Dünya

Türkiye'de darbeler dönemi bitiyor

Türkiye bir dizi darbe planı iddiasıyla sarsılsa da, Başbuğ döneminde darbeler devri kapanıyor olabilir.

13 Şubat 2010 02:00

T24 - Türkiye bir dizi darbe planı iddiasıyla sarsılsa da, adı iddiaların hiçbirine karışmayan ve bu tür teşebbüslerde bulunanları ayıklamakta kararlı olduğunu söyleyen Başbuğ döneminde darbeler devri kapanıyor olabilir. Başbuğ bu iddiaların ordunun imajını fena halde zedelediğinin farkında İstanbul’un en kalabalık camilerinde ibadet edenleri hedef alan bombalar; Yunanistan’la bir savaşı kışkırtmak için Ege üzerinde vurulup düşürülen bir Türk savaş uçağı. Kaos Türkiye’yi sarıyor. Ordu devreye giriyor, Ülkeyi 2002’den beri yöneten ılımlı İslamcı AKP’yi deviriyor ve kontrolü ele geçiriyor.

5 bin sayfalık ordu belgelerinde yer alan ‘Balyoz’ kod adlı bu plan ocakta Taraf gazetesi tarafından açığa çıkarıldı. Ordu bunun sadece bir ‘harp oyunu’ olduğunu söyledi. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, “Allah Allah diyerek savaşan Türk askeri nasıl olur da bir camiyi bombalar?” diye gürledi. Askeri ve sivil savcılar şimdi bu soruya cevap bulmaya çalışıyor.

‘Balyoz’ son yıllarda açığa çıkarıldığı iddia edilen darbe planları zincirinin en son halkası. Hükümetin 4 Şubat’ta, orduya düzenin bozulduğu bölgelerde devreye girme imkânı veren ‘Emasya’ protokolünü kaldırmasının nedenlerinden biri de bu. Karşıtları, Emasya’nın asıl amacının müstakbel bir darbeye hukuki çerçeve sağlamak olduğunu iddia ediyordu.


Dünya da yakından izliyor

Ordunun imajı fena halde zedelendi ve şimdi rolü sorgulanıyor. Türkiye dört başı mamur bir Batı demokrasisi haline gelirken ordunun nüfuzu geri dönülmez şekilde ortadan kalkıyor mu? Ya da bu, zenginliği ve iktidarı tekelinde tutmaya alışmış tutucular ve generallerden oluşan seçkinlerin, AKP’nin simgelediği dindar ve Anadolulu yükselen sınıfa karşı verdiği mücadelenin son perdesi mi?

Cevaplar önemli ve sadece Türkleri de ilgilendirmiyor. Türkiye Avrupa’yla Ortadoğu arasında stratejik bir odak. 72 milyonluk, gittikçe artan bir nüfusa sahip. Doğudan gelen petrol ve doğalgazın ana geçiş rotası olmaya aday. NATO’nun ikinci büyük ordusu. Ayrıca Müslüman çoğunluklu bir ülkede laik demokrasinin nadir bir örneği ve ordunun güçlü olduğu Pakistan ve Endonezya gibi demokrasiler tarafından yakından izleniyor.

İşte bilmece de burada. Türk ordusu uzun zamandır Atatürk’ün kurduğu laik cumhuriyetin garantörü olarak görülüyordu. Son dönemde yaşadığı sorunlara karşın hâlâ ülkenin en güvenilir ve popüler kurumu. Ancak generallerin sürekli siyasete karışması ve Kıbrıs veya Kürtler gibi en çetrefilli meselelerin etrafına çekmiş göründükleri kırmızı çizgiler, Türkiye’nin tam bir demokrasi haline gelmesinin önündeki en büyük engeller arasında. Anayasa ordu tarafından yapıldı; acilen yeniden yazılması gerekiyor. Ve ordunun en inatçı olduğu meseleler, tam da AB üyeliği şansına en çok zarar verenler.


‘Paralel bir devlet’

Ordu 1960’tan beri üç darbe yaptı;

ilkinde ülkenin özgürce seçilmiş ilk başbakanı olan Adnan Menderes’i astı, Milli Güvenlik Kurulu’nu oluşturdu, kendi mahkemelerini kurdu. Eski askeri savcı Ümit Kardaş, “Paralel bir devlet yarattılar” diyor. Generaller, otoriter bir anayasayla sonuçlanan 1980 darbesiyle güçlerini pekiştirdi. 1997’deyse İslamcıların başını çektiği ilk hükümeti, şeriat getirmeye çalıştığı gerekçesiyle devirdiler. Bu ‘postmodern darbe’, generallerle medya ve iş dünyasındaki dostlarının uyguladıkları bir kampanyanın ardından geldi. 2007’de bu kez internette yayımlanan ve Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına itiraz eden bir bildiriyle müdahale tehdidinde bulundular. Gül’ün eşinin, İslami köktenciliğin simgesi mahiyetinde devlet kurumlarında yasaklanan başörtüsünü takmasından hiç memnun değillerdi. Bu ‘e-darbe’nin muazzam bir yanlış hesap olduğu görüldü. Zira Başbakan Tayyip Erdoğan erken seçime gitti ve AKP ikinci kez iktidara gelirken, Gül de cumhurbaşkanı oldu.

Yılmayan generaller 2008’de AKP’ye kapatma davası açan başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya’yı gizlice destekledi. Anayasa Mahkemesi çok küçük bir oy farkıyla kapatmama kararı aldı. O zamandan beri hükümet karşı mücadele yürütüyor. İki yıldır kamuoyu ordu kaynaklı komplo iddialarıyla bombardımana tabi tutuluyor. Çok sayıda subay Ergenekon davasıyla bağlantı olarak sorgulandı veya tutuklandı. Savcılar bu şebekeyi bir dizi kanlı provokasyonla kaos yaratarak AKP’ye karşı bir darbeyi meşrulaştırmayı planlamakla suçluyor. Fakat kanıtlar her zaman inandırıcı olmuyor ve bazı masum insanlar da içeri atılıyor; birçoğu aylardır hiçbir suçlama olmaksızın içerde tutuluyor.

Generallerse Ergenekon’un, ülkenin en zengin ve etkili İslami cemaatinin önderi Fethullah Gülen’in başını çektiği sinsi bir kampanyanın parçası olduğunda ısrarlı. Şiddeti reddeden ve kapitalizmle barışık olan bu hareketin Türk İslam’ını evcilleştirdiği kabul ediliyor. Fakat generaller Gülen ve yandaşlarının Türkiye’yi İslami yönetime götürdüğüne inanıyor.

Ordunun imajı sadece darbe tellallığıyla da zedelenmiyor. PKK’nın son dönemde düzenlediği bir dizi kanlı saldırı, ordunun sahadaki yeterliliğiyle ilgili soruları gündeme getiriyor. Taraf’ın 2007’deki Dağlıca saldırısında ordunun önceden uyarıldığına dair belgeler yayımlamasıyla bu sorular daha yüksek sesle sorulur hale geldi. Haberler büyük tepki yarattı ve Türk ordusuyla ilgili daha önce tabu sayılan kimi meseleler tartışılmaya başlandı.

Ergenekon ve Dağlıca ordunun prestijine büyük zarar verdi. Fakat gücünü asıl kemiren şey AB yolunda yapılan reformlar. Bu da generallerin AB hedefine destek verir görünmelerine rağmen aslında yaşadıkları kararsızlığı açıklıyor. Reformlar, AKP’nin 17 yıl sonra ülkedeki ilk tek başına iktidarı oluşturduğu 2002’de başladı. Ocak 2004’te generallerin görüşlerini dayatma aracı olarak kullandığı Milli Güvenlik Kurulu, bir danışma kurumu seviyesine indirildi. AKP geçen yıl da en cesur adımlarından birini atarak, askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının yolunu açan anayasal değişikliğini geçirdi.


Erdoğan daha da otoriterleşebilir

Generaller inişe geçmiş olabilir, fakat asla bitmiş değiller. Sivil mahkeme değişikliği Anayasa Mahkemesi’nden döndü. Britanyalı analist William Hale şu yorumu yapıyor: “Ordunun gücünün azaldığını söylemek, demokrasi ve siyasetçilerin güç kazandığı rahat bir doğrusal ilerleme varsayımına işaret ediyor. Bu tam olarak doğru değil.” Aslında ordu sivil hükümet zayıf olduğunda ya da tehlikeler kapıya dayandığında güçlü. Birçok insan Türklerle Kürtler arasındaki gerilimlerin yeni bir ordu müdahalesini meşrulaştırabilecek bir kargaşaya dönüşme ihtimalinden endişeli. Bir başka püf nokta da şu: Ordunun iç hizmet kanunu laiklik ve ‘devletin bölünmez bütünlüğü’ tehlikeye düştüğünde bunları savunmak adına müdahale etme imkânı tanıyor. Başbuğ Emasya’nın kaldırılmasını desteklese de, bu son koruyucu kaleye dokunulmaması gerektiğini söyledi. AB generallerin savunma bakanlığına hesap verebilir olmasını talep ediyor, ki bu talep henüz karşılanmış değil. Askeri analist Lale Kemal, “Anayasa değişmediği sürece ordu üzerinde sivil denetim ham hayaldir” diyor. Erdoğan’sa gür sesle anayasayı değiştireceğini söylüyor, fakat perde arkasında generallerle anlaşmalar yaptığına dair kuşkular yaygın.

Milyonlarca laik Türk için ordu hâlâ özgür hayat tarzlarının yegâne garantörü. CHP’nin AB yolundaki değişikliklerin en büyük destekçisi olması gerekirdi. Fakat radikal İslam’a karşı en güçlü kalkanı ordu değil AB üyeliği sağlayacak olsa bile, CHP birçok değişikliğe karşı. Ufukta dişe dokunur bir rakip yok ve bu yüzden AKP muhtemelen 2012’de üçüncü kez iktidar olacak. Bu, karşıtlarının otoriterliğe kaymakla suçladığı Erdoğan’ın elini daha da rahatlatabilir. Muhalif gazetelere yönelik saldırıları ve küçük partileri, yani Kürt partilerini meclis dışında tutan seçim yasasını değiştirmek konusundaki gönülsüzlüğü, Erdoğan’a dair bu intibayı güçlendiriyor. ABD’nin eski Türkiye elçisi Eric Edelman, “Türkiye hükümetlerin değişebildiği dengeli bir sisteme sahip olsaydı, ordunun güç kaybetmesi insanı daha iyi hissettirebilirdi” yorumunu yapıyor.


Başbuğ engin kavrayışa sahip

Türk ordusu siyasete karışma bağımlılığından kurtulmaya başlıyorsa eğer, bu kısmen en tepedeki ismin çabaları sayesinde oluyor. Kürt isyanının zirvede olduğu 1990 başlarında sertliğiyle nam kazanan Başbuğ, en az diğerleri kadar sıkı bir laik. Fakat ordunun İslam’la yıldızının barışmadığı intibasının, popülaritesinin azalmasına katkıda bulunduğunun da farkında. Başbuğ ordunun rolüne dair bazı seleflerinden daha engin bir kavrayışa sahip. Edelman’a göre Başbuğ’un 1960 darbesi sırasında harp okulu talebesi olarak edindiği tecrübeler, onu siyasetinde ordunun yeri bulunmadığına inandırdı. Adı darbe iddialarının hiçbirine karışmadı. Bu tür teşebbüslerde bulunanları ayıklamakta kararlı olduğunu söylüyor. Şimdi emrindeki bazı askerler mesajı almış gibi görünüyor; sızdırılan darbe planı iddialarının birçoğunun arkasında onların olduğu söyleniyor. Balyoz haberini patlatan Taraf muhabiri Mehmet Baransu, “Bazıları meslektaşlarının ayağını kaydırmak istiyor, bazıları Gülenci, fakat birçoğu ordunun siyasetin dışında kalması gerektiğine inanan idealistler” diyor. Bu tür yaklaşımlar Türkiye’nin her tarafına yayılıyor.
 
1909’da Atatürk Jöntürk yoldaşlarına hitaben, “Ordudaki arkadaşlarımız artık siyasete bulaşmamalıdır. Bunun yerine bütün çabalarını orduyu güçlendirmeye yönlendirmelidir” demişti. Aradan 100 yılı aşkın bir süre geçti ve mesaj nihayet yerine ulaşıyor olabilir.