Gündem

'Türkiye solunun, Kürt hareketinin etrafında birleşmesi gerektiğini söylemek mümkün değil'

Dev-Yol ana davasının 1 numaralı sanığı Oğuzhan Müftüoğlu: Kızıldere’nin çağrısı Haziran

30 Mart 2015 18:49

Mahir Çayan ve arkadaşlarıyla birlikte THKP saflarında mücadele eden, Devrimci Yol ana davasının 1 numaralı sanığı Oğuzhan Müftüoğlu, Kızıldere katliamının nasıl yaşandığını ve “Bitmeyen Yolculuk-Oğuzhan Müftüoğlu Kitabı”nı anlattı.

Kürt hareketinin güçlenmesi ve sol bir kimlik kazanmasına ilişkin değerlendirmede bulunan Oğuzhan Müftüoğlu, “Türkiye solunun Kürt hareketinin etrafında birleşmesi gerektiği şeklinde öneri ve çağrılar da oldu. Zaten oraya giden arkadaşlar da var. Bunun doğru bir fikir olduğunu söylemek mümkün değil. AKP zihniyeti ülkeyi büyük bir karanlığa sürüklerken buna karşı bütün ülkede gelişen ilerici tepkilerin sol/sosyalist bir anlayış temelinde birleşik bir gücün örgütlenmesidir. Kürt sorununun gerçek çözümlerini de bence ülkedeki devrimci demokratik anlayışların bağımsız şekilde örgütlenerek güçlenmesiyle bulabileceğiz” ifadelerini kullandı.

Oğuzhan Müftüoğlu’nun Cumhuriyet’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

30 Mart günü Mamak’taydınız. Katliamın haberini nasıl aldınız?

- O gün Mamak Askeri Cezaevi’nin arka taraflarındaki bir hücrede tutuluyordum. Diğer tutuklularla görüştürmemek için beni oraya koymuşlardı. Sonradan adının Abdullah Kuloğlu olduğunu öğrendiğim bir general tutulduğum yerin önüne geldi, yanındaki cezaevi müdürüne ‘Oğuzhan bu mu’ diye sordu. Bir süre benim işkenceden gelmiş perişan halime baktıktan sonra elindeki asayı bana doğru kaldırarark “Bütün arkadaşlarını öldürdük, hepsini öldürdük” dedi. Ben ilk kez orada duydum, ilk anda inanmak istemedim, ama sonra bir askerin elinde manşetinde “öldürüldüler” yazan bir gazete görünce anladım.

Kızıldere’nin sizin kuşağınız üzerindeki etkisi ne oldu?

- Kızıldere’de yetmiş öncesi Devrimci Gençlik hareketinin önde gelen kadrolarının katledilmesi Türkiye’deki devrimci hareketler üzerinde çok derin etkileri oldu. Birkaç yıl önce yayımlanan “Bitmeyen Yolculuk” isimli söyleşi kitabında da ifade etmiştim; Denizler’in idamıyla birlikte Kızıldere katliamı sonraki dönemin devrimci ruhunun biçimlenişinde çok derin etkileri oldu. Mustafa Suphiler bizim kuşağımızdan çok gerilerde kalmıştı, geriye dönüp baktığında en yakınımızda görülebilen 27 Mayıs öncesinin gençlik eylemleriydi. Oysa 78 kuşağı denilen yetmişli yılların gençliği ise Denizler’in idamıyla Kızıldere katliamının yarattığı bir sol siyasi iklim içinde oluştu. Bunu sadece olumlu veya olumsuz bir anlam içinde söylemiyorum; yetmişli yılların devrimci ruhunun oluşumundan, dayanışma kadar uzlaşmazlıklara da uzanan sol içindeki ayrılık ve kavgalara ve nihayet yetmişlerin ikinci yarısında ülke çapında yaşanan olayların şekillenmesinden bugüne kadar sürüp gelen geniş ve derin bir belirlenişten söz ediyorum.

30 Mart’la devrimci harekette bir dönemin kapandığı söylenir. Kapanan devir neydi? Yerine nasıl bir devir açıldı?

- Evet, Kızıldere’den sonra Devrimci hareketin 65 ten 71’e kadar süren bir dönemi sona erdi, ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı demiştim.. Bu iki dönem arasında bir karşılaştırma için bu gazete yazısı yetmez. Bu yüzden burada sadece bir iki önemli hatırlatma yapayım.

Sol içindeki darbecilik meselesi hep tartışılır. Aslında 12 Mart öncesinde sol bir askeri darbe hadisesi, 27 Mayıs’ın bir artçı dalgası olarak bir vakıaydı. O dönemdeki Kemalizm tartışmaları da bununla ilgiliydi. Orada solun bütününün darbecilikle suçlanması saçmadır. 12 Mart sonrasında ise, daha doğrusu ‘dokuz mart’ girişiminin akamete uğramasıyla birlikte bu tartışmalar bitmişti.

Yetmişli yıllarda darbecilik meselesi tartışması solun hiçbir zaman gerçek gündemi olmadı. Zamanın sağ akımlarına yedeklenen liberal şarlatanlara bakmayın, 12 Eylül öncesinde devrimcilerin gündemindeki “darbecilik” meselesi, Türkiye’nin bir Amerikancı faşist darbeye sürüklenmesinden ve ona karşı mücadele edilmesinden başka bir mesele olmamıştır. (Burada Aydınlık çevresi üzerinden itiraz gelecek olursa peşinen söyleyeyim, onun kendisi ayrıca tartışılacak başka bir hadisedir.)

Onca yılın deneyiminden sonra Kızıldere’ye bugünden bakınca ne görüyorsunuz? 30 Mart, bugünün devrimci hareketine ne söylüyor? 21. yüzyılın koşullarında “Kızıldere ruhu” nasıl şekilleniyor?

- Bir etnik ve dinsel kimlik sarmalına bulandırılmış bugünün siyasi iklimi içinde kuşkusuz Kızldere’nin söyleyeceği çok şey vardır. O zaman biz kendimizi Türk, Kürt ya da Ermeni olarak görmezdik, devrimciydik biz. Hangimiz Türk, hangimiz Kürt hangimiz Ermeni bilmezdik bile. Evet, devrimci örgütlerin yanı sıra (DDKO gibi) Kürt örgütleri de vardı, ama hep arkadaştık ve birlikte faşizme karşı mücadele ederdik.

Bugün Kürt hareketinin gelişkinliği oranında sol/sosyalist devrimci hareketlerin zayıf kaldığı, aynı zamanda etnik ve dinsel ayrımcılığın, halklar arasındaki düşmanlığın da geliştirildiği bir zamandayız.

Kürt hareketindeki bazı arkadaşların zaman zaman Mahir Çayan’a gönderme yaptıkları yazı ve beyanlarını okuyorum. Bundan tabii ki memnun oluyoruz. Bu arada Türkiye solunun Kürt hareketinin etrafında birleşmesi gerektiği şeklinde öneri ve çağrılar da oldu. Zaten oraya giden arkadaşlar da var. Bunun doğru bir fikir olduğunu söylemek mümkün değil. AKP zihniyeti ülkeyi büyük bir karanlığa sürüklerken buna karşı bütün ülkede gelişen ilerici tepkilerin sol/sosyalist bir anlayış temelinde birleşik bir gücün örgütlenmesidir. Kürt sorununun gerçek çözümlerini de bence ülkedeki devrimci demokratik anlayışların bağımsız şekilde örgütlenerek güçlenmesiyle bulabileceğiz. Aşağı yukarı kırk yıla yakın bir zamandır yazıp söylediğim bir şey var: 65 -71 döneminde gelişerek Kızıldere’de en önemli kadrolarını kaybeden devrimci hareketin en temel özelliklerinden biri kendi öz gücüne dayanan bir mücadele ve siyaset anlayışına sahip olmasıydı.

Bu yüzden dayanışma baki kalsın ama, ‘Kızıldere’nin çağrısı HAZİRAN’ diyorum