Gündem

Türkiye Sosyalist İşçi Partisi kurucularından Hüseyin Hasançebi, yaşamını yitirdi

Çağatay Anadol: Hüseyin, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin tek filozofuydu

13 Mayıs 2021 11:57

Türkiye Sosyalist İşçi Partisi, SBP, BSP, ÖDP, SEH gibi partilerin çeşitli kurallarında yer alan ve son dönemde HDP'nin çalışmalarına katılan Hüseyin Hasançebi yaşamını yitirdi.

Türkiye'de sosyalist hareketin önemli isimlerinden olan 77 yaşındaki Hüseyin Hasançebi, uzun süredir kanser tedavisi görüyordu. Hasançebi'nin cenazesi bugün Antalya Kepez’de toprağa verilecek.

Trabzon’da doğan Hüseyin Hasançebi başlangıcından itibaren Trabzon’da Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin çalışmalarında yer aldı. 1977’den itibaren İstanbul’a gelen Hasançebi Türkiye Sosyalist İşçi Partisi yayınlarını hazırlayan yayın kurulunda yer aldı.

1984’den sonra yurt dışına çıkan Hüseyin Hasançebi, Almanya’da partisinin yayınlarında ve diğer kardeş partilerle ilişkilerinde önemli görevler üstlendi. 1989’da Türkiye'ye dönen Hasançebi, Sosyalist Birlik Partisi’nin (SBP) kuruluş çalışmalarına katıldı, yayın organı Birlik dergisinde yazılar yazdı.

Son olarak Kızılcık dergisini yayınlayan Hasançebi, Bianet’te de yazılar yazdı. Ayrıca HDP’ye üye oldu ve çalışmalarına aktif olarak katıldı.

Çağatay Anadol: Filozofumuz Hüseyin Hasançebi’ye veda

Yayıncı Çağatay Anadol, vefatının ardından Hüseyin Hasançebi'yi yazdı.  

Adanol'un yazısı şöyle: 

1979’un Eylül başlarında Cağaloğlu’nda Başmusahip Sokak, Tan Apartmanı No 10/11’deki yeşil çuha kaplı toplantı masasına yerleştirilmiş daktiloların sesi odayı kaplıyordu. O masanın etrafında hummalı bir çalışma içinde olanlar 17 Eylül’den itibaren günlük olarak yayınlanacak Gerçek gazetesinin sayfalarını dolduracak yazıları hazırlıyorlardı. Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin, ilk sayısı 14 Haziran 1975’te yayınlanan Gerçek gazetesi 108 sayı haftalık olarak yayınlandıktan sonra artık günlük olacaktı. Büyük boy altı büyük sayfa olarak yayınlanıyordu. Bu da her gün 20-25 bin kelime, ya da 120 daktilo sayfası tutarında yazı yazmayı gerektiriyordu. Üstelik bütün bu yazma işi altı saat içinde bitirilmeliydi ki gazetenin sayfaları yapılsın, sayfa provası görüldükten sonra sayfa filmleri alınıp kalıplar çekilsin ve baskıya girilsin. Yeşil çuha kaplı masanın çevresinde Tektaş Ağaoğlu, Yalçın Yusufoğlu, Hüseyin Hasançebi, Bulend Tuna, Gülgün Tezgider, Ekrem Çakıroğlu ve ben oturuyorduk, beş-altı daktilonun çıkardığı takırtılar alçak tavandan yansıyor ve yorulan zihinlerimizde yankılanıyordu. Hüseyin iki parmağıyla tuşlara basıyordu ama yazma üstadı Yalçın’la yarışacak kadar hızlıydı. İmzasız yazılarının yanı sıra kendi imzasıyla da altıncı sayfada bir köşesi vardı.

Yanlış hatırlamıyorsam 1977’de İstanbul’a gelmiş ve o vakte kadar sınırlı sayıda arkadaşımızın altından kalktığı yazı-çizi işine omuz vererek hepimize bir soluk aldırmıştı. Bu Trabzonlu yaşıtımın derin bilgisi, bunları sayfaya aktarmadaki kendine özgü üslubunun zenginliği beni şaşırtmıştı. Üstelik iddiayla söylüyorum ki yenilikçi bir bakış açısı vardı. Bizler güvenli çizgilerden ayrılmamaya çalışırken, o bir yandan ayağını sağlamca bu çizgilere dayıyor ama çözümleme derinliğini daha geniş ufuklara eriştiriyordu. O sıralarda dünya sosyalist hareketinin içinde bulunduğu sorunlar, özellikle de Marksist kuramın birbirini tekrarlayan klişeler haline getirilmiş olması bizleri rahatsız etmeye başlamıştı. Hüseyin teorik meselelerin üzerinde az yazılmış alanlarında hepimizi şaşırtan ufuk açıcı sözler söylüyordu. Ama yazılarının içeriği kadar biçimi de önemliydi. Hüseyin aramızda üslup sahibi bir yazar olarak sivrildi. İmzası kapatılmış yazıları okumaya ve yazarının kim olduğunu tahmin etmeye çalışacağımız bir oyun oynasak en kolaylıkla onun yazılarını teşhis ederiz. Yazılarında can alıcı sorular sormaya dikkat ediyor, sert polemikçilikle pedagojik dikkati yan yana getiriyor ve daha da önemlisi bunları belirgin bir lezzetle okura aktarıyordu.

Hüseyin partimizin genel yönetim kurulu üyesiydi ve 1984 sonunda parti kararıyla Almanya’ya yollanmıştı. Yurtdışındaki yayın faaliyetlerimizde, başka siyasi partilerle ve kardeş partilerle sürdürdüğümüz ilişkilerde önemli bir rol oynadı. Ama sanırım “keşke gördüklerimi görmeyeydim de rol filan oynamasam olurdu” diyeceği bir şeye de tanıklık etti. Moskova’daki bir kardeş partiler toplantısında sosyalizmin çöktüğünün resmen kabul edilişiydi bu. 1989 sonunda partimizin yurda dönüş kararıyla birlikte Tektaş Ağaoğlu ile birlikte Türkiye’ye döndü.

Hüseyin, Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nin tek filozofuydu. Hem bu kelimenin klasik anlamına uygun biçimde, bir münzevi gibi bir lokma-bir hırka yaşar, hem de modern anlamındaki gibi birden fazla felsefe dalına ve beşeri ilimlere değinen yazılar yazardı. Bir halk ermişi, bir Nasreddin Hoca yanı da vardı. Kırmadan, dökmeden alaycı olmayı bilirdi. Pusulası sınıfsız bir topluma ulaşmaya ayarlıydı daima. 2002 Haziran’ında Kızılcık’ta yazdığı 'Sosyalist Sol Açmazda ne demek?' yazısını şöyle bitiriyordu örneğin:

'…Biraz başa dönelim. Dünyanın sosyalist sola ve sosyalizm için mücadeleye hayat veren bir dünya olmaktan çıkmış olması için bu mücadelenin dayandığı sınıf çelişkilerini kapitalizmin çözmüş ve aşmış olması gerekir, dedik. Sosyalist solun açmazından söz edenlerin, aslında, kapitalizmin böyle bir çözümü gerçekleştirmiş olduğu, hatta, gerçekleştirebilecek olduğu gibi bir iddiaları da yok. Bir zamanlar vardı; artık hiç yok. Onlara göre, böyle bir çözüm hiç gerekmiyor. Söz konusu çelişkiler hayatın kendisinde mündemiçtir. Gücü gücüne yetene!

Yani, Ne özgürlük olacak, ne de eşitlik! diyorlar. Kimse boşuna umutlanmasın...

Biz de aksini söylüyoruz!'

Onu hep hatırlayacak ve seveceğiz!"