayı öğrenirler. Bunu kadınlarla paylaştıkça, beraber uyarılmışlık düzeyinde kalmanın orgazm kadar güzel bir keyif olduğunu gördükçe bir an önce orgazma gideyim sevdasından vazgeçerler. Erken yaşlarda erkek niyet etse bile kendisini hızlı zevk almak ve orgazm olmaktan alıkoymakta zorlanır. Boşalmayı kontrol edebilse bile ki öğrenmesi kolay bir şeyden bahsediyoruz, o yaşta hızlı boşalmayı tercih edebilir.
- Erken boşalmayı kontrol edemeyen erkeğe ne öneriyorsunuz?
Bize gelecek. Yani, cinsel terapi eğitimi olan bir meslektaşıma. Terapi ile 8 haftada boşalma kontrolünü öğretiyoruz ve boşalmanın kontrolünü kişinin iradesine bırakıyoruz. Tedaviden sonra istediği sürede boşalmayı öğrenmiş bir insan haline geliyor.
- Kadınlar için süreç nasıl işliyor?
Boşalma ile ilgili yaptığımız şeyi özetleyebilirim ama yanlış anlaşılmalara çok müsait. Erken boşalan kişi refleks olarak, omurilikten boşalır. Biz boşalmanın beynin kontrolü ile olmasını sağlıyoruz. Korteksin kontrolüne veriyoruz ve beyin omuriliği kontrol eder hâle geliyor. Orgazm olamayan kadınlarda ise beynin aşırı kontrolü vardır. Onlarda da beyinden alıp, omurilikten boşalır hâle getiriyoruz. Çoğu seks terapisi gibi bu da 8 hafta sürüyor. Çözüm ne beyni ne de omuriliği tamamen yok etmekte değil, ikisinin de ayrı keyfi var. Vajinal, klitoral orgazmlar gibi… Hepsinin ayrı yeri var.
- Cinsel sorunların bir kısmı da öğrenilen geleneksel cinsel rollerden kaynaklanıyor. Kadınlar, cinsellikte neyi, nasıl öğreniyor?
Maalesef bu içler acısı bir durum. Biz CETAD olarak, Türkiye örneklemi üzerinde bir araştırma yapmıştık. Kadınlara, cinsel bilgilerini nereden öğrendiklerini sorduk. Evli kadınların çoğu "Kocamdan öğrendim" diyor. Bunun anlamı şu, evlenene kadar doğru düzgün cinsel bilgiye sahip olmuyorlar. Kadınların diğer bilgi kaynaklarını da büyük oranda aile ve akranlar oluşturuyor. Cehaletin kol gezdiği kaynaklardan bahsediyoruz. Yapılan araştırmada kocaya "Ne biliyorsun" diye sorunca, onların da sadece yanlış şeyler bildiklerini tespit ettik.
- Ne biliyorlar?
Saymakla bitmez. Mesela “Kadınlar, erkekler kadar cinsel istek duymaz”, hatta “Kadınların cinsel istekleri olmaz” zannediyorlar. Veya “Erkek, her zaman cinsel istek duyar” zannediyor. "E, kendine neden bakmıyorsun? 24 saat cinsel istek mi duyuyorsun?" diye sorunca "Bende olmuyor ama öyledir" diyor. 24 saat sürekli sekse hazır bir makineye inanıyor. “Kadın cinsel isteğini belli etmemelidir”, “Fazla ses çıkarmamalıdır”, “Seksi erkek götürmelidir” sanıyorlar. “Erkek, kadının ne zevk alacağını bilir” diyor, nereden bildiğini sorunca da "Ben bilirim, tahmin ediyorum" diyor. Kadınlar da kocalarından öğrendikleri için bunlara inanıyorlar. Erkeklere cinsel bilgilerini nereden öğrendiklerini sorduğumuz zaman cevap akranlar, ergenlikteki dergiler, internet, basın oluyor.
- Basından ne tür cinsellik haberleri takip ediyorlar?
Haydar Dümen gibi gazetelerde cinsel köşe yazanları...
- Türkiye’de cinsellik deyince akla düşen ilk isimlerden olan Dümen'in eksileri ve artıları ne?
Dümen'in cinselliğin konuşulmasında büyük bir rolü var ama yanlış konuşulmasında da bir o kadar rolü oldu. Aynı mitleri tekrar etti: “Bir kadın çok istekli olmamalıdır”, “Erkek her zaman isteklidir” vs. Düzeltmeye çalıştığımız önemli şeylerden bir tanesi de cinselliğin mizah ve alay konusu yapılmadan konuşulabilmesini sağlamak. Dümen, kişileri gülünç duruma düşürerek cevap veriyor. Örneğin, “Günde 3 kez cinsellik yaşıyorum" diyene "Sen azmışsın, seni teneşir paklar" gibi cümleler kuruyor.
- Pornografinin cinselliği yanlış öğrenmeye katkısı ne?
Önemli bir rolü var. Çünkü erkeklerin "İnternetten öğreniyorum" dediği bilgilerin çoğu pornografik yayınlar. Onlar da yalanlarla, yanlışlarla dolu.
- Erotizmi "emek ve sabır isteyen bir tutku kültürü" olarak tanımlayan Enis Batur’un sözlerinden yola çıkarsak, “Türkiye’de erotizmden öte pornografiye yatkınlık var” algısı ne kadar yanlış?
Cinselliği yemek yemeğe benzetirsek, mesela Türkiye’de ne kadar incelmiş bir sofra kültürümüz var ki? Cinsel arzular ne kadar arıtılmış, ne kadar incelmiş, damıtılmışsa o kadar keyif verici olur. Öbür türlüsü fizyolojik doyumdan ibarettir. “Eti önce şaraba yatıralım, defne yaprağı ile ovalım, çeşitli soslarla bezeyelim, 2 gün bekletelim” gibi bir kültürümüz yok ki. Mangala atıp yiyoruz. Olduğu gibi. Göçmenliğin bunda ciddi bir rolü var. 3 gün orada, 3 gün burada kalmaktan kaynaklanan “Geçerken alıp götürürüm” anlayışı var. Yerleşik hayata, incelmiş zevklere geç geçmemizin önemli etkileri var.
- Maddiyatı ve yerleşikliği sindiren insanların cinselliği daha mı oturaklı?
Öyledir, çünkü yerleşiklikle zevkler, süslemeler, bezemeler başlar. Bütün o jartiyer, dantel, ışık, perde vs. hep emek, bolluk, yerleşiklik ve vakit gerektiren şeylerdir. Cinsellik, acil bir durumla kesilebilecek, dar vakitlerde, kıtlıkta yaptığın bir şey ise “Hemen yapayım, bitireyim” istersin.
- Yan odada pornografi izlemek, dışarıda Madonna aramak veya yatak odasındaki suskunlukta dürüstlük yoksunluğunun etkisi ne?
Utanç çok yaygın bizde. Kadınlar cinsel arzuları olduğunu söylemekten, özel bir şey istemekten utanıyorlar. Sadece cinsellikte de değil, misafirliğe gidince “Bir karpuz kesin de yiyelim” demek görgüsüzlük sayılıyor. Dolayısıyla rutin neyse, geleneksel neyse ona uyum sağlamaya çalışan, kendi bireyselliğini bilmeyen, itaat üzerine dizayn edilmiş bir topluluktan bahsediyoruz.
Cinsellikte de bir tek kadın değil, adam da "ağzına al, yala" demeye utanıyor. Anadolu'da "Televizyon çıktı da dudaktan öpüşmeyi öğrendik" lafını duydum. Çünkü orada cinsellik, birleşmeden ibaretti. Neyse ki televizyon icat edildi ama o da başka bir çeşit tek tipleşme yarattı. Cinsellik şahsi bir şey olmasına rağmen insanların büyük çoğunluğu aynı dizgide sevişmeye başladı: Sevişme arzularını belirttikten sonra çift öpüşmeye başlıyor, öpüştükten sonra birbirlerini okşamaya başlıyorlar, kadınların göğüsleri okşanıyor, erkekler çok okşanmıyor, belki biraz cinsel organ okşanırsa okşanıyor, biraz ıslandıktan sonra da cinsel birleşme yaşanıyor. Bu standart sevişmedir. Her evde başka bir yemek görürsün, ama cinsel hayatlarını filme alsan, Türkiye’de insanların yüzde 90'ının neredeyse aynı sırayla, aynı şekilde seviştiğini görürsün. Kişiler konuşmadıkça, kendi arzularını söylemedikçe bundan pek matah bir şey çıkmaz.
- Yüzde 90'ın cinselliği konuşmadığı bir toplumda, aşka iyimser bakışınız ne kadar gerçekçi?
Ben bir ümitten bahsediyorum. Yoksa bir sürü arıza var. Herkes ya da insanların çoğu ideal aşk yaşıyor diye bir iddiam yok. Ama aşkın geçici olmak zorunda olmadığını, kaderinin her zaman giderek azalıp sönmek olmadığını söylüyorum. Aşk iyi bakılırsa, gereken özen ve kıymet verilirse giderek gelişir, güçlenir. Günümüzde neden böyle olmuyor çünkü insanlar ilişkiye ve birbirlerine çok yatırım yapmıyor, pek kıymet vermiyorlar. Aşkı en çok bozan şeylerden biridir kıymet vermemek. Bir insan kendisine yeteri kadar kıymet verilmediğini tekrarlayıcı bir şekilde algıladığı zaman aşk duygusunu sürdüremez.
- Peki, aşkta cinselliğin yeri ne?
Önemli bir parçasıdır. İlişki sadece güven üzerinden de gelişebilir ama bu kişiler bağımlıdırlar. Aşk veya hayranlık yoktur, iki kişi birbirlerine mukayyet olurlar. Bazı insanlar da birbirlerini çekici bulabilirler, çok uyumlu bir cinsel hayatları olabilir. Bu da bir ilişki için çok da fena sayılmayacak bir zemin oluşturabilir. Ama bir ilişki sadece cinsel uyumdan ibaretse de tek bir ayak üzerine kurulu hiçbir ilişki çok sağlıklı bir şekilde ilerlemez. Bağımlılar bunu daha kolay sürdürürler. Ama sadece cinsel ilişkiliye dayanan beraberliğin ömrü, bağımlılığa dayalı bir beraberliğe göre daha kısa olur.
- Normal bir çift, âşıklar ama cinsellik uyuşmuyor. Bu kombinasyon ne kadar mümkün?
Zor. Birbirini gerçekten, sağlıklı bir şekilde seven iki insanın cinsel problem yaşama ihtimali yok gibidir. Çünkü sağlıklı sevginin içinde cinsel arzu zaten vardır. Birbirini cinsel nesne olarak, arzu nesnesi olarak algılamak zaten vardır. Şöyle çiftler çok geliyor mesela, "Doktor bey, biz birbirimize çok düşkünüz, çok seviyoruz. Cinsellik dışında hiçbir problemimiz yok." Hakikat şu: Bu kişiler kendilerini tanımıyor, ne yaşadıklarının farkında değiller. Biraz konuşmaya başlayınca bir sürü sorun olduğunu görürsünüz. Cinsel gelişimlerinde sorun olabilir, sevgi ile şehveti birleştirmelerinde sorun olabilir, birbirlerini anne, baba gibi algılamaya başlamış olabilirler ya da kırgınlıkla karşılaşıyorsunuz. Birbirlerine kızgınlıkları, hatta düşmanlıkları vardır mesela. Güvenmiyorlardır birbirlerine. Karşı tarafın varlığına, ilişkinin süreceğine, kendisini seveceğine, esirgeyeceğine, iyi günde kötü gününde yanında olacağına güvenmeyen insan, kendisini açamaz, duygularını bırakamaz, cinsel olarak uyarıya açık olmakta zorlanır. Sevişemez demiyorum ama kendisini bırakamaz. Kolay kolay da orgazm olamaz. Ortak bir hayat sürdüreceğinize dair hayalinizin gerçekleşme ihtimalini az görüyorsanız, o insanın sizi hayal kırıklığına uğratmasından korkuyorsanız, son derece uyumlu davranıp terki önlemeye çalışıyor olsanız da duygularınızı özgürce hissedip yaşayamazsınız.
- Anne, babaya aşklarını çözümleyemeyenlerin cinsel hayatı nasıl şekilleniyor?
Çocukluğumuzda ebeveyne âşık olmamız normal ve doğaldır ama sonra 6 yaş civarında geçer. Bunun geçmediği kişilere histerik diyoruz. Bunlar hala bilinçdışı bir biçimde erkekler annelerine, kadınlar babalarına âşıktırlar. Dolayısıyla bu kişilerin bir bölümü zaten cinsel aşk ile sevgiyi; şehvet ile şefkati aynı kişiye karşı hissedemedikleri için evlenemezler. Birilerine âşık olur ama ona cinsel arzu duyamazlar ya da cinsel arzu duyar hatta ilişki kurabilirler ama o kişilere de aşk hissetmezler. Öte yandan daha hafif durumlarda evlilikler, uzun süreli birliktelikler olur ama bunların da cinsel hayatları sıklıkla sorunlarla doludur.
En sık rastladığımız sorun bir süre sonra birbirlerine cinsel ilgi duymamaya başlamalarıdır. "Biz birbirimize severek evlendik, sonra cinsel arzu yavaş yavaş bitti. Şimdi bacı-kardeş gibiyiz. Ama ayrılmayız, çünkü birbirimizi çok seviyoruz" diyenlerin büyük bir bölümünü histerikler oluşturur. İki insan birbirilerinde çocukluklarında âşık oldukları anneyi ve babayı bulmuşlardır. Ancak bu benzeşme başlangıçta çok büyük ölçülerde değildir. Ama insanlar birbirlerini istedikleri kılığa sokma konusunda çok mahirdirler. Hele hele birbirlerini seven insanlar bunu çok daha iyi yaparlar. Annesinden nasıl bir muamele gördüğünü karşı tarafa öğretmeye başlar. Mesela adam der ki "Annem her sabah bana bir bardak süt ısıtırdı, çok güzel olurdu.” Kız da "İyi, ben de ısıtayım" der. Yavaş yavaş kader ağlarını örer. Önce süt, sonra çorba… Bir süre sonra adam, onu annesi gibi görmeye başlar ve annesi gibi algıladıkça da cinsel isteği azalır ve sevişememeye başlar. Çünkü araya suçluluk duygusu giriyor ve birbirlerini cinsel nesne olarak algılamamaya başlıyorlar.
- Çare sütü yapmaya reddetmekte mi?
O sütü yapmayacaksın! Sütü önüne bıraktığın gün, geçmiş olsun. Ama bu sadece bir örnektir. Karşınızdaki insanı anne, babanız yapmanın başka yolları da var. Bazen erkek, sözlü olarak söylemez ama kendisine eşyalarını toplamadığı, çoraplarını ortada bıraktığı için kızan bir annesi vardır. Evlenir ve anneyi eşinde bulmak için çoraplarını ortalığa bırakır. Eş de, normal olarak "Şu çoraplarını televizyonun üzerine koyma" demeye başlar.
- Peki, ilişki bitmesine rağmen sonlandıramayanların derdi ne?
Bir sürü farklı sebep söz konusu olabilir. Bağımlılık, korkular, hayatla başa çıkamama endişeleri, yalnız kalma korkusu...
- Suçluluk duygusunun nasıl bir rolü var?
Bazı insanlar, sevgiliyle beraber olmanın, ona "Hayat boyu seni seveceğim" sözü vermek olduğunu sanıyor. İnsanların hislerinin değişmeyeceğine dair vaatte bulunmuşlar gibi hissediyorlar. Duyguları değiştiyse de "Ben artık bir şey hissetmiyorum" demek, durumu kabullenmek istemiyorlar. Duygusal tutarlılığı sürdürmek çoğu insan için çok daha önemli.
- Duyguların değişme ihtimalini teslim ediyorsunuz, ama aşkta hayranlığın azalmasına karşı keskinsiniz. Çelişki yok mu?
Aşk da tüm duygular gibi değişmemeye karşı efsunlanmış filan değildir. İyi bakmazsan, bozarsan azalır tabii. Ama azalmak onun kaderi değildir. Eğer ona iyi bakarsanız azalmak zorunda değil. Bunu biz azaltıyoruz çünkü bir sürü arızamız var. Her şeyi bozduğumuz gibi aşkımızı da bozuyoruz. Başka şeylere olduğu gibi, evinize bakmazsanız, dükkânınıza bakmazsanız, ortalığı bok götürür. İşine, iş yerine özen göstermeyen, evine de, eşine de pek bakmıyor. Hatta kendisine de pek bakmaz. Çünkü en temelinde kendini yeterince sevmemek, kendini güzel ve mutlu bir hayata layık görmemek vardır. Yarım saat uğraşsa, mis gibi pırıl pırıl yapacağı bir odayı, hayvan bağlasan durmaz şekilde tutan biri, kendisini de, mutluluğunu da, hayatı da önemseyemiyordur. İlişkisini de önemseyemeyecektir. Mesela bir çift geliyor, adam "Karımın duyguları azaldı, cinsellik de azaldı" diyor. Bakıyorsunuz, kendilerini salmışlar, saç baş dağınık, bakımsızlar, herhangi birinde sevişmek bir kenara öpüşmek isteği dahi bırakmayacak durumdalar. Sonra da diyorlar ki "Beni eskisi kadar arzulamıyor." Arzulanacak hâl mi bırakmışlar, bunu düşünmüyorlar.
- Ve vaktiyle birbirlerine âşık olan çift ayrıldı... Bu süreçte en sık duyduğumuz cümlelerden biri "Şimdi bir başkasıyla…"
Tabii.
- "Şimdi bir başkasıyla" cümlesinde cinselliğin ağırlığı, sizin için ne demek?
Erkekler sevdiklerinin bir başkasıyla cinsel yakınlığını, kadınlar ise duygusal yakınlığını daha acı verici olarak algılamak eğilimindedirler. Aslında ikisinde de ortak olan şey “özel” bir şeyin, mahremiyetin paylaşılmasıdır. İki aşığı özel yapan önemli şeylerden bir tanesi cinselliktir. Yakınlık anlamına geldiği için de cinsellik insanları özellikle yaralar. Ayrıca, kültürün dayattığı namus gibi öğeler de onun şekillenmesinde rol oynar. Buradaki temel, "Benimle kurduğu o yakınlığı şimdi başkasıyla kuracak" olmasındadır.
İnsanların bir bölümü ise, karşı taraf mutlu olur korkusuyla ayrılamaz. Onun mutsuz olacağından emin olsa, birçok çift daha kolay ayrılır. Birçok insan için iyi bir ilişki, iyi bir evlilik hayatta başarılacak önemli alanlardan bir tanesidir. Biten bir evlilik de başarısızlık anlamına gelir. Adam ayrıldıktan sonra "Bir ilişkiyi bile yürütemedim, mutlu olamadım" demeye başlar, karşı taraf da evlenir ve mutlu olursa, perişan olur. Arızanın kendisinde olduğunu görmektense ayrılmayı tercih etmez. Bazı insanlar bu yüzden ayrıldıktan sonra karşı tarafın keyfini takip eder, “Üzülüyor mu yoksa mutlu mu" sorusuna cevap arar; çok mutlu olunca üzülürler, ama her gün ağlıyorsa kendilerini iyi hissederler.
- Kişi dikişi tutturamayınca mı çıkar bu arıza?
Evet.
- "Dünyayı başına yıkmazsam namerdim” benzeri cümleler, tanıdıklarına yorulmadan kişiyi kötülemek, camına taş atmak gibi işlere kalkışanların harcadıkları efor, enerji kaybı mı, yoksa acıyı atlatma sürecinin bir parçası mı?
Mesleki olarak onu zor duruma düşürmeye çalışan, amirlerine şikâyet eden, ailesine "Biliyor musunuz, kızınız orospu" gibi mektuplar yazanlar oluyor. Bunların önemli bir bölümü nevrotik düzeyde değil, borderline kişilik örgütlenmesinden muzdarip insanlar. Kendileri ve nesneleri yani diğerlerini tamamen iyi ya da tamamen kötü olarak algılarlar.
Bir insan kendisini ne kadar iyi hissettiriyor, kendisini özel ve değerli algılamasını sağlıyorsa, o kadar iyidir. Ne kadar kendisinde olumsuz duygular uyandırıyorsa, sevilmediğini, önemsenmediğini hissettiriyorsa da o kadar kötüdür. Kendisini terk eden veya aldatan insan, onlar için birdenbire canavara dönüşür ve her türlü kötü muameleyi hak eder. Eğer bu nesne iyi, değer verdiği biri ise ve "Kusura bakma ama ben seninle arkadaşlık edemeyeceğim, çünkü rezil bir insansın" derse, kendisini çok kötü hissedecektir ama o nesneyi değersizleştirir, onu kötü ve değersiz olduğunu düşünürse, onun kendisini istememesi o kadar acı verici olmayacaktır. Onu, değersiz, aptal, kötü, rezil biri olarak algıladığında onun seni istememesinin vereceği acı azalmış olur. Karşı tarafın beş para etmez olduğuna daha kolay inanmak için de kendine ittifaklar ararsın. Onu herkese kötülediğinde ve herkes onun kötü ve aşağılık biri olduğuna inandığında bu değersizleştirmeyi daha kolay yaparsın. Dolayısıyla o nesneyi sadece kendi gözünde kötü yapman da yetmiyor, kamusal olarak da kötülemen gerekiyor. Böylece, daha önce sevdikleri insanı aniden nefret nesnesine dönüştürüyorlar.
- Peki, bir acı sıralaması yapsanız, aşk acısı kaçıncı sıradan listeye girer?
İnsandan insana değişir. O kişiye ne kadar duygusal yatırım yaptıysanız, canınız o kadar acır.
- Yatırım büyükse, aşk acısı evlat acısıyla eş değer olur mu?
Evladınıza, kocanızdan ya da sevgilinizden daha çok yatırım yaptıysanız, evlat acısı daha çok da olur. Birçok kadının dünyasında kocalar, fazla yer tutmaz; kenarda, geçim sağlayan, dandikten bir tiptir. O yüzden evlat acıları daha yüksektir.
- Biri kapınızı çaldı ve "Doktor Bey, aşk acısı çekiyorum. Ne olur yardım edin" dedi. Ona yardımcı olabilir misiniz? Aşk acısının tedavisi mümkün mü?
Tabii, aşk acısının tedavisi mümkündür. Ama “Aşk acısı çekiyorum" diyen herkes aynı şeyden bahsetmemektedir. Bazıları terk edilme acısından gelir. Bazıları yanıt alamamanın acısıyla gelir ama aslında bir hukukları bile yoktur. Aşk yaşanmışlık üzerine kuruludur. Dolayısıyla bu hikâyede aşk filan yoktur.
- Tedaviye gelen çoğunlukla hangi temel karakterler?
Hepsinden gelir. Bağımlı da, narsist de, histerik de… Mesela, borderline'lar çok çabuk nesne değiştirdiklerinden karşı tarafın anlamayacağı şekilde çok kolay öfkelenirler dolayısıyla aşk acısıyla gelenlerin bir kısmını da borderline ile sevgili olmuş kişiler oluşturur. Mesela beraber akşam yemeğine gittiler, sevgilisi eski okul arkadaşına denk geldi ve biraz sohbet etti. Borderline, kendisini dışarıda hissettiği için ertesi gün çeker gider. Kişi de ne olduğunu anlamadığı bu terk edilme acısıyla bize başvurur. Benzer hikâyelerle, beklenmedik şekilde terk edilen insanlar da aşk acısı yaşarlar. Çünkü onlar için henüz bitmiş bir ilişki yoktur, hâlâ seviyorlardır, sadece karşı taraf dengesizlikten çekip gitmiştir. Böyle bir terk karşısında da üzülmekte bir tuhaflık yoktur. Her bağın kopması insana acı verir.
-Peki, terk edilmekte insana bu kadar koyan ne?
Farklı nedenler olabiliyor. Mesela bağımlılar için terk eden nesne, önemli bir destek figürü ise ayağının altından toprak kaymış gibi hisseder. "Bütün dünyam kararmış gibi" derler, neredeyse yaşam ünitesinden çekilmiş gibi hissederler. Ama bağımlıların aşk acısı çabuk geçer. Yeni bir nesneye kolaylıkla bağlanabilirler. Narsistikler de terk edilince çok acı çeker.
- Starlıklarını kaybettikleri için mi?
Evet. Şöyle çok fazla vaka gördüm: Narsistik özellikler gösteren kişi beraber olduğu insanı beğenmiyor, küçümsüyor, aşağılıyor. Aslında o kişiyi sevmiyor filan değildir, ne kadar sevildiğini görmek için mahsustan kötü davranıyordur. Karşı taraf her seferinde alttan aldıkça kendisini daha değerli hisseder. Ama karşı taraf, sürekli mutsuz olmaktan sıkılır ve onu terk eder. Narsistin de birdenbire büyük bir aşk acısına gark olduğunu görürsün, şaşırırlar. Çünkü o insanın kendisini sevmesi sayesinde kendisini iyi hissediyordu. Terk edildikten sonra da onu geri kazanmak ister.
Histerikler 3. şahıs nedeniyle terk edilmeye dayanamazlar. Bu herkes için zordur ama histeriklerde 3. şahıs, Philips'e gönderme yaparsak, ödipal üçgeni tamamlayan şahıs olduğu için ödipal acıları pekiştirir. Çocukken siz babanıza çok âşıksınızdır ama babanız her gün başka bir kadınla yani annenizle yatıyordur. Her gün terk edilmişlik acısı yaşarsanız. Sevdiğiniz adam da başka biriyle olmak için sizi terk ettiğinde bütün eski acılarınız açığa çıkar. Büyük bir aşk acısıdır bu.
- Peki, ayrılma sürecinde karşı tarafın işgal ettiği rüyalara ne kadar değer verilmeli?
Rüyalarımız her zaman önemlidir. Rüyalar, bir insanı anlamak için en önemli anahtarlardandır. Çünkü yalan söylemezler; en azından rüyanın ne demek olduğunu kavrayana… Yani, "Rüyamda gördüğüm insanı çok seviyorum" gibi bir şey yok. Ayrıca, unutmamak lazım, rüyadaki insanlar, nadiren rüyada görülen insanlardır. Sevgilini gördün zannedersin, babanı görmüşsündür; babanı gördün zannedersin ama o eski sevgilindir.
- Aşk acısı çekene sistematik olarak nasıl yaklaşıyorsunuz?
Diyelim ki zatıâlileri bir aşk acısıyla geldi. Önce güzelce olay ne anlamaya çalışıyoruz. Nasıl tanıştılar, ilişki nasıl gidiyordu vs. O da oraya buraya saldırmadan bugüne kadar nasıl geldiklerini, ilişkilerinin tarihi görüyor. Biz de iki kişinin tarihini almış oluruz. Bu adam kim, babası mı, hangi boşluğu dolduruyor, şimdi gitmesinin anlamı ne?
Epeyce bir insan, geçmişte elde edemediği bir sevgiyi, bu kez elde edeceği varsayımıyla ilişkiye girer. Mesela kendisini iten kakan bir babası vardır. Bu baba alaycı, burnundan kıl aldırmayan bir tiptir. Kadın da gider, örneğin böyle tiplere âşık olur. Ama kader ağlarını örer, âşık olduğu adam “Orada niye böyle yaptın”, “Neden öyle dedin, salak mısın?" demeye başlar ve kişiyi değersizleştirir. Bir süre sonra da çekip, gider. Siz de kişinin tüm bu hikâyeyi anlamasını sağlamaya çalışırsınız.
- Kişinin hikâyeyi anlaması ortalama ne kadar sürüyor?
Birkaç ay sürer ama kendi kişiliğini çözümlemeyi barındıran bütünlüklü bir çalışma 3-4 sene sürer.
- Kişi hikâyesini anlayınca acının miktarı azalıyor mu?
Büyük ölçüde azalır.
- Ve kendi başına ortalama bir yılda atlatılacak acı 2 ayda...
2-3 ayda önemli ölçüde azalır.
- Söyleşinin başında “aşk, eşi bulunmaz bir insana denk geldiğin hissiyle gelir” demiştiniz. 2 ayda bu kadar kuvvetli bir hissin yaratacağı acıyı nasıl çekip çıkarıyorsunuz? İnsan bu kadar büyük bir kaybın verdiği acıyla nasıl vedalaşabilir?
Çekip, çıkarıyoruz, yepyeni, mutlu bir insana dönüşüyor demedim. Önemli ölçüde azalır dedim. Kolunuz da eşsiz ve yedeksizdir ama kopunca onun da acısı geçer. Öte yandan insanların biten bir ilişkiye dair acılarının içinde çok sayıda çarpıtılmış algılar vardır. Çoğu kimse sıkıldığı, artık bitsin dediği, kıymet vermediği hatta aldattığı halde, ilişkileri bitince ya da karşı taraf terk edince büyük bir aşkları varmış gibi davranabiliyorlar. Bu ilişkinin bitmesi için dua etmiş olduklarını, sevgililerini kaç kez aldatmış olduklarını, başkalarıyla flört etmekte olduklarını filan görmezden geliyorlar. Ayrıca karşı tarafa ilişkin olumsuz algıları ve yargılarını da unutuyorlar. Birbirini çok seven iki insanken, çok mükemmel, büyük bir aşk yaşarken, birden bire beklenmedik şekilde terk edilmişler gibi algılamayı seçiyorlar. Çok da uzun sürmeden ilişkilerinin tarihine ve geldiği noktaya dair daha gerçekçi bir algıya sahip olurlar ve bu da acılarını önemli ölçüde azaltır.
- Sizi ziyaret edenlerin yüzde kaçı aşk acısıyla geliyor?
Terapiye gelen insanların azımsanmayacak bir bölümü, ya ilişkileri bitmek üzereyken ya da ilişkileri bittikten sonra gelir. El ele, kol kola gezen insanlar gezmek, denize girmek varken terapiye neden gelsin?
- Doğan Bey, söyleşiyi sonlandırmadan soralım. Tüm bunları aşkı yakalayan biri olarak mı anlattınız?
Gayret eden diyelim. Karıncaya demişler ki, “Nereye gidiyorsun”; demiş, “Hacca gidiyorum.” “Nasıl gideceksin Hacca, ömrün yetmez" demişler, "Hiç değilse yolunda ölürüm" demiş. Öte yandan hüsrana, hayal kırıklığına uğramış insanlara şunu da söylemek isterim ki, ama aşk günümüzde hakikaten Don Kişot’luk gibi bir şeye dönüşebiliyor. Sen uğraşıyorsun ama karşı taraf uğraşmayabiliyor.
© Tüm hakları saklıdır.