Türkiye gazeteci yazarı Yücel Koç, son zamanlarda gündemde olan Deizm'e ilişkin olarak, "Burada en büyük görev imamlarda, onların da hâli ortada… En azından bir kısmının…" dedi. Koç, "
Camilerde düzen bozuldu… Yolum düştü, Fatih Kadınlar Pazarı’ndaki bir camide akşam namazına gittim.Kendimi Türkiye’de değil, bir başka ülkede namaz kılıyor gibi hissettim" ifadesini kullandı.
Koç'un "Doların yükselmesinden daha büyük tehlike; deizm…" başlığıyla yayımlanan (12 Nisan 2018) yazısı şöyle:
Birkaç sivil toplum örgütü araştırma yapmış…
Yayınladıkları raporda diyorlar ki; gençlik deizme kayıyor…
Yani, imanın 6 şartından sadece Allah’ın varlığına inanıyorlar.
Gerisi yok…
Dinle diyanetle ilgileri bu kadar…
Ama sorsanız; hepsi ölünce cennete gidecek (!)
Türkiye’nin gündemine yeni yeni giren deizm, ateistliğin bir öncesi…
Aslında bize has değil, dünyada hızla yayılan bir salgın.
Özellikle de refah düzeyinin yüksek olduğu ülkelerde…
Sadece dünya için yaşama, lüks ve moda özentisi, sınırsız özgürlük teşviklerinin doğal neticesi bu...
‘Kötü’yü süslü ambalajlara koyup, yıllarca gazetelerinden, televizyonlarından pazarladılar…
Gelenek ve göreneklerimizi, toplum ahlakımızı tarumar ettiler…
‘Moda’ adı altında hem ahlaksızlığı yaydılar, hem de çok büyük paralar kazandılar.
İnternet, özellikle de sosyal medya hayatımıza girence, ‘küresel aklın’ işi çok daha kolaylaştı.
Modadan öte ‘trend’ler ortaya çıktı.
Dünyada milyarlarca insanı, fazla para dökmeden, zahmet harcamadan, istedikleri gibi yönlendirme fırsatı buldular.
Ve bugün, yerküre, onlar için küçük bir köye dönüştü...
Başlattıkları her akım, Japonya’da, Rusya’da, İngiltere’de, Dubai’de, Malezya’da, Güney Afrika’da, yani dünyanın hemen her yerinde aynı anda karşılık bulur oldu.
Geçenlerde Davos’ta konuşulanları yazmıştım…
Özgür yaşayan son insan toplulukları olduğumuzu,
25-30 sene sonra insanlığın tamamen dünyayı yöneten 3-5 ailenin elinde olacağını…
Ve istedikleri gibi yönlendireceklerini.
Bakın, bugün bile kitle iletişim araçları ile bizi, özellikle gençlerimizi ne hale getiriyorlar?
Peki, yalnızca ‘özümüzü muhafaza ederek’ korunabileceğimiz bu akıma karşı ne yapıyoruz?
FETÖ örneği ortada…
Biz bu örgütün kökünü temizlesek bile, ‘dine bakışa’ verdiği zararı nasıl telafi edeceğiz?
Bugüne kadar ne yaptık, ne yapacağız?
Takkeyle, sarıkla, üstten konuşmalarla çözülebilecek bir mesele midir bu?
Bir taraftan dinin içini boşaltan reformcular, öbür taraftan dine ve dindarlara açıktan savaş yürüten laikler…
Ve hepsini avucunda oynatan, yön veren küresel ‘üst akıl’…
Bu kıskaçtan Türk milletini kurtaracak millî akıl nedir?
Önceki gün Türkiye’nin önemli eğitim kurumlarından birinin yöneticisi ile sohbetteydim…
Hem de, Türkiye’nin muhafazakâr kesiminin en yoğun yaşadığı ilçelerimizden birinde hizmet veriyor…
Dedi ki, “Deizmi biz çok uzun zamandır konuşuyoruz.
Gençlerimizin durumu hiç iç açıcı değil.”
Zaten mütedeyyin geçinen ailelerde, anne ile yanında yürüyen kızı arasındaki farka bakınca, başka ispat aramaya gerek de yok.
Anlaşılan o ki, görmek isteyene tablo ortada…
Burada en büyük görev imamlarda, onların da hâli ortada…
En azından bir kısmının…
Suudların bile artık ‘Amerikan projesiydi’ dediği Vehhabilere özenenleri mi ararsın…
Onun kamuflajlısı selefi meraklısını mı…
Ne ararsan var.
Camilerde düzen bozuldu…
Yolum düştü, Fatih Kadınlar Pazarı’ndaki bir camide akşam namazına gittim.
Ne müezzin bizim çocukluğumuzdaki gibi kamet getirdi, ne de imam bizim çocukluğumuzdaki imamlar gibi okudu.
Bir Suud, Mısır özentisi ki, sormayın gitsin…
Kendimi Türkiye’de değil, bir başka ülkede namaz kılıyor gibi hissettim.
Hülasa…
Asırlarca Hilafet sancağını taşıyan bir milletin imamları, müezzinleri böyleyse…
Gençlere ben ne diyeyim…
Ağababalar operasyona geliyor…
Afrin’i halletmiş, ekonomik büyümemiz yeniden yüksek ivme kazanmış, Rusya ile büyük projelere başlamıştık ki…
Suriye’de işler tekrar karmakarışık oldu.
Esad durduk yerde çoluk çocuğu yine kimyasal gazla katletti…
2013’te bunu yaptığında müdahaleyi reddeden İngiltere, bu defa ne hikmetse efelendi…
Çarkçı Obama gibi, Trump da yüksek tondan tehditler savurdu, füze yüklü gemilerine “Akdeniz’e gidin” talimatı verdi.
8 yıldır devam eden katliamları umursamayan Fransa’sı, İngiltere’si sevkiyat için harekete geçti.
Haftalardır ABD’de, Avrupa’da fink atan Suudi Prens Selman da, bu liderlerle bol bol sırıtarak poz verdi.
Belli ki, Batı’da bir operasyonun startı verildi.
BM’de de ilginç şeyler oldu.
Rusya, ABD’nin verdiği ‘Suriye’de BM mekanizmasında hem kimyasal silah kullanımının soruşturulması, hem de saldırının sorumlularının belirlenmesi’ önerisini reddetti.
ABD de Rusya’nın verdiği iki öneriyi reddetti.
Çünkü Rusya, açıkça ‘sorumluların belirlemesi’ni istemedi, sadece ‘araştırmakla yetinin’ dedi.
Bu da geri tepti…
Gelelim Türkiye cephesine…
Yüksek şüphe şu ki, Guta saldırısı, devlerin bölgede pasta paylaşımının yanında, Türkiye-Rusya yakınlaşmasını önleyecek planı da hayata geçirdi.
Oysa Cumhurbaşkanımız, daha geçenlerde Putin ve Ruhani’nin yüzüne bu katliamları durdurun diye açık açık söyledi, uyardı.
İkisi de dinlemedi, Esad’ın katliamlarının yanında yer aldı.
Dolayısıyla bugün oluşan tablonun vebali de, günahı da bu iki ülkede kaldı…
Türkiye bir taraftan Suriye’de köşeye sıkıştırılırken, öbür taraftan ‘küreselcilerin’ ekonomik operasyonu da start aldı.
Ne diyelim; hamama giren terler…
Zincirlerden kurtulmak istiyorsak, biraz terlememiz gerekecek.